Aşk-ı Bekâ
03 Aralık 2021, Cuma 07:54Rahman ve Rahîm olan Allah'ın adıyla...
"Ben cinleri ve insanları ancak bana ibâdet etsinler diye yarattım! Ve ben onlardan ne rızık istiyorum, ne de beni doyurmalarını. Şüphesiz rızık veren, güç ve kuvvet sahibi olan ancak Allah'tır." (Zâriyat, 56-58)
Mânâsı olmayan her kalp kabuktur. İhtiyarî fiilin aslı; iradî fiildir. Kasrî ve tabii fiiller ise ona bağlıdırlar. Hâl bütünüyle iradî fiile döner. Ekseriyetle, ulvî ve süflî âlemlere ait tüm fiiller de irade ve sevgiye tâbidir. Onunla ve onun için âlem döner.
Özünde sevginin hakikâti; aşığın zatının, sevgiliye doğru engellenemez bir şekilde akmasıdır.
Aşk; sükûnetsiz bir akıştır.
Aşkın kemâl noktası olan ubûdiyyet de; züll, boyun eğme ve mahbuba gönülden itââttir.
Göklerin, yerin, dünya ve ahiretin, kendisi vasıtasıyla ve hatrına yaratıldığı biricik ve yegâne hakikât budur: "Biz gökleri, yeri ve ikisinin arasındakileri ancak hakk ile yarattık." (Hicr, 85)
"Göğü ve yeri bâtıl (boş) yere yaratmadık." (Sa'd, 27)
"Sizi boşuna yarattığımızı ve bize tekrar döndürülmeyeceğinizi mi sandınız?" (Mü'minûn, 115)
Mahlûkatın ve her zerrenin, kendisiyle ve kendisi için yaratıldığı hakikât; yalnız ve ancak Allah'a (c.c.) ibâdet etmektir. Ubûdiyyet; aşığın mahbubuna olan sevgisinin, O'na boyun eğişinin, teslimiyetinin, O'na karşı acziyyetinin, O'nun yasaklarına tam riayetin, emir ve nehiylerini eksiksiz uygulamanın gereklerini edâ etmenin kemâl noktasıdır.
Allah tekaddes hazretleri, bu hakikât hatrına râsulleri gönderdi, kitapları indirdi, cennet ve cehennemi yarattı.
Bundandır ki müminler ibadetlerinde: "Ey Rabbimiz, bunu boş yere yaratmadın. Seni (eksiklikten ve bu gibi noksanlıklardan) tenzih ederiz." (Âl-i İmrân, 191) diyerek, Rabbini, gökleri, yeri ve bu ikisi arasındakileri abes yere yaratmış olmaktan tenzih ederler.
Allah (c.c.) hoş görmediği, razı olmadığı şeyleri, sevdiği ve razı olacağı şeyleri doğuracağı ve onlar vesilesiyle sevilen mahbunun, bunlar üzerine yer etmesi (terettüp) sebebiyle yaratmıştır.
Bu sebeple aşık, sevdiği bazı şeyleri, mahbununun rızası ve O'nun sevdiği şeyler adına terk etmekten çekinmez. İmtihan aşk içindir...
"Ölümü ve hayatı, hanginizin daha iyi amel edeceğini sınamak için yaratandır." (Mülk, 2)
"Biz yeryüzündekileri onun ziyneti (süsü) kıldık ki onları imtihan edelim: hangisi daha güzel amel yapacak." (Kehf, 7)
Hakîkî aşk ve tââti kapsayan kulluk; işte tam da budur.
Allah (c.c ), takdirinin hikmeti icâbı, razı olmadığı bazı kaderler yaratarak emri ve kaderi arasında, kimin daha güzel amel edeceğini sınamak için kullarını imtihana tâbi tutar.
Bu imtihanda insanlar iki kısıma ayrılırlar. Birinci kısım, emirler doğrultusunda sevgilerinin gerektirdiği şekilde davranırlar. Emir ve yasaklar, onları nerede durmaları gerektiği, nerede harekete geçmeleri hususunda yönlendirir ve onlarda ona göre hareket eder, emri kaderde kullanırlar. Kader denizinde, rıza gemisine binerek, emri kadere hâkim kılar, kadere karşı kaderle, Allah'ın emrine uymak ve rızasınca yaşamak suretiyle mücadele ederler. Allah'ın rızasını alan, kurtuluş sahiline vuran erenler işte bunlardır.
İkinci kısım, emri muhafaza etmek adına kaderi yalanlayanlar, inkâr edenlerdir.
Kaderi koruduğunu sandıkları yerde, emre muhalefet ederek, acıklı bir kaybedişe doğru kayarlar. Oysa kadere imân; emirlere imânın ta kendisidir ki, o da tevhîd nizâmıdır.
Kim imânı yalanlarsa, bu hakikâti yalanlamak onu batıla saptırır. Emri kaderle reddetmek inkârların en aşağı tabakasıdır. Allah'ın, Kur'an-ı Kerîm' de işaret buyurduğu taife bunlardır:
"Allah dileseydi, ne biz müşrik olurduk, ne atalarımız. Ve ne de bir şey haram kılabilirdik." (En'am, 148)
"Allah dileseydi, biz ve atalarımız O'ndan başka hiçbir şeye tapmazdık ve O'nsuz hiçbir şeyi haram kılmazdık." (Nahl, 35)
"Rahman dileseydi; onlara tapmazdık." (Zuhruf, 20)
"Allah'ın dilerse rızıklandıracağı kişiyi mi doyuralım?" (Yasin, 47)
Allah-u Azimüşşan onları böylelikle yalancılar kıldı. Onların apaçık dalâlette, ilimsizlikte olduklarını bildirdi.
Yani kaderle hareket edenler, onun götürdüğü yere gidenler, onu din edinenler; onlar kâfir veya mümin, iyi veya fasık olsun, kaderin hükmettiğiyle beraberdirler.
Bu taifenin en baskınları ve abidleri, kevnî kaderî bir hakikâti (kaderin doğadaki hükmü) görüp benimsediklerinde, ne yazıktır ki kaderle galip kılınmış kâfirle beraber olurlar.
Emri, kadere hâkim kılmamakla ve emirlere tâbi olmamakla kaderi kaderle defetmekten de aciz kaldılar. İsyan ve acizlik arasında kalan ifratçılardır. Bu güruhların tümü de, yol göstericileri İblis'i rehber edinmişlerdir. Çünkü o da, kaderi emirden önce tutarak, emre karşı gelen bedbahtların ilkidir, önderidir.
Buna mütevellit: "Rabbim, beni azdırdığına karşılık and olsun ki; yeryüzünü onlara süsleyecek ve onların tamamını azdıracağım." (Hicr, 39)
"Beni azdırdığın için yemin olsun ki (onları saptırmak amacıyla) senin doğru yoluna oturacağım." (Araf, 15) diyerek Allah'ın (c.c.) emrini, yine Allah'ın (c.c.) kaderiyle red ve inkâr etmiştir.
Allah'a (c.c.) karşı kaderi delil gostererek muhalefet etmiştir.
Bu minvalde İblis ve taifesi, kaderle evrensel bir tasallut kurmuşlar ve kaderi din edinmişlerdir.
"Görmedin mi biz, şeytanları kâfirlerin üzerine salmışız, onları vesveselerle heyecanlandırıyorlar." (Meryem, 83)
İşte bunların dinleri; kader, dönüşleri; sonsuz cehennemdir.
Şüphe yok ki; tevfîk Allah'tandır. Allah subhanehu, zatına muhatap seçerek yarattığı kullarını başıboş takdîr etmemiş ve abes yere var etmemiştir. O isim ve sıfatlarında kâmildir, her cihetten içinde eksiklik ve noksanlık barındırmayan mutlâk bir kemâle ve kudrete sahiptir.
Sâdıktır; sâdıkları, Muhsin'dir; muhsinleri sever. O her nefsi, kendisine daha evlâ olduğuna şahit olacağı gayelere ulaştıracaktır.
Rabbü'l Âlemin'in tasdîk ederek buyurduğu gibi: "Melekleri arşı etrafından donatmış Rabblerini hamd ile tesbih ederken görürsün. Ve halk arasında hak ile hüküm verilerek; 'Hamd âlemlerin Rabbi Allah'a aittir.' denilmektedir." (Zümer, 75)
Semavat ve arz ehli, iyiler ve fâsıklar, insanlar ve cinler, hatta cehennem ehli dahi Allah'a (c.c.) hamd edeceklerdir. Ancak doğrusunu Allah (c.c.) bilir.
Velhasıl hakîkât odur ki; Aşk, kalpte Allah'ın (hakîkî mabudun) istekleri ve rızası haricinde her şeyi yakıp kül eden, kül dahi bırakmayan bir ateştir.
Ve deriz ki; nefs-i hayvanî aşık olmaz; ruh-i sultanî aşık olur.
"Ölen hayvan imiş; aşıklar ölmez!"
Vesselâm...