İnsaniyet Neyi Gerektirir?
GÜNDEMResûl-i Ekrem (asm), mu’cizelerle ve tevhid inancıyla insanlara hem dünya hem de ahiret hazırlığının yolunu göstermiştir. O’nun davet ettiği iman, salih amel ve takva, insanlık için ebedi saadet yoludur. Bu öğütleri dinlemek ve uygulamak, insaniyetin gereği değil midir?
Resûl-i Ekrem (asm), kırk vecihle mu’cize olan elindeki Kur'an ile ayrıca davasını isbat için izhar ettiği bin mu’cize ile üç mühim ve acîb mes’eleyi dava eder ve o davaları acâib bir şekilde isbat eder.
Birinci mes’ele: Bu kâinâtın cümlesi, bir tek Zât-ı Zülcelâl’in elindedir ve O’nun emri ile idare ediliyor. Biz, buna tevhîd-i Zât, tevhîd-i sıfât, tevhîd-i esmâ, tevhîd-i ef’âl diyoruz.
İkinci mes’ele: Bu âlem, kıyâmet koptuğunda yıkılıp son bulacak; yerine başka bir âlem kurulacak; o âlem ise, Cennet ve Cehennem’den ibâret olacaktır. O Zât-ı Ekrem (asm), “Bu âlemi gördüm. İnsanların cümlesi, Cennet’e namzeddir ve oraya davetlidir. Ancak insanların çoğu kendi iradeleriyle Cehennem yolunu tercih ediyorlar.” diyor. Hem o âlemden mufassalan bahsediyor.
Üçüncü mes’ele: Bu âleme nasıl hazırlık yapacağız? Bu âlemin sahibini nasıl razı edeceğiz? “Bu âlemin sâhib ve mâlikini ancak îmân, amel-i sâlih ve takvâ ile razı edebilirsiniz ve çâre de yalnız budur.” diyor. Bu konuyu da mufassalan bize anlatıyor. Meselâ; “Namaz, oruç, zekât, hac gibi temel ferâiz ve nâfile ibadetleri eda ve menhiyyâtı terk ile Cenâb-ı Hakk’ı razı edebilirsiniz.” diyor. Hülâsa aslî vazîfemiz ve mükellefiyetimiz; evâmir-i İlâhiyye’yi yerine getirmek, nevâhî-i Rabbâniye’den ictinâb etmektir. “Şâyet buna muvâfık hareket ederseniz kurtulursunuz; muhâlefet ederseniz cezalandırılırsınız.” diyor. Gelecek ayet-i kerimelerle böyle bir hazırlığa davet ediyor:
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ وَلْتَنْظُرْ نَفْسٌ مَا قَدَّمَتْ لِغَدٍۚ وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ خَب۪يرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ
“Ey iman edenler! Ellah'tan korkun ve herkes, yarına ne hazırladığına baksın. Ellah'tan korkun, çünkü Ellah, yaptıklarınızdan haberdardır.”
وَلَا تَكُونُوا كَالَّذ۪ينَ نَسُوا اللّٰهَ فَاَنْسٰيهُمْ اَنْفُسَهُمْۜ اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ
“Ellah'ı unutan ve bu yüzden Ellah'ın da onlara kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın. Onlar hak yoldan çıkan kimselerdir.”[1]
O Zât-ı Ekrem (asm), böyle muazzam ve acîb meselelerden bahsederken, bunları dava ederken, mükemmel bir usûl ve üslûb ile anlatıyor; “Âlem ve insan nedir? Nereden geliyor? Nereye gidiyor? Bunların vazîfesi nedir?” suallerine mükemmelen cevab vermekle şu kâinâtın muammâsını ve tılsımını ve bilmecesini hall ve keşfediyor. Hiçbir felsefe-i beşeriyye, bu bilmeceyi çözememiştir. “Gelen gider, giden gelmez.” hakîkatini nev’-i beşere ders veriyor, onları îkâz ediyor. Elbette öyle muammâ-âlûd bir âleme, böyle mu’ciznuma bir Zât lâzımdır.
Hem bu Zât (asm)’ın harekâtından ve gidişâtından anlaşılıyor ki; O (asm), görüyor sonra konuşuyor, gördüğünü söylüyor. Cenâb-ı Hak, Kur’ân’da geçen bütün ahkâmı bizzat Cibrîl-i Emîn vasıtası ile bazen de vasıtasız olarak O Zât-ı Ekrem’e bildirmiş ve göstermiştir. Bahusus mirac gecesinde gözüyle alem-i imkan ile alem-i vücubu keşfetmiş, erkan-ı imaniyeyi, hakaik-i gaybiyyeyi müşahede etmiş, dar-ı ahireti görmüş, cemalullah ile müşerref olmuştur.
Acaba böyle hârika bir Zât’ı dinlemek, O’na kulak vermek, O’nun vasıtası ile gelen ahkâm-ı İlâhiyye’yi tasdîk etmek ve ona göre hareket etmek, insaniyyetin gereği değil midir? Her şeyden vazgeçip O Zât’ın sünnetine ittibâ etmek, böylece saadet-i ebediyyeyi kazanmak, en zarûrî ve mihim bir mes’ele değil midir? Böyle bir Zât’a muhâlefet etmek suretiyle bu ebedî saadeti kaybetmek, divânelik değil midir?
(Heybil Yayınlarından “Evsaf-ı Muhammediye” adlı eserden alınmıştır.)
[1] Haşr, 59:18-19.
İlginizi Çekebilir