© Malatya Time

Beyaz Ateş / Nar-ı Beyza

Z. Sadık Gündoğdu

Ateşten yaratılmış olan şeytanlar Cehennemde nasıl yanacak?

Güneşli bir sonbahar günüydü. Aylardır devam eden montaj çalışmalarımız bitmiş ve tesisi devreye alma zamanımız gelmişti. Alman ortağımızın “en az bir sene sürer” diye tahmin ettiği montaj işlerini gece gündüz süren sıkı bir çalışmayla 6 ayda bitirmiştik.

Türkiye’nin ilk, atık gazdan, saf sıvı ve katı karbondioksit üretim tesisini kurmuştuk. Alman firmasının gönderdiği uzman mühendis ile beraber tesisi devreye aldık.

Üretim gün boyunca sorunsuz olarak devam etti ve depolama tanklarımızı sıvı karbondioksit ile doldurmaya başladık.

Akşama doğru tank seviyelerini kontrol ederken Alman mühendis elinde keten bir çuvalla bana doğru geldi.

“Sen hiç bembeyaz bir ateş gördün mü?’’ diye sordu.

“Görmedim ama sıvı kabondioksitten kuru buz üretildiğini okudum.” dedim.

“Gel beraber görelim.” dedi.

Depolama tankının yanına giderek tankın boşaltma vanasını bir miktar açtı. Vananın ağzından çevreye bembeyaz kar tanecikleri yayılmaya başladı. Tank içinde 20 bar basınçta depolanan sıvı gaz, serbest atmosfere bırakılınca sıvı halden katı hale geçiyordu. Kar tanesine benzeyen parlak tanecikler şeklinde çevreye yayılıyordu. Sıvı karbondioksidin enterasan bir fiziksel özelliğiydi bu.

Kar taneciklerini elimle tutmak için uzandım.

“Sakın dokunma.” diye ikaz etti. “O parlak kar tanecikleri bildiğin doğal kar tanecikleri gibi masum değildir. Eksi 80 derece ısıdadır. Bu soğukluk derecesi cilt üzerinde yüksek derece bir ateşin tesirini gösterir. Yani soğukluğuyla yakar. Hem de öyle bir yakar ki. Tedavi edilemez. Yanan yani donan bir uzvunu bisküvi gibi kırıp atmaktan başka çaren kalmaz.”

Çuvalı vanaya bağlayıp içini bu bembeyaz parlak karla doldurduk.

Mesaiden sonra çuvalı içindeki bu beyaz ateşle birlikte evime götürdüm. Aylardır kurulumu için uğraştığım tesiste ürettiğimiz bu enterasan maddeyi aileme gösterecektim.

Evime girdim. Üzerinden beyaz dumanlar çıkan bu çuvalı oturma odasındaki masanın üzerine koydum.

Eşimle beraber 7 yaşındaki sevimli kızım ve 5 yaşındaki meraklı oğlum karşımda beni seyrediyorlardı.

Önemli bir gösteriye başlayan bir sihirbaz edasıyla çuvalın ağzını açtım. Üzerinden beyaz dumanlar çıkan, parlak ve bembeyaz bu kar yığınını açığa çıkardım.

“İşte dedim bizim fabrikada üreteceğimiz malzeme bu. Adı kuru buz. Fakat kara benzediğine ve adının da kuru buz olduğuna aldanmayın sakın ha. Aslında bembeyaz bir ateştir bu. Hem de öyle bir ateş ki, soğukluğuyla yakar. Ve hem de öyle bir yakar ki, bu yanık, normal ateşin yakmasından daha fazla acı verir ve tedavi de edilemez. Mesela bunun içine parmağını soksan yakmakla beraber anında donar ve insanın o parmağı kurabiye gibi kırıp atmaktan başka da çaresi kalmaz.’’

Bilgisi ve dindarlığıyla sıradan bir eşten daha fazlası olan hanımım gülümsüyerek beni dinliyordu.

Annesine benzeyen olgun tavırlarıyla beni seyreden 7 yaşındaki kızım da “yine neler becerdin baba” diyerek, gülümsemeyle karışık hayranlık dolu bakışlarla beni süzüyordu.

5 yaşındaki heyecan fırtınası oğlum da elinin işaret parmağını uzatmış çevremde dolaşıyor, bir dalgınlık halimi kolluyordu. Bir fırsatını bulup parmağını bu beyaz ateşin içine sokacak idi. Hani demiştim ya “parmağını bu beyaz ateşin içine sokarsan öyle bir yakar ve hemen ardından da öyle bir dondurur ki, o parmağı kurabiye gibi kırıp atmaktan başka çaren kalmaz.” İşte bu heyecanı mutlaka yaşaması lazımdı meraklı oğlumun.

Eşime, “Fakat sen hiç şaşırmadın. Basit bir olay gibi seyrettin, sanki önceden biliyor gibisin. Bunun sebebi nedir?” diye sordum.

“Evet” dedi. “Biliyorum. Risale-i Nurlarda okumuştum. Risale-i Nurları dikkatli ve anlayarak okursan birçok emsalsiz hakikatlerin de farkına varıyorsun.”

Çok şaşırmıştım. Çuvalın ağzını oğlumun çözemeyeceği bir şekilde bağlayıp yine onun ulaşamayacağı emniyetli bir yere yerleştirdikten sonra eşimden bu konuyu anlatan risaleyi istedim.

Bana külliyattan Sözler kitabını getirdi. Yirminci Söz’ün ikinci makamını açtı:

“İkincisi: Ateşin öyle bir derecesi var ki, burudetiyle ihrak eder (soğukluğuyla yakar). Yani ihrak gibi bir tesir yapar. Cenab-ı Hak, ‘selamen’ lafziyle burudete diyor ki: “Sen de hararet gibi burudetinle ihrak etme.” Demek, o mertebedeki ateş, soğukluğuyla yandırır gibi tesir gösteriyor. Hem ateştir, hem berddir. Evet hikmet-i tabibiyyede nar-ı beyza halinde ateşin bir derecesi var ki; harareti etrafına neşretmiyor ve etrafındaki harareti kendine celbettiği için, şu tarz burudetiyle, su gibi mayi şeyleri incimad ettirip (dondurup), manen burudetiyle ihrak eder.” (Sözler, syf. 261)

Sözün devamında, Risalelerin yazıldığı zamanlarda henüz bilinmeyen bu maddeyi akla yakınlaştırmak için soğuğun en şiddetlisi olan zemheri benzetmesi yapıyor.

Böylesine açık ve bilimsel bir tarifi, bu konunun dünya çapında uzmanı olan ortağımız Alman firması uzmanları bile yapamıyordu.

Sohbetlerinde “Ben görmediğimi yazmadım.” diyen Bediüzzaman Hazretleri burada yaptığı Nar-ı Beyza (beyaz ateş) tabiri ile bu malzemeyi görüyor gibi tarif ediyordu.

Paragrafın sonunda. “Öyle ise ateşin bütün derecatına ve umum envaına cami olan Cehennem içinde, zemherinin de bulunması zaruridir.’’ diyerek konuyu bitiriyordu.

Bu son cümleyle beraber, yıllardır aradığım “Zaten ateşten yaratılmış olan şeytanlar Cehennemde nasıl yanacak?” sorusunun da cevabını bulduğumu düşündüm.

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER