Ben de yeni duydum
23 Kasım 2021, Salı 00:19“Sevmediklerinizle paylaşmak rahatlatır” (Baba Sözü)
Yahudi ile Hristiyan çok iyi arkadaşlarmış. Günlerden bir gün Hristiyan olan hışımla gelip Yahudi arkadaşının suratının ortasına okkalı bir yumruk atmış. Ne olduğunu bile anlayamayan Yahudi acıyla kıvranırken:
-“Bunu neden yaptın şimdi? Ben sana ne yaptım da vuruyorsun?”
Hristiyan:
-“Siz Yahudiler Hz. İsa’ya neler yapmışsınız öyle. Çarmıha germiş, elinden ayağından çiviler çakmışsınız!”
-“Doğru ama o 2000 yıl önce olmuştu!”
Hristiyan:
-“Olsun ben yeni duydum!”
***
Merhaba Sevgili Malatya Time’ın benim makaleme düşen okuyucu kısmı.
Şehirlerarası seyahatlerde aracı ben kullanıyorken, uykumun geldiğini hissettiğim anda ilk mola yerine aracı çeker, koltuğu yatırır uyurum. Yarım saatlik bir uyku; bir saat uykusuz araç kullanmamı sağlar. Daha önce direksiyonda uyku sebebiyle çok büyük bir risk atlatmıştım. İdam sehpasında Temel’e sormuşlar “Birazdan idam edileceksin. diyeceğin bir şey var mı Temel?”. Temel: “Ha bu bana iyi bir ders oldi” demiş ya. O direksiyondaki uyku riski bana ders oldu. Bir daha direksiyonda uykum geldiğinde çeker kenara uyurum.
25-30 yıl kadar önce 5 kişi İzmir’den Ankara’ya geliyoruz. İçlerinde ehliyetli tek ben olduğum için direksiyonda da ben varım. Birkaç saat kullandım. Gözüm kaymış. Gözümü bir açtım ki; önümde koskoca bir ağaç. Yol-mol yok! “Allaaaah” diye çığlık atıp direksiyonu kırdım. Yanımdaki koltukta Çınar Spor yöneticisi Tahsin abim vardı. Sırtıma eliyle tıklayıp:
-“Sakin ol Ersoy, Sakin. Uyumaya devam et!” dedi.
Meğerse ben uykumun geldiğini hissettiğimde bir tesisin kuytusuna çekip uyumaya geçmişim. Hatırlamıyorum. Etrafıma bakınca hatırladım.
Çalıştığım firmada bir Laz İsa vardı. Zamanın kırmızı doç kamyoneti ile mal teslimine gitmişti. Dönüşte kamyonet yoldan çıkmış ve yan yatmış. Olayın devamını sorduğumuzda İsa anlatmıştı:
-“Kaza oldi. Ben kenduma geldiğumde ortalık karişikti. Sağa baktum kapi yok! Sola baktum kapi yok. Bi de baktum kapi tavanda!”
Yan yatmış kamyonetin tavandaki kapısını açıp dışarı çıkmış vesselam.
***
Değerli okurlar. Bu hafta makalem gecikti. Eskiden uçakların kalkışında rötarlar olurdu. O zamanlar herkes buna alışıktı. O rötarla benim makalemin geciktiği kadar ses getirmezdi. Arayan arayana. Ersoy Baba Bu kadar gecikmezdi. Ölse haber çabuk yayılırdı. Helvalar dağıtılır, mevlitler okunur, Hatimler indirilirdi. Bunların hepsi mutlaka gene yapılmıştır. Ama benim için değil. Malatya gibi koca şehirde her gün ortalama 15 kişi vefat ediyor. Şükür ki içlerinden biri değilim. En avantajlı yanım da o sıra Malatya’da olmamamdır. Şehirlerarası seyahatteydim. Yeni döndüm. Hemen Makalemi yazmaya başladım. Umarım umduğunuzu bulur, sevmediklerinize de paylaşarak hıncınızı bir şekilde alırsınız.
***
Geçenlerde Siteler’den geçerken çay içesim geldi. Hemen yol üstündeki bir mobilyacı arkadaşıma uğradım. Harika çay demlerlerdi. Çayımı yudumlarken işlerden güçlerden bahsettik. Piyasaların pandemiden dolayı zaten sıkıntıda olduğundan ve rakiplerin zorluğundan dem vurdu ve:
-“Tek rakibimiz devlet. Şu anda mobilya sektörü ile devlet rekabet halinde” dedi. “Nasıl yani?” diye sordum.
-“15 Temmuz Fetö darbe girişiminden sonra 4-5 büyük mobilya markasına devlet el koymuş hepsine kayyum atamıştı. Yani o mobilya markaları devletin oldu. Şu anda da bizim tek rakibimiz devlet!” dedi.
Eskiden dolmuş arkalarında yazardı: “Tek rakibim THY (Türk Hava Yolları)” diye. O fantezi idi. Ama bu gerçek.
Sevgili okurlarım.
Bundan yıllar önce Gazete dağıtıcılığı yaparken esnafa gittiğimizde “illa buyur bir çay iç” diyorlardı. “Peki” deme gafletinde bulunduğumuzda diafonla çayçıyı arayıp “falanca atölyeye bir çay” diyorlardı.
Önceleri şüphelenmiyordum. Sonraları sadece bana ısmarlayıp kendileri içmediğinin farkına vardım. Çaycıdan gelen çay karbonatlı zift gibi bir çaydı. 2. bir esnafta içtiğimiz benzer bir çay ile karnım ağrımaya başlardı. “Çay dokunuyor” dediğimde oralet, meyve suyu teklif ediyorlar, hiçbirini içmediğim zaman adeta küsüyorlar, içtiğimde de benim midem bozuluyordu. Sonralarda çaresini buldum. “İlla ki bir şey içeceksin” dediklerinde orada olması ihtimali olmayan bir şey istiyordum. Bu bazen soğuk kapiçino bazen de ananas suyu oluyordu. Israr edenler bu talebim karşısında ezilip büzülüyor ve mahcup bir şekilde:
-“Abi o dediğin buralarda bulunmaz” diyorlardı ve ısrarı bırakıyorlardı. Bu benim için harika bir yöntem oldu.
Yine o yıllar önceki zamanda bir grup arkadaşımla Ankara’dan İstanbul’a gidiyorduk. Bolu dağı tüneli henüz açılmamıştı. Birçok sürücünün kâbusu olan Bolu Dağı bizim için sadece harika bir kahvaltı ve nefis bir manzaranın ifadesiydi.
Gittiğimiz lokanta küçük bir yer. Ortada büyük bir kuzine soba var. Tahta masa, sandalyeler. Sobaya yakın bir yerde iki masayı birleştirip 8 kişinin oturacağı şekle getirdik. Masamıza kahvaltılıklar, kuzine sobada kızarmış ekmekler ve meşhur tereyağlı sahanda yumurtalar geldi. Harika ortam ve harika bir kahvaltı başlamıştı. Kahvaltının sonlarına doğru telefonum çaldı. Bu Adapazarı’ndaki iş arkadaşımız Mahmut Hoca idi. Mahmut hoca ehli tarikat bir arkadaş. Ama bir o kadar da boğazına düşkün. Yemek hazırlamayı da yemeyi de çok sever ve bu işler için de özel zaman ayırır.
Duymuş nerden duyduysa, bizim İstanbul’a gideceğimizi. Kendine göre bir zaman ayarlaması yapıp aramış. Onun hesabına göre henüz Bolu Dağı başlangıcına gelmemiş olmamız lazım. Ama biz çoktan varmıştık ve kahvaltıyı bitirmek üzereydik. Durumu anladığında kan beynine sıçradı adeta:
-“Hemen o sofradan kalkın. Parasını ben verecem. Bir lokma daha yemeden hemen kalkın. Ben burada size kahvaltı hazırladım. Hızla buraya gelin, karışmam!”
Mecburen sofrayı öylece bırakıp kalktık. Adapazarı’na vardığımızda Mahmut Hoca bizi sokakta karşıladı. Hemen eve buyur etti. “Ya aileyi rahatsız etmeyelim” mazeretiyle yırtmaya çalıştık ama:
-“Merak etmeyin. Evde kimse yok. Hanımı, çocukları gönderdim. Kimse rahatsız olmaz. Siz geçin salona” dedi.
Misafir ev sahibinin kuzusudur. Salona her giren bi “Oooo!” çekiyor. Mahmut hoca bir kahvaltı sofrası hazırlamış ki; ben üzerinden bunca yıl geçmiş olmasına rağmen bir benzerini daha göremedim. 2,5 metre çapındaki yuvarlak masada fazladan tuzluk koyacak bir alan kalmamış. Sıcağından soğuğuna her şey dört dörtlük. Ama işin kötü tarafı biz toktuk.
Zahmete karşı mahcubiyetten oturduk. Kenardan kenardan, çok götürüyor havasında azar azar bir şeyler yemeye başladık. Herkese “ne içersiniz” diye soruyor, isteğe göre çay, meyve suyu vs. hazırlayıp veriyordu. Sıra bana geldiğinde:
-“Ben bir şey almayayım” dedim. Kaşlarını çattı.
-“Beğenmemiş gibi olur” deyip illa ki bir şey içmeye zorladı. O eski yöntemi orada da kullanayım dedim; Mahmut Hoca’nın evinde ne olmayabilir diye düşündüm:
-“O halde ben Ananas Suyu alayım” dedim. O zamanlar piyasada böyle tropik meyveler ve meyve suları hiç yok. “Onda da yoktur” diye düşündüm.
Ama yanılmışım. Varmış.
Mahmut Hoca geniş şalvarıyla hızla kalkıp dolabı açtı ve marketteki kiloluk salça tenekesinin yaklaşık 4 katı büyüklükte teneke kutuyu çıkardı. Elektrikli konserve açacağı ile hemen açıp, sürahi veya vazo standardında büyük bir bardağa fora etti. Dibindeki küp kesilmiş ananas parçalarını da kaşıkla bardağa aktarıp uzattı. Yüzümdeki perişan ifadeyi algılamış olmalıydı ki:
“Bizde söz ağızdan çıkar. Sen istedin, ben ikram ediyorum. Kutuyu da senin için açtım. İsraf olmasın. Hepsi senin. Buyur iç!” dedi.
Adapazarı’ndan İstanbul’a geçtik. Sonrasında Ankara’ya döndük. Aradan belki 20, belki 30 yıl geçti. Mahmut Hoca’nın ananasından sonra bir daha ananas suyu içmedim. Bazen tadına bakacak oluyorum; o kâbus gibi ananas suyunu vazo gibi koca bir bardakla içtiğim an aklıma geliyor.
Herkes hata yapabilir. Ersoy Baba makalesine takılıp sonuna kadar okumak hata değildir. Paylaşmamak hatadır. Yorum yazmamak hatadır. Hep Temel’den örnek veriyorum. Bir örnek daha vereyim:
Temel rakamda da anlaşarak yeni işe başlamış. Ay sonu geldiğinde patronu Temel’i sınamak için maaş zarfına 3000,-Tl yerine 3100,-TL koymuş. Temel Zarftan parayı çıkarıp saymış. 100 lira fazla. “Herhalde patron çalışmami peğendi. Onun için fazla verdi” diye düşünmüş olmalı ki dönüp çıkmış odadan.
Bir sonraki ayın sonunda maaş zarfına 100 lira eksik koyan patron Temel’in tepkisini merakla beklemeye başlamış. Temel zarftan paraları çıkarıp saymış: 2900,-Tl. Bu anlaştığı rakamdan 1oo lira eksik. Tekrar saymış: 2900,-TL. Tekrar tekrar saymış. Eksik.
-“Patron, bir hata vardur. 100 lira eksiktur.” Patron kaşlarını çatmış:
-“Geçen ay da hata yapmış 100 lira fazla vermiştim. O zaman neden tepki vermedin?”
Temel:
-“Sevgili patronum. Prensibimdur, daima ilk hatalari affedeyrum” demiş.
Sevgili okurlarım. Paylaşmamak, yorum yapmamak hatadır. Ben de ilk hataları affederim. Ama bu bir değil, iki değil!
Neyse. Bu haftalık bu kadar yeter.
Kalın sağlıcakla.