Afetin sorumlusu 'bölge insanı' mı?
02 Mart 2023, Perşembe 13:20“Asrın felaketi”nde 10 binlerce canımızı kaybettik. Çok daha fazlası da yaralandı. Kimisi fiziken, kimisi ise ruhen yaralandı. Bölgeden bir kardeşim “Hepimiz öldük, ama bir kısmımız gömüldü” tarzında bir söz etmişti. Bu söz bir anda yüreğimi delip geçti. Hepimizi derinden yaralayan bu musibetin akabinde bazı hadsizler “Toplum çok bozulmuştu. Bundan dolayı da böyle bir belâ meydana geldi.” şeklinde yorumlar yapar oldu. Bu tür sözler, canlarını toprağa veren, neyi var neyi yok her şeyini kaybetmiş, “canlı cenaze” gibi ne yapacağını bilmeden ayakta duran kardeşlerimizin yarasını kanatmaktan başka hiçbir işe yaramaz. Çünkü o sözü edenlere, “Ölenler çok mu günahkârdı?” diyerek karşılık verenler de çıkar.
ÇOK BÜYÜK YANLIŞ
Allah’a tövbe ve istiğfar edelim. Afette vefat eden, zarar gören, sıkıntı yaşayan Müslümanlar hakkında, en ufak bir suçlama, Allah’ın “gadabını” celbeder. Bizim inancımız, Allahutaala’nın müminlere rahmetinden dolayı böyle yaptığı yönündedir. Peygamberimiz bir hadisi şerifinde “İnsanların bela cihetinde en şiddetli belaya düçar olanlar nebilerdir. Sonra evliyalardır. Sonra en kâmillerdir.” buyuruyor. Demek kemâlâta göre belâ ve musibet geliyor. Hazreti Peygamber (sav) bela ve musibete uğradığı için haşa suçlu muydu? Ya da belâ ve musibete uğrayan sahabe, haşa suçlu muydu?
Allah’ın kahır tokadı vurduğu adam, “Allah demez ve Allah’a dönmez!” Madem biz müminler olarak “Allah” dediğimize göre, bu musibeti “kahır” tokadı olarak anlamıyoruz. Her şerde bir hayır vardır. Bütün hadisler bu konuyu bu şekilde izah etmektedir. Bir musibete maruz olan kişileri suçlamak da neyin nesi? Hele hele “Suçlulardı, hak ettiler…” gibi pervasızca sözler, çok büyük bir yanlıştır.
HERKES KENDİSİNİ HESABA ÇEKMELİ
Bir anne ve baba evladına öyle şefkat eder ki, tırnağının dahi incinmesini istemez. Ama aynı anne ve baba, gerektiğinde evladına iğne yaptırıp ameliyat da ettiriyor. Hak Taala, müminlere böyle bir ameliyat yapıyor ki; onlara fayda versin. O müminlere, “hak ettiler diyenler” Allah’tan korksun. Allah hakkında hüsnü zannımız vardır, su-i zannımız olamaz. Madem Rabb’imizin emridir. O hâkim ve rahimdir. Biz iman etmişiz. İman eden adam “Allah kusurlarımızı temizledi” der ve mucibince amel eder.
Deprem musibetinden dolayı, kader cihetiyle herkes kendisini hesaba çekebilir ve de çekmelidir. Lakin mümin birisinin “Müslümanlar bunu hak etmiş ki, bu deprem musibeti geldi…” demesi, İslamiyet’e “hıyanettir.”
Zira ehli iman birinin, başına gelen musibeti kendi nefsinden bilmesi “ihlâs” ve “kemâlâttır”. Fakat mümin imanıyla âlemi “fesada” vermemiştir ki; âlem “galeyana” gelip titresin. Belki de bu musibet, Müslümanlar üzerinden kâfiri kıyametle “tehdit” etmektir.
RAHMETTEN DEĞİL DE KAHIRDAN MI?
Kur’an-ı Kerim’in “Sana isabet eden iyilik Allah’tandır. Sana isabet eden kötülük de senin nefsindendir” demesi, kaderin adalet cihetinde bazı müminleri temizlemek ve onları ikaz etmek için olduğunu, onun bir cihette rahmet olduğunu anlatmak içindir. Gayesi ise kusuru “telafi”, “ikmal” ve “ıslah” etmektir. Haşa bunlar rahmetten değil de, kahırdan mıdır? Böyle bir anlayış olamaz. Bu musibet kader cihetiyle ilgilidir. Musibetin asli sebebi değildir.
Sahabeler, Uhud Harbi’nde, Peygamberimizin (asm) emrini dinlemeyince mağlup oldular. Allah yardım edebileceği hâlde, neden yardım etmedi? O konu kaderdeki, adalet cihetini anlatmak içindir. Yoksa sahabe ve Peygamberimiz bizzat suçlu değildi. Haşa bu konu, “Tokat yediler” şeklinde tabir edilemez.
MAHZUN OLMAYIN
Sahabeye Uhud Harbi’ndeki mağlubiyetin neticesinde, Allahutaala “üzülmeyin” dedi. “Hatanız da varsa, Allah sizi temizledi. Siz davanızda haklısınız” dedi. Demek hususi bazı hatalar sebebiyle mağlubiyet geldi, yoksa musibetin ana sebebiyle değil. “O hâlde gevşemeyin ve üzülmeyin. Eğer gerçekten müminseniz, her zaman en üstün sizsiniz. Mahzun da olmayın.” Ali İmran-139
ASİLERİN CEZA YERİ AHİRETTİR
Bu gibi külli unsurların beşere taslit edilmesinin aslî sebebi, Kur’an-ı Kerim’e karşı nev-i beşerin inkâr ve isyanıdır. Bu isyanı bilfiil yapanlar da azınlık olmasına rağmen, ekseriyet o azınlığa ya taraftar olarak veya sessiz kalarak “iltihak” ettikleri için umumi bir musibete sebebiyet verirler. Fakat musibete bizzat maruz kalanlar, genelde onlar değildir. Çünkü o asilerin ceza yerleri ahirettir. Onların Kur’an-ı Kerim’e isyanları, âlemin umumi kanunlarını bozduğundan Rum suresinin 31’inci ayetine göre ; karada ve denizde fesada sebeb olurlar. Bu fesadlardan dünyada zarar görenler ekseriya ehl-i imandır. Onları temizlemek ve kemale ulaştırmak için kader musibetlerle ibtila eder. Ehl-i imanın hususi ve cüz’i hataları, bu musibetin tebeî ve dolaylı sebebi olur. Yoksa aslî sebebi değildir. İnayet ve rahmet-i ilahiye, ehl-i imanı her zaman nezaret ile birlikte himaye de eder.
Üstad Bediüzzaman’ın zelzele ile Erzincan depremi üzerine yazdığı eserinde, “Neden bu deprem biçare Erzincan gibi yerlerde oluyor?” diye gelen suale, “Onların hataları az olduğundan tacil edildi.” demesi buna bir hüccettir.
ŞEFKATE LAYIK MÜMİNLERİ, ALLAH’IN GADABIYLA TEHDİT EDİYORLAR
Hülasa: Kur’an-ı Kerim her hadise ve olayda yüzümüzü kesretten tevhide çevirip her musibetin altında, rahmet ve hikmet cihetini ispat eder. Bu ders bize kâfidir. Allah musibete uğrayan müminleri tevhid ile terbiye edip teselli ederken; bazı kimselere ne oluyor ki, şefkate layık müminleri Allah’ın gazabıyla tehdit ediyor.
Böyle musibetlerin çok ciheti ve yönleri vardır. Zahiren musibet, hakikatte ise maslahattır. Musibetin ne için geldiğini bilmek ise gaybi bir meseledir. Kitap ve sünnete göre abdest almayı bilmeyenlerin, kendilerine levh-i mahfuzu okuyor havasını vermeleri, kibir ve şımarıklıktan başka bir şey değildir. Zira musibetin ne için geldiğini bilmek, ancak vahiyle mümkündür.
DİRİLİŞ POSTASI GAZETESİ
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.