Ah o günler ah!..
14 Eylül 2021, Salı 10:49Teknoloji fakiri olduğumuz günlerdi.
Eskiden her evde buzdolabı bulunmazdı, tel dolaplarla idare ederdik, kış damları, su damları işimizi görürdü, telefon yok denecek kadar azdı. Mahallede bir veya iki evde telefon olurdu.
Elektronik eşya mı?
O ne demek! Çeyiz sandığı gibi radyolarımızdan, bir de her gelin kızın rüyası "Zetina" dikiş makinalarımızdan başka birşey hatırlamıyorum.
Ot süpürgelerden sonra evimize giren "gırgır" dönemin teknolojisinin geldiği son noktaydı!!!
Arabaların emniyet kemeri, kafalıkları, klimaları, hava yastıkları yoktu, kaloriferleri varla yok arasındaydı, direksiyon o kadar sertti ki, çevirmekten pazılarımız güreşçilerin pazılarıyla yarışırdı. Arka koltuk hiç tehlikeli değildi üstelik çocuklar için daha eğlenceliydi!.
Hangi evde kalorifer vardı ki, sobanın suyu mu çıkmıştı!
Bisiklete kasksız binilebiliyordu, üstelik önümüze bir kişi, arkamıza da bir kişi alarak.
Havuzlu, saunalı yaşam merkezleri yoktu, ama yine de derelerde çimer ve donlarımızı da çalılarda kuruturduk.
Sularımız da klorlanmazdı, ama şu rota virüsü neyse ona da hiç yakalanmazdık.
Sterilize edilmiş su şişelerinden değil, bahçe hortumlarından, cami çeşmelerinden kana kana kündübek (Gündüzbey) suyunu içerdik, hiç de hasta olmazdık.
Televizyon yoktu, varsın olmasın: Yeni Melek sinemasının, 10.30 matinesinin canı sağ olsun, bir girerdik üç film birden seyreder çıkardık.
Cep telefonu olmadığı için nerede olduğumuz nerelerde gezdiğimiz kolay kolay bilinmezdi. Tek şart vardı: Yerler mühürlenmeden evde olmak.
Öğretmen okulda kulağınızı çekmiş, kafanızı patlatmış, kimse şikayet etmezdi. Bunlar sıradan olaylar olarak görünürdü. Eti senin kemiği bizim demişlerdi bir kere!!!
Sokakta arkadaşlar arasındaki kavgada, kafa göz kırılsa da komşu komşuyla mahkemelik olmazdı.
Bolca bastughlar, kuru üzümler, kesmeceler, ballar, pekmezler yerdik ama sırım gibiydik. Hem yediğimiz doğaldı hem de yediğimizi yakacak ortamımız vardı. Her şey tabii idi, çünkü insanlar Allah'tan korkar, insanların yiyecek, içecekleriyle uğraşmazlardı. Kola, ketçap, mayonez, cips gibi tamamen katkılı ve insan sağlığına zararlı yiyecekler henüz ülkemize gelmemişti.
Biz de bu eksiği, sağlıklı ve katkısız domates ve biber salçasıyla kapatırdık.
Cep telefonu, bilgisayar ve bunların değişik bin türlü oyunları yoktu. Bunların yerine sanal değil, kanlı ve canlı dertleşebildiğimiz arkadaşlarımız vardı.
Kredi kartı da ülkemize gelmemişti. İhtiyacımız da yoktu, istediğimiz mağazadan taksitle üstelik faizsiz alış veriş yapabilirdik. Para lazımsa bakkal Battal Emmi den alınır, deftere, elden diye yazılırdı.
Üstelik vade farkı, faiz işletilmeden...
Sınıfta kalma sıradan bir olaydı, çift dikiş yapılır bundan dolayı kimse psikiyatriste veya psikoloğa gitmezdi.
Konsantrasyon bozukluğu, hiperaktivite tıp literatürüne girmemişti henüz!!!
Sokaksız yaşayamazdık, sokağa çıkınca da bütün sorunlar biter, oyunlar oynar, çocukça sohbetler eder, gittiğimiz filmi en ufak ayrıntısına kadar, birbirimize anlatır, altıda haftaym! on ikide biten maçlar yapar, anamız "yerler möhürlendi haydi eve" deyince, vücudumuz yorgun ve yara bere içinde ama beynimiz sıfırlanmış, pırıl pırıl bir beyinle eve giderdik.
Herkesin cebinde silah, arabasında pompalı tüfek bulunmazdı. Haraç almak için kafeler kurşunlanmaz, insanlar öldürülmezdi...
Şimdiki yeni yetme çağalar, bizim bu organik yaşantımızı sıkıcı bulabilirler, varsın bulsunlar, canları sağolsun.
Ama biz çok güzel ve çok mutlu yaşadık...
Selam olsun Malatya'mın güzel insanlarına...