2 ayaklı, konuşan bitler
22 Eylül 2024, Pazar 09:46Merhaba değerli okurlarım.
Rahmetli babam Ankara’nın eski ustalarından biriydi. Koltuk döşemecisiydi. O anlatmıştı. Komşusu bir saat tamircisiymiş. Esnaf arasında çay bahanesiyle birbirlerine gidip gelmek âdettendir. Öyle bir ziyaret sırasında saat tamircisine bir adam gelir ve arızalandığı için saatini tamir edilmek üzere bırakır. Tamirci adam gittikten sonra babamın yanında saati açar. İçini görünce kahkahayı basar. Saatin içini babama da gösterir.
O zamanlar bit, tahtakurusu gibi haşaratlar oldukça yaygınmış. İşte o bitlerden bir yavru bit saatin kurma kolunun deliğinde bulduğu boşluktan saatin içine girmiş. Saatin içinde çarklar dişliler arasındaki yağdan beslenmiş. Biraz semirince dişlilerin arasında sıkışmış. Bu da saatin durmasına sebep olmuş.
Şimdi tabii olarak bitin oradan çıkarılıp imha edileceğini ve saatin kapağının kapatılıp müşteriye verileceğini düşündünüz. Ancak öyle olmamış. Tamirci ince bir cımbızla halen yaşamakta olan biti dişlilerin arasından çıkarıp daha serbest kalacağı bir boşluğa bırakmış ve beslenmesi için de biraz yağ damlatıp kapağı kapatmış. Bit artık yavruluktan çıktığı için de girdiği delikten geri çıkamıyor, mecburen o yağ ile beslenip küçük dünyasında dolaşmaya devam edecek.
Tamirci saati çalışır hale getirdiği için o zamanın parasıyla 2.5 lira almış sahibinden. Saat tamircisinin babama anlattığına göre birer hafta arayla saat 3 kere daha kendisine geri gelmiş. Her seferinde biti dişlilerin arasından çıkarıp yan boşluğa bırakırken yağlayıp karnının doymasını ve yaşamasını da sağlayarak 10 lira kazanmış. Ahlaki olmayan bu kazançla asıl bitin; hatta “büyük bitin saatçi olduğunu” vurgulardı babam.
1800’lü yıllarda azınlıklar ve onların kuyrukları, hizmetkarları tarafından “Müslümanları camiden uzaklaştırmak” amaçlı İstanbul’un büyük camilerine bit ve tahtakurularının özellikle bırakılıp yaygınlaşması sağlanmıştı.
Bit ve tahtakurusu 60’lı 70’li yılların da yaygın parazitlerindendi. Eczaneden bit ilacı istenirken utanılmazdı. Çünkü bu parazitler üç aşağı beş yukarı herkesin evine bir şekilde girer ulaşırdı.
Bunları yazarken ufaktan kaşınma hissetim. Okurken size de olmuştur mutlaka.
“Bir pazarımız var, onu da senin bitli yazını okumakla heba etmeyelim” dediğinizi duyar gibiyim. O sebeple kısa keseceğim. Okursunuz, belki biraz kızarsınız ama çabuk unutursunuz. Haftaya bir daha okursunuz.
“Unutursunuz” derken unutkanlığın bazen bir hastalık belirtisi olmakla beraber bazen bir umursamazlık sonucu da olabildiğini unutmamanız gerekiyor. Genel olarak tekrarlanmayan ve çağrılmayan bilgiler bir şekilde unutuluyor.
Umursamazlık sonucu oluşan unutkanlık genelde siyaset arenasında sık görülmektedir. Bilim adamlarının araştırmalarına göre Seçim çalışmaları sırasındaki vaatler en çok unutkanlık örnekleri içindedir.
-“Her evin kapısına her sabah süt bırakacağız” vaadi zaten söyleniş ciddiyeti ile unutkanlığın ana kapısıdır. Arkasından:
-“İstanbul boğazında iki kıta arasında denizaltı dolmuşlarla seyahat” vaadi de söylenirken bile cümlenin sonunda unutulacağını belli eder. Unutulmak zorundadır. Çünkü iktidara geldiklerinde rakı fiyatlarını düşüreceğini vadeden bir siyasi zihniyet kapasitesi itibarıyla böyle teknolojik vaatleri gerçekleştirmekle uğraşamaz. Zaten o kesim için halkın denizin altından seyahatle ulaşımı, hatta halkın ulaşımı zerre umurlarında değildir. Denizin üzerinde gece yakamozlar eşliğinde çilingir sofrasında kafa bulmak yeterlidir.
Hatta Yılmaz Özdil’in;
-“Rumlar öyle bir meze yapar ki Kıbrıs’ı veresin gelir” sözü bir şekilde gerçekleşmiş vaatler arasındadır. Kıbrıs’a imkanları olmadı ama 12 adalar böyle gitti maalesef.
Birçok seçim vaatlerinin 3 yıl sonra yapılan röportajlarda bile hatırlanamaması da “söylendiği anda unutma” hastalığının belgesidir. Yani asalak bir bitin unutkanlığıdır.
İşin enteresanı bütün bunları yaşayıp, görüp duyan “siyaset dışı canlılar”ın da unutması desteksiz atıp tutmanın yaygınlaşma sebebidir.
-“Unutulmuş birer birer/ eski dostlar, eski dostlar…
Eski dostlarını bile birer birer unutan bu canlılar verilen vaatleri nasıl unutmasın. Onların unutkanlıklarını unutmayan diğer canlılar da, bitler de bunu bildikleri için sürekli daha çabuk unutulacak vaatler bulup bulup onları söylüyorlar.
-“Bende unutkanlık başladı” diyerek doktora giden adama doktor sorar:
-“Neyin var?”
-“Ne neyim var?"
***
Gelelim haftanın fıkrasına.
Bu sıralar sınır ötesi faaliyetlerde yıldızlaşan istihbarat teşkilatımıza yeni bir eleman alınacakmış. Uzun elemelerden sonra 3 kişi tüm zorlukları aşarak son sınava ulaşmışlar. Son sınavın özelliği çenesini tutma, sır vermeme konusunda imiş. Üç elemana da ayrı ayrı bazı sırlar verilmiş. Uzun işkencelere rağmen kim sırrı açık edip söylemezse sınavı geçecek. Üç elemandan biri de Karadenizli Temel imiş. Diğer ikisi 3-4 gün dayanabilmiş ama konuşmak zorunda kalmışlar. Temel ise 5. Günde bile her türlü zorlamaya rağmen konuşmamış.
Uzmanlar Temel’in bu sırrı söylememesini takdirle karşılamışlar. Ertesi gün galip ilan edilmesine karar vermişler. O arada Temel’in kaldığı odadan duyulan gürültü üzerine “Acaba ne oluyor?” diye kameralara bakmışlar. Temel kafasını duvara vuruyor ve söyleniyormuş:
-“Hatirla oniiii! Hatirla oniii!”
***
Kalın sağlıcakla.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.