Sümeyye Deniz Kartal / Sonsuz Safsata Evrim: Teistik Evrim Tragedyası
ÖZEL HABERTeistik evrim, sonsuz safsata evrimin bir uzantısıdır.
Eûzü billâhi mine'ş-şeytâni'r-racîm
Bismillâhirrahmânirrahîm
De ki: "Yeryüzü ve içindekiler kimindir, biliyorsanız söyleyin?"
Diyecekler ki: "ALLAH'ındır."
De ki: "Öyleyse hiç düşünmez misiniz?"
De ki: "Kimdir yedi göğün Rabbi ve büyük arşın Rabbi?"
Diyecekler ki: "Hepsi ALLAH'ın."
De ki: "Kimdir her şeyin mülkü ve tasarrufu elinde olan, her şeyi koruyup kollayan ve korunmaya muhtaç olmayan? Biliyorsanız söyleyin."
Diyecekler ki: "Hepsi ALLAH'ın."
Sen de de ki: "Öyleyse nasıl oluyor da aldanıyorsunuz, büyüleniyorsunuz?"
(Mü'minûn Sûresi, 84-89.)
Ayetlerdeki sorulara verilen cevaplara bakıldığında yanlış bir şey göremiyorsunuz; lâkin yine de doğru istikâmetten şaşıldığını ayetin ifâdesinden anlıyorsunuz. Sorun teşkil eden; bizatihi kendileri. Yani bütünden detaya doğru ilerledikçe, ilim ve irâde sonsuz kudret sahibi ALLAH'a mı; yoksa (açık veya zımnî) sayısız atomlara mı veriliyor?
İhtar: Şu notada, Tabiiyyun’un münkir kısmının gittikleri yolun içyüzü ne kadar akıldan uzak ve ne kadar çirkin ve ne derece hurafe olduğu, lâakal doksan muhali tazammun eden dokuz muhal ile beyan edilmiş. Sair risalelerde o muhaller kısmen izah edildiğinden; burada gayet muhtasar olmak haysiyetiyle, bazı basamaklar tayyedilmiştir. Onun için, birdenbire, bu kadar zahir ve aşikâre bir hurafeyi nasıl bu meşhur âkıl feylesoflar kabul etmişler, o yolda gidiyorlar, hatıra geliyor.
Evet onlar, mesleklerinin içyüzünü görememişler.
(Yirmiüçüncü Lem’a, Tabiat Risalesi)
Nokta-ı nazarımız: içyüzü.
O halde adına evrim denen ‘bu kadar zahir ve aşikâre bir hurafeyi nasıl bu meşhur âkıl feylesoflar kabul etmişler’ bakalım. Asılsız mesnetsiz ‘varsayım’larla değil; hakîkâtin bizzat kendisiyle.
Öncelikle şunu iyice kavramak gerekir ki, başlangıçla son bütünlük içerisindedir; en küçük zerreyle en büyüğün, bir şeyle her şeyin bütünlük içerisinde olduğu gibi.
Kâinat ve içindekiler bir bütün olarak plânlanmıştır ve o plân doğrultusunda işlemektedir. Kâinatı plânlayan ve yöneten, onu bütün ayrıntılarıyla birlikte elinde tutmaktadır. Ki kâinatın yaratılışından bugüne dek ardı ardınca cereyan eden olayların, sonuçları destekleyecek şekilde yapıldığı, sonuçlara bakıldığında anlam kazandığı güneş gibi ortadadır.
Her ne varsa mükemmel birer eser olarak çıkan sonuçlar, yani bu kâinattaki varlıklar ve olaylar, tesadüfe hiçbir şekilde yer bırakmamaktadır. Bu düzen ve işleyişle ilgili bir tartışmada ispat yükümlülüğü de herkesten önce iddiayı ortaya atan, tesadüfü savunan kişilere düşer. Onlar da bu mükemmel işleyiş ve plân dahilindeki hakîkâti, akla ve mantığa uygun bir şekilde çürütemeyeceklerine emin olduklarından, türlü bahaneler ve yalanların ardına saklanacaklar ve haliyle diyeceklerdir ki; ‘Tamam, biz bunu zaten öyle hemen tespit edemeyiz, aradan milyonlarca milyonlarca milyonlarca seneler geçecek.. İşte yağmurlar yağacak, rüzgârlar esecek, kâinattaki milyarlarca olasılıktan bir tanesinde de işler yolunda gidecek, kem küm’ şeklinde tamamen uydurma, tamamen varsayımlar üzerine kurulmuş, kargaların dahi güleceği cinsten absürd savunmalar yapacaklardır.
Sonsuz safsata evrim, canlıların geçmişine, onların nasıl oluştuğuna veya nasıl türleştiğine dair hipotezler ortaya atmaktadır. Evülasyon gibi. Yani türlerin değişimi ve yeni türlerin oluşumunu canlı organizmalarda değişimlere neden olan birtakım faktörler ve mekanizmalarla açıklamaya yönelik tamamen gerçek ve akıl dışı varsayım.
Rastgele mutasyonlar ve doğal seleksiyon mekanizmasının, canlıların ortak bir atadan evrimleşerek dönüştükleri canlı çeşitliliğini oluşturacak şekilde köklü değişimlere sebep olabileceği zırvasına dayanır. Canlılarda açıkça görünen harika tasarım ve sanatlı yapıların evrimsel mekanizmalarla açıklanabileceği çelişkisini savunur.
Bugün, ALLAH’ı inkâr eden ve değer olarak atomu yani maddeyi esas alan materyalist felsefe, bilim kisvesiyle bilim dünyasına sirayet etmiş ve ne yazık ki bunun doğrultusunda bilim iddiası olarak; ‘materyalist, pozitivist, ateist felsefe’yi dayatmaktadır. Metodolojik natüralizmin benimsenmesiyle bilim ve bilimselliğin tanımı da haliyle tabiatçı materyalist bir fiyaskoya dönüşmüştür. Bu talihsiz bakış açısına göre; “Tabiat dışında hiçbir varlık yoktur. Tabiat ancak ve ancak tabiat içindeki sebepler ile açıklanmalıdır. Bilimsel araştırma ve açıklamalarda ALLAH’a (cc) atıf yapılmamalı, (haşa) ALLAH yokmuşçasına tabiat ele alınmalıdır. Bilimin ilkesi budur ve bu durumu ihlâl eden herhangi bir anlayış, metod, teori veya açıklama bilimsel değildir. Kabul edilemez.”
Teistik evrim teorisi de, bu ilmî bozulmanın hüküm sürdüğü ortamda, yutturulacağına koşullandırılmış, muhatabının akıl ve düşünme seviyesi aşağılanmış, alıcısının nabzına göre şekillendirilmiş, kılıfına uydurulmuş, ateizmin maskelenmiş uzantısıdır.
Ateistler gibi teistik evrimciler de, mevcudatı, tabiat kanunlarının ve tabiatta olan hadiselerin bir neticesi olarak görerek ortak noktada buluşmuşlardır. Klasik Neodarwinizm teorisinin doğal seleksiyon ve mutasyon mekanizmalarını yönlendirilmeyen rastgele bir süreç olarak kabul edip aynı zamanda ALLAH’ın canlıları yaratma sürecine müdahale ettiğini iddia ederek, içine düşecekleri derin dipsiz kuyuyu kimseye zahmet vermeden kendileri kazmıştır.
Oysa iki zıt birarada bulunmaz kaidesince, müdahale (kastî bir irâde) varsa; rastgelelik (tesadüf) yoktur.
İmam-ı Şâfiî Hz.’nin de tasdiklediği gibi: “Tüm yanlış fikirlerde çelişki vardır!”
Baştan sona çelişkiler yumağı olan teistik evrimcilerin; “ALLAH, mutasyon ve doğal seleksiyon mekanizmalarını bizzat kendisi yönlendirerek canlıları yaratmıştır” şeklindeki ‘yönlendirilmiş’ ve ‘amaca yönelik’ olduğu iddiaları, Darwin’in hipotezini bizzat kendisi çürütmüştür. Çünkü iddiadaki evrim masalı tam aksini öne sürer. Yani rastgelelik ve amaçsızlık evrimin en temel sac ayağıdır. Dolayısıyla ALLAH’ın sürece müdahil olduğunu savunmak, Neodarwinist teorinin reddi demektir.
Öyle ya, eğer canlılar ALLAH tarafından yönlendirilen bir kısım mutasyonlar eşliğinde yaratıldıysa, bu durum canlıların şuurlu ve kastî bir şekilde tasarlandığına delildir. Teistik evrimi benimseyen, kendi aralarında içten içe kim daha fazla saçmalayacak yarışına giren sözde bilim adamları, canlılardaki sanat ve tasarım gerçeğini ‘zahirî’ apparent veya ‘yanılsama’ illüzyon olarak örtbas etmeye çalışırlar. Bu durumda da canlılardaki şuurlu tasarımı reddederler. Onlara göre canlılarda tezahür eden bu şuurlu tasarımlar, evrimin seçilim mekanizmasının bir neticesidir.
Oysa var olanı yok sayan inkârcı bir görüş ile dünyadaki bütün insanlar toplansa, ortaya attıkları safsatanın adına da bilim dese; o bilim olmaz. İnsanlarının çoğunun kararıyla bağdaşsa, orada burada konferanslar verip sayısız kitaplar yazsa, bilim adamı ünvanıyla dünyayı dolaşsa; o bilim adamı olmaz. Yani yeryüzündeki bütün insanların biraraya gelmesi, hemfikir olup ‘evrim gerçektir’ demesi; evrimi gerçek kılmaz. Hiçbir zaman cansız, akılsız, kör atomdan; canlı, gören, duyan, bilen, irâde eden, akleden şuurlu bir canlı çıkmaz.
Akıl, akıl sahibinden gelir; görmek, görenden gelir; duymak, duyandan gelir; bilmek, bilenden gelir; irâde etmek, ezelî ve ebedî irâde sahibinden gelir; bir şey varsa, var olandan gelir; yokluğun kaynağı yokluktur.
Eğer evrim kör gözü ve akılsız aklıyla bunu akledebiliyorsa, buyursun bütün evrimciler bütün gözlerini ve akıllarını toplasınlar ve sadece ‘göz’den daha güzelini bulsunlar?
Hadi, beden içinde hapsedilen ruha, gözden daha başka ve daha güzel bir pencere açsınlar? Yaratsınlar değil; sadece tezahür etsinler ya da tasvir etsinler yeter. Ama imkân dahilinde değil.
Çünkü o pencere için önce bir fiil icat etmeleri gerekir, ki o da tıpkı gözün yaratılışından önce ‘görmek’ fiilinin yaratılışı gibi.
Hem yeryüzünde ilk hayvan türü ortaya çıktığında, tabiat ve dünya anadan doğma kördü. Her an devasa okyanuslardan tonlarca suyu havaya kaldıran, her an yapraklarda tonlarca şeker üreten güneş ışığının bütün bu yaptığı faaliyetler dışında bir de ‘görülebileceğini’ görmek için önce onu görmek gerekmez miydi? Demek ki gözü yapmak için hem görmek, hem göstermek, hem gördüğünü göstermek hem de yoktan yaratmak gerekir. Öyleyse tabiat, tesadüf, sebepler ve evrim türünden ne varsa hepsi gözün ve görmek fiilinin icadından azledilmiştir. Çünkü onlar göz nedir bilemez, bilemedikleri bir şeyi düşünemez, kendilerinde olmayanı da yoktan var edemezler.
“İşte bunlar ALLAH’ın yarattıklarıdır. O’ndan başka kim ne yarattıysa gösterin bana.” (Lokman, 11.)
Teistik evrimci masalına göre; “ALLAH evrimi yaratma yöntemi olarak kullanmıştır.”
Peki soralım, eğer ALLAH evrimi yaratma yöntemi olarak kullandıysa, neden milyarlarca yıl boyunca tesadüfî mutasyonlarla bekledi? Her şeye anında güç yetirebilirken, (haşa) neden zaman mevhumuna bağımlı kaldı, neden evrim gibi kusurlu bir süreci kullandı?
Şu çelişkilerden mütevellit savunmalara bakın ki; “ALLAH var; ama yaratış şekli Darwin teorisine uygun olmalı, kuralları Darwin koymalı.”
“ALLAH yaratıyor ama doğal seleksiyon yaparak (haşa) hata düzeltiyor.”
“ALLAH sadece sistemi başlattı.” Ki bunu dediklerinde bu deizm olur.
“ALLAH ara sıra müdahale etti.” Dediklerinde de bu ne bilimle ne de Kur’ân’la örtüşür.
Peki, kafası allak bullak olmuş teistik evrimcilere soralım; ALLAH bu sistemin neresinde?
Eğer ALLAH’ın yaratmasını kabul ediyorsanız, nasıl oluyor da hatalarla dolu bir evrim sürecine bıraktığı çelişkisine teslim oluyorsunuz?
ALLAH yaratırken neden milyonlarca yıl süren eksiklikler ve hatalar içeren bir sürece ihtiyaç duysun? Bu (haşa kere haşa) “ALLAH güçsüzdür, yaratmasını tamamlamak için doğaya muhtaçtır" demekle aynı anlama gelir. Bu da küfürdür!
Hem evrimi hem de ALLAH’ı savunmaya çalışmak, ateizmi teizm sosuna bulamaktır. Ateist bir düşünceyi alternatif teistik bir çerçeveye oturtmaya çalışmak, başta ateizmin geçersizliğine ispat olup ‘Tanrı’ kavramıyla perdeleyerek alıcısına sunmaktır. Teistik evrim dendiğinde evrim teorisi tamamen kabul edilmiş olup sürecin Tanrı tarafından yönlendirildiği iddia edilmiş olur. Fakat evrim teorisi anlayışı gereği materyalist bir iddiadır ve böyle bir ilâhi müdahaleye yer bırakmaz.
Tanrı’nın aktif bir müdahalesi geçersiz olduğunda da bu deizmdir.
Tanrı’nın süreci evrime bırakması iddiasında Tanrı evrenle bir görülmüş, evrene yayılmış bir güç olarak kabul edilmiş, bir anlamda Tanrı’nın irâdesi yok sayılmıştır. Ki, ateistik tabiatçı anlayışa mistik bir anlam yükler, o zaman da bu panteizm veya panenteizmdir.
Yani kendi arasında kararsızlık, karmaşıklık ve ölesiye çelişki yaşayan bir anlayışı ciddiye almak? En hafif tabirle ahmaklık değilse nedir? Teistik evrim ateizmin temel argümanlarını ve tabiat anlayışını koruyarak ona ‘Tanrı’ etiketi yapıştırıp hedef kesime oynamaktır; ya tutarsa!
Teistik evrimcilerin saçmalıkları bitmiyor: “ALLAH evrimi bir yaratma yöntemi olarak kullanmış olabilir. ALLAH insanı evrimle aşama aşama yaratmış olabilir. Kur’ân’da da yaratılışın aşamalı olduğu belirtiliyor” diyorlar.
Ancak bu iddiaları da diğerleri gibi Kur’ân’ın yaratılış anlayışına taban tabana zıttır.
Çünkü Kur’ân’a göre yaratılış âni ve İlâhi emirdir; asla evrimsel bir süreç değildir.
“Bir şeyi dilediği zaman O’nun emri, sadece ‘Ol!’ demektir; o da hemen oluverir.” (Yasin, 82.)
“Gökleri ve yeri yaratandır. Bir işe hükmetti mi; ona sadece ‘Ol!’ der, o da hemen olur.” (Bakara, 117.)
Kur’ân’da insanın yaratılışı belirli bir plâna göre anlatılır; “O, insanı yaratıp ona düzgün bir şekil verdi.” (İnfitar, 7.)
“Biz insanı en güzel şekilde yarattık.” (Tin, 4.)
“O, sizi bir topraktan yarattı.” (Fâtır, 11.)
“Biz, insanı süzülmüş bir çamurdan yarattık.” (Mü’minûn, 12.)
Ateizmin belini kıran en önemli kırılma noktası da ‘Ruh’ gerçeğidir; ki kaçacak yerleri yok.
Eğer insan, evrim sürecinde bir hayvandan evrilmiş, dönüşmüş olsaydı, onun ruh kazanma aşaması nasıl olurdu? Ses yok. “Şey… Milyonlarca milyonlarca milyonlarca…” zırva.
Ama Kur’ân-ı Azimüşşan akledenler için en güzel şekilde bildirmiş: “Sonra ona yaratılış amacına uygun düzgün bir şekil verdiğimde ve ruhumdan üflediğimde…” (Sâd,72.) derken.
Evrim = maddeci (materyalist) bir süreçtir, tamamen fiziksel ve doğal süreçlerden ibarettir. Doğrudan fizik ve kimya yasalarına dayanarak insanın da diğer her şey gibi yalnızca maddeden ibaret olduğunu savunur. Dolayısıyla ruh, bilinç, sevgi, merhamet, korku, nefret, utanmak gibi soyut kavramların da maddeyle açıklanması imkânsızdır.
...
İlginizi Çekebilir