Akîde-i İslâm
01 Ekim 2021, Cuma 06:56Rahman ve Rahîm olan Allah'ın adıyla...
İslâm bir bütündür; "Lâ ilâhe illallah" Allah'a kulluğun, "Muhammedün Râsûlullah" ise nasıl tatbik edilmesi gerektiğinin Râsûlullah (s.a.s.)'e dayandırılmasıdır.
Bu imân ancak eşref-i mahlukât olan kâmil-i mü'minin kalbinde yer alır ve fiiliyâtına zuhur eder.
İslâmın ve imânın şartları, bu akîdenin gerektirdiği tüm yükümlülükler yalnız ve ancak tek olan Allah'a ubûdiyetin gereğidir.
"Hüküm ancak Allah’a aittir. O, kendisinden başka hiçbir şeye tapmamanızı emretmiştir. İşte en dosdoğru din budur." (Yusuf, 40)
"Kim Râsûl'e itaat ederse Allah'a itaat etmiş olur." (Nisa, 80)
Tam mânâsıyla şerh edilen ubûdiyet; tevhîd hakikâtinin beraberinde ibâdet şuurunun hayata ve yaşayışa aktarılışı, tatbîkidir.
Izâhı şudur: Cenâb-ı Hakk'ın birliğine ve ulûhiyetine imân etmeyen kişi Cenâb-ı Hakk'a kulluk görevini yerine getirmemektedir.
"Allah buyurdu ki: iki ilâh edinmeyin! O, ancak bir ilâhtır. O hâlde yalnız benden korkun! Göklerde ve yerde ne varsa O'nundur, din de yalnız O'nundur. O hâlde Allah'tan başkasından mı korkuyorsunuz?" (Nahl, 51-52)
Kulluk maksadıyla yapılan fiilleri Allah'tan başkası için yapan, bu fiillere Allah'ı ortak etsin veya etmesin; tek olan Allah'a kulluk görevini ifâ etmiş olmaz.
"De ki: Şüphesiz benim namazım, kurbanım, hayatım ve ölümüm hepsi âlemlerin Rabbi olan Allah içindir. O'nun ortağı yoktur. Bana sadece bu emrolundu ve ben Müslümanların ilkiyim." (En'âm, 162-163)
İslâm inancı, düşüncede, eylemde, ibadette, sosyal nizam ve hukuk kurallarında Allah'ın dışındaki her şeyin kulluğunu kat'i bir şekilde reddetmektir. Mü'min, vicdanını, irâdesini yalnızca âlemlerin Rabbi olan Allah'a kulluk şuuruyla, ihlâs ve teslimiyetiyle taçlandırmış, dinî vecibe ve ibadetlerini yalnızca O'nunla mühürlemiştir.
Allah'ı ilâhlıkta tek kabul etmeyen, O'na dolaylı ya da dolaysız yollardan farklı şekillerde ortak koşmayı içeren tahrif edilmiş bir inanç cehâletten ötesi değildir. Böyle bir akîdeye inanmış topluluklar da düpedüz cahiliyedendir.
Bu cahiliye gürûhu, sapık ve tahrife uğramış inançlarına dayanan ibâdetlerinden, yaşantılarından dolayı hâkimîyetin yalnızca Allah'a ait olduğunu kabul etmediklerinden, nizâm ve intizâmı O'nun şeriatına dayandırmadıklarından ve bu yetkiyi beşeriyete yüklediklerinden şirkle vasıflandırılmışlardır.
"(Yahudiler), Allah'ı bırakıp bilginlerini (hahamlarını), (Hristiyanlar) da rahiplerini ve Meryem oğlu Mesîh'i (İsa'yı) Rabler edindiler. Hâlbuki onlara ancak tek ilâha kulluk emrolundu. O'ndan başka ilâh yoktur. O, bunların ortak koştukları şeylerden uzaktır."
Bugün Müslümanlık iddiâsında bulunan kesimlerin bazıları lâik olduklarını, dinden bağımsız olduklarını, din ile hiçbir ilgilerinin bulunmadığını lanse etmekte, bazıları da dine hizmetkâr olduklarını belirtmekle birlikte gaybı inkâr ederek sosyal nizâmlarını sözümona bilimselliğe addetmekte, dinle asla uzlaşamayacaklarını söylemektedirler.
"Gaybın anahtarları O'nun katındadır, onları ancak O bilir. Karada ve denizde olanları bilir. Düşen yaprağı, yerin karanlıklarında olan taneyi, yaşı kuruyu ki apaçık Kitap'tadır ancak O bilir." (En'âm, 59)
Nasıl ki bilen, yaratan, rızıkları tâyin eden Allah ise elbette ki hükmedecek olan da O'dur.
Kulluğun yegâne gereği de O'nun bir yaşam biçimi olarak indirdiği dinidir.
Hakikâtte bilgi sahibi olmayan ve kendisine ilimden çok az bir şey verilen sınırlı insan aklının tezâhürü olan aciz sistemler, birtakım teoriler ve ideolojiler ise yok olmaya, yok olmaya mahkûmdur.
Rabb'ül Âlemîn'in şeriatı, Müslümanlar için indirdiği dini, koyduğu yaşam biçimi nettir.
Tevhîdinde bunun sınırları çizilmiş ve belirlenmiştir. Tüm meselelerde Râsûlullah (s.a.s.) vasıtasıyla tebliğ olunan delillere, nasslara bağlanan hükümler de buna dayanmaktadır.
Bu konularda asla ictihad yapılamaz. Ictihada Efendimiz (s.a.s.)'in tebliğlerinde delil olmaması durumunda ya da arzu ve keyfiyete göre değil; Cenâb-ı Hakk'ın koyduğu sınırlar ve şerhler minvalinde başvurulabilir.
"Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz, onu Allah'a ve Râsûl'e götürün..." (Nisa, 59)
Allah-ü Azimüşşan'ın irâdesinin öğrenileceği ve başvurulacağı en temel kaynak, O'nun kitabı Kur'ân-ı Kerîm ve Râsûlünün sünneti, naklettiği hadis-i şerifleridir.
Islâm dini her cihette yüce bir din ve hayatın muazzam rehberidir. İnsan tabiatının her ayrıntısı ile mükemmel ve tam bir uyum içerisinde bulunan, bizzat Allah'ın yarattığı ve tüm boyutlarıyla herkesten daha iyi tanıdığı insanın, muhakkak ki ihtiyaçlarına da tam manasıyla cevap vermesi, her ân görmesi, bilmesi ve duymasıdır.
"Hiç yaratan bilmez mi? O, en ince işleri görüp bilmektedir ve her şeyden haberdârdır." (Mülk, 14)
Islâm inancı, menfaatlerine, maslahatlarına, nefsine, keyfiyet ve şahsiyetine uygun olarak uyarlanmaz, yorumlanmaz, yaşanmaz; aksine onu Allah'ın belirttiğı ölçü ve sınırlara mukabil bir şekilde tasviple kabullenilir, emir ve yasaklarına rızayla, hoşnutlukla, ihlâsla, teslimiyetle riâyet edilir, yaşanır.
"De ki: Siz mi daha iyi bilirsiniz, yoksa Allah mı?" (Bakara, 140)
"Allah bilir, siz bilmezsiniz." (Nur, 19)
İnsanlığın mahiyeti, kurtuluşu ve refâhı Allah tarafından indirilen ve Râsûlü tarafından tasdîk ve tebliğ edilen İslâm şeriatındadır; ebedî hayatın eşiğidir, her şey onda, o da her şeydedir...
Velhasıl, insan yaratıldığı için İslâm da hak din olarak insanlığa indirilmiş; İslâm indirildiği için de insan, Hz. İnsan makâmına yükseltilmiştir.
Sırrı ifşa eden ölçüye bırakalım sözün özünü: "Allah, âlemi insan, insanı da kendi marifetine ulaşması için yarattı."
Cenâb-ı Hakk'a hamd-ü senâ, Efendimiz (s.a.s.)'e sonsuz salât ve selâm olsun.
Vesselâm...