YAZI DİZİSİ/ Müfettişlik; “Kardeşim burası vakıf ise…”
YAZI DİZİSİBölüm:1
Pütürge eğitim Vakfı Başkanı Dr. Hasan Hüseyin Şener ile ilgili yazdığım yazı ve iddialardan dolayı; Vakıf yönetiminde etkin bir isim olan Bayram Tilbaç Beyefendi ile birlikte, değerli ağabeyim iş adamı Recep Okyay’ın misafiri olduk. Yönetim kurulu üyesi Bayram Tilbaç’ın emin tavrı, tarzı ve izahı şahsıma olumlu yansımıştı. Bir sonraki görüşmemize, aynı mekanda, aynı kişilerle birlikte, Vakıf Başkanı Dr. Hasan Hüseyin Şener’in de dahil olduğu ikinci görüşmemizi yaptık. Vakıf üyeleri mâbeynindeki tenkid, tereddüt ve eleştirilere; Pütürgelilerin evi olan vakıfta belgelerle cevap verebileceklerini ifade ettiler ve nezaket çerçevesinde şahsımı davet ettiler. Davetin asıl gayesi; Konuyu belgeler üzerinde tahlil, tetkik ve analiz etmekle birlikte, varsa yanlışları izale yoluna gitmek, yanlış yoksa da, medeni bir şekilde izahatta bulunmaktı.
Vakfın merkezindeki buluşmada, aklıma gelen her türlü soruyu, sansürsüz bir şekilde sorma fırsatı buldum. Anladığım ve algıladığım, konunun bu raddeye gelmesinden ve kadim Pütürgelilerin arasına, nifak, şikak, kin ve adavetin verdiği sinyal, en az bizim kadar onları da etkilediği şeklindeydi. Çünkü şahsıma belgeler ibraz edilirken, mezkur hassasiyete bizzat şahit oldum. Bu sebeple, “Hepimizi rahatsız eden bu süreç nasıl başladı?” şeklinde bir sual yönelttim. Hemen herkesin merak ettiği bu sualin cevabının akabinde; Vakıf üyeliğinden düşürülen ve şahsımın da dahil olduğu 57 kişiyle ilgili ikinci sorumu yönelttim. Pütürgeliler olarak bir nevi mahremiyetimiz olan hadiselerin, gazetelerde çarşaf çarşaf yayınlanıyor olması da rahatsızlıklar ortaya çıkarmıştı. Bu rahatsızlıkların müsebbibi olarak, vakfın gösterilmesi de işin cabasıydı.
Sorularıma verilen cevapları, az sonra okuyacaksınız. Konuya vakıf yönetiminde başlamamın sebebi, yönetimi eleştiren iki yazı yazmamdır. Dolayısıyla bil-vesile yönetime söz hakkı doğmuştur. Bu sohbet akabinde, elbette başka bazı isimlere de söz hakkı doğacaktır. Onların da sözlerini, söylemelerini, temin edeceğimden kimsenin şüphesi olmasın. 17 Aralık’ta yapılması planlanan genel kurula kadar, bu konuyu enine-boyuna konuşup, aklımızdaki tüm sorulara cevap bulmayı hedefliyorum. Sorunların izalesi adına o cevapları da bulacağız inşallah. Gayret bizden, tevfik ise Allah’dandır…
SÖYLEŞİ: MURAT ÇETİN
Sayın başkan, malum olduğu üzere, benim de dahil olduğum bir süreci yaşıyoruz. Bildiğim kadarıyla Vakıflar Genel Müdürlüğü ve CİMER’e şikayetler gitmiş. Sürecin nasıl başladığından bahsetmenizi istirham edeceğim. Hararetli bir sürecin yaşandığını görüyoruz. Bu seviyeye nasıl gelindiğiyle ilgili olarak neler söylemek istersiniz?
Göreve geldiğimiz yılın senesi dolmadan, ilk Ramazan ayında, vakfımızın şu anda kirada olan yeri boştu.
Bir etkinlik olsun diye, İstanbul'da burs verdiğimiz Pütürge ve Doğanyollu öğrencilerimizin arasında, iftar programı için bir yoklama yaptık.
Yaptığımız yoklamada, yüzde 80 “katılırız” şeklinde olumlu cevaplar aldık.
Sonuç böyle çıkınca, ben de iş dünyasından arkadaşlarla görüşerek, iftar programını organize etme gayretine giriştim.
Ramazan ayının 21’i veya 22’siydi, ki kayıtlarda var. Programı, Cumartesi ve Pazar hariç, günlere böldük. Çünkü iş adamlarının da öğrencilerle beraber olmasını istemiştik.
“Biz bu organizasyonun maliyetini, nasıl en aza indirebiliriz?” Diye düşündük. Çünkü ortalama 100 kişilik iftar yemeklerinden bahsediyorum.
Araştırdık!
Yine Pütürgeli 4-5 tane esnaf lokantası ve işletmesi olan Salih Ay ve Bülent Ay kardeşlerimizle irtibata geçtik.
Kendilerinin, Eskişehir’de esnaf lokantaları var. “Abi sen merak etme. Malzemenin parasını gönder, biz yardımcı oluruz. Aşçımızla pişirir ve göndeririz.” dediler. Biz de öyle yaptık.
O tarihte yanımızda olan arkadaşımızla, ufak bir “tartışma yaşadık”.
Sonra, bu arkadaş gidip hakkımızda, Vakıflar Bölge Müdürlüğü’ne şikayette bulunmuş.
Şikayet olunca “incelenme”ye gelindi. Bizim süreç incelendi. Sonuçta, hamdolsun “olumsuz bir şey çıkmadı”.
Arkadaşımız, oradan herhangi bir sonuç alamayınca, bu kez de CİMER’e şikayette bulunmuş.
Yaptığımız her şeyi, aylık dokümanlarıyla beraber Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne teslim etmiştik.
CİMER’e şikayet olununca, Vakıflar Genel Müdürlüğü Teftiş Dairesi Başkanlığı işi almış ve Bölge Müdürlüğü’nden bilgi istemişti.
Vakıflar Bölge Müdürlüğü de, elimizdeki tüm belgeleri istedi.
Ne kadar evrak varsa, hepsini paketleyip, Teftiş Dairesi’ne teslim ettik. Benden ön bilgi alacaklarını ve soru göndereceklerini belirttiler. “Tamam” dedim ve o süreç zarfında vakfımızın hizmet aldığı ve vakfımıza hizmet etmesi için, haftada 2 gün resmi olarak çalıştırdığımız arkadaşı, bu iş için gönderdik.
Arkadaşımız, 2 gününü teftiş daire başkanlığında geçirdi. Çünkü evrak çok olduğu için, müfettişliğin istediği evrak hangisiyse, iğneyle kuyu kazar gibi, arayıp bulmak durumundaydı.
Dolayısıyla teftişteki memur arkadaşların da katkılarıyla, bize 2 ay sonra yanılmıyorsam, 12. ayın 14 veya 15'inde, 4-5 maddelik sorular soruldu…
SADECE BURADA YÖNETİCİLİK YAPMADIM!..
Peki, şikayetleri kim veya kimlerin yaptığıyla ilgili, elinizde bir bilgi var mı? Ayrıca verilen burslarla ilgili bazı iddialar da var. Lütfen bu konuyu da açıklar mısınız?
Murat kardeşim, başka “sivil toplum kuruluşları”nda da görev almış biriyim.
Mesela, Dayanışma Vakfı var.
Bu vakıf, Bosna harbi esnasında oluşan ve içimizden çok büyük siyasetçilerin de çıktığı bir vakıftır.
Erkan Mumcu bizimle beraberdi. Ayrıca, Süleyman Gündüz de vardı.
Ben o vakfın da, yöneticiliğini yaptım.
O dönemde Bosna'ya sürekli gittim-geldim. 3 bin tane yaralının getirilmesine vesile oldum. Sayın Cumhurbaşkanımızın ilk dönem başkanlığında “Sen görürsen o da görecek” diye bir kampanya yapılmıştı. Afrika'da din, dil ve ırka bakılmadan, 100 bin katarakt ameliyatını da organize ettik.
Vakıfların; Çalışma usul esası, güvene dayalı sistemi, defteri, kitabı ve bağış yapanın ne amaçla yaptığı belli olan bir sistemi vardır. Görevli olan ve gönüllü olan çalışanların da, o bağışlarla neler yaptığı ortadadır.
Şimdi müfettişliğin bize sorduğu soruda, “Kardeşim, burası vakıfsa, vakıf karar defterine, ‘Şu insan, şu kadar öğrenciye, şu isme burs verdi…’ diye kaydedilmezse, o zaman vakfın ne amacı kalıyor?” Diyor
Demek bu insanın vakfa güveni sarsılmış ki “Siz, listeleri bana gönderin. Ben şirketimden göndereceğim…” Diyor.
İşte böyle karar defterleri var. Gördüğünüz gibi…
Durum böyle olunca, Vakıflar Genel Müdürlüğü altını çizmiş “Şunlar, şunlar, şunlar göndermemiş” Diyor ve burs gönderdiğini söyleyen kişilerden, gönderdiklerine dair dekont istiyor.
10 YILLIK BANKA DEKONTLARI VAR
Biz geldiğimizde, yani görevi teslim aldığımızda, vakfımızın resmi hesabına, 13 öğrenci için burs geliyordu. Bu 13 öğrenciyi de Uzunkoru köyümüzün derneği, kendi köyünden olan çocuklar için topluyorlardı. Bize de “Sistem yok. Sizin hesabınıza yatıralım. Vakıftan gitsin” diye gönderiyorlardı.
Diğerleri de burada gördüğünüz gibi, altı çizilmiş. Hepsini tek tek incelendi ve 10 yıllık banka dökümanları çıkarıldı. Vakıflar Genel Müdürlüğü “Şunlara da yazın” diyor. Yani bu insanların, burslarını gönderdiklerine dair dekontları istiyorlar.
VAKIF MANTIĞI NEREDE KALIYOR?..
Bazı arkadaşlar, “Ya arkadaş biz para işine girmek istemiyoruz. Size isimleri verelim, siz gönderin” diyemezler mi? Böyle bir durum olamaz mı?
Ama o zaman vakıf mantığı nerede kalıyor?
“Koordinasyon” vakıfta yapılıyor. Buna ne gerek var ki?
Şu an bakalım; Burada ismi yazılı olanların, yüzde 60-70'i ulaştıklarımızın hepsi, her ayın 15'ine kadar, taahhüt ettiklerini vakfa gönderiyorlar.
Vakıftaki kasadan, öğrencilerimizin hepsinin İBAN'ına gidiyor.
Geldiğimiz günden beri her ayın 25'inde hesaplarına yatıyor. 26 veya 27’si Cumartesi veya Pazar’a denk gelmiyorsa, banka dökümünü alıyoruz. Her ay gönderen abilere, bir de göndermesi muhtemel olacak abilere veya vakfımızın duayeni diyeceğimiz abilere gönderiyoruz. Aidatından başka bir şey verememiş, ama her ortamda sahip çıkmış 100-150 abiye de banka çıktısını gönderiyoruz.
İlk sene yaptık. İkinci sene bu, katlandı. Tabii şimdi yine aynı şekilde devam ediyoruz. Yani mesela bir abi (ismini vermek istemiyorum) o kadar dikkatli ki, okumuş ve incelemiş. İkinci gün aradı “Hasan Hüseyin Bey, 2 tane (Mesela) Murat Çetin var. Mükerrer gitmesin…” diyerek bizi uyarıyor.
Hemencik burada kayda baktırdık, doğrudur! Baktık bir Murat Çetin, Deredüzü köyünde, öbür Murat Çetin Şükan’dan. Birisi İstanbul Üniversitesi'nde okuyor, diğeri başka yerde okuyor.
Bizi arayan abiye döndük, yazılı bilgiyi verince teşekkür etti. O abi 10 aylık 10 bursunu, yani gönderdiği bursa, “Aman böyle devam edelim” diyerek 10 burs daha kattı..
DEPREM YARDIMLARIYLA BİRLİKTE, 440 BURSUMUZ OLDU!..
Şu anda, vakıf üzerinden veya kendi hesaplarından ne kadar burs gönderiyor? Siz gelmeden önceki ve bugünkü durumu anlatabilir misiniz?
Şimdi vakıf üzerinde 170 civarında iş insanlarının gönderdiği vardı. 13 tane de vakfın kasasından, toplam 183 kişi vardı.
Biz geldikten sonra sayıyı, 347 öğrenciye çıkardık. İkinci sene bu sayı, 420 civarındaydı.
Deprem sonrası, Doğanyol ve Pütürge’ye yardımlarımızla birlikte, Mayıs ayında en son giden burs sayısı 440 kişiydi.
Bu sene de şu anda 406 öğrencinin 2. ayını ödedik. İki tane de doktora yapan öğrencimiz var. Tabii şuralarda da, 3'er tane doktora öğrencisi vardı. Mesela, bir tanesi Malatyamızda eczacılık bölümünde, meme kanseri üzerine çalışan üst lisans yapan bir kızımız var.
Yani durumlar böyle. Şu anda da vermeye devam ediyoruz. Belki 150-200 tane burs bekleyen öğrencimiz de var sırada.
ÖNCEKİ YÖNETİMLERDE, SUİİSTİMAL YOK, HATA VAR!..
Sayın başkan, hemen her kuruluşta, önceki yönetimlerin eleştirildiğini görürüz. Sizce, geçmiş dönemde, herhangi bir suistimal mı yaşandı?
Bakın şimdi "Suiistimal var" demek suya yazı yazmaktır, iftiradır!
Suiistimal yok… Ben onu söyleyemem… “Suiistimal var” diyemem. Ama hata var!
20 sene önce de ben burada görev yaptım. Başka arkadaşlarım da yaptı. Bakın, belli bir süre sonra, “Siz listeyi verin, biz gönderelim” diyenler olmuş.
Herhalde “Vakıfta organizasyon zayıf” denilerek, hayırseverler öğrenci listelerini istemişler.
Siz hayırseverlere, isim listesi bildiriyorsunuz. O insanların bu öğrencileri takip etme şansı asla olamaz. İlk senemizde, bir hayırseverimizin listesinde olan bir öğrenci, 7 senedir burs almış. Bir tanesi, 3 senedir üniversiteyle ilişkisini kesmiş. Onu siz bilemiyorsunuz…
Ama biz burada ne yapıyoruz?
Her öğrencimizle birebir iletişimde kalıyoruz. Aylık olmazsa bile, devre arasında mutlaka bilgi alıyoruz. Sene sonunda bilgiler güncelleniyor. Bir üst sınıfına geçince, öğrenim belgesi yenileniyor değil mi? Aktif öğrenci belgesi, transkript ve aktif öğrenci belgesi sürekli yenileniyor.
Ama Murat Bey, siz hayırseverseniz, size ben 30 tane öğrenci ismi göndermişim, yani; Siz o kadar yoğunluğun arasında, fabrikanızın veya iş yerinizin içinden kalkıp, bir de öğrencilere burs gönderiyorsunuz.
Peki, o öğrencileri nasıl kontrol edeceksiniz?
Burs doğru yere gidiyor mu? Çocuk karşılığını veriyor mu, nasıl bileceksiniz?
ŞARTLARI DAHA DA GELİŞTİREBİLSEK!..
Şu an öğrencilerimize ne kadar ödeme yapıyorsunuz?
Şu an üniversite öğrencilerimize 800 TL veriyoruz. Yeterli mi? Yetmez ama, imkanımız bu...
İstanbul şartlarında baktığınız zaman yetmiyor. Bu parayı, 8 ay gibi bir süreyle veriyoruz.
Yüksek lisans yapanlara, yani doktora yapanlara 1500 TL veriyoruz. Şimdilik 2 kişi var.
Bizim verdiğimiz burs totalde bir öğrenci için, İstanbul şartlarında, 25 gün yol parası, bir de sabahları bir çorba parası veya başka şeylere denk geliyor.
Yani imkanımız olsa da bu şartları daha da geliştirsek.
Devam edecek…
İlginizi Çekebilir