Bir efsane şehir; Orduzu
18 Nisan 2022, Pazartesi 10:54Gelincik Tepesi’nden Gâvur Dağı’na,
Marğap Göleti’nden Arslantepe’ye
Bir efsane şehir; Orduzu
Malatya merkeze 8 kilometre uzaklıkta, şehrin Kuzey’inde yer alan, arazilerin büyük bölümü kayısı ağaçlarıyla kaplı, Malatya’nın yöresel kimliğini taşıyan, Eskimalatya’ya komşu bir belde…
Orduzu tarihi katıntıları ve bilhassa Arslantepe Höyüğü ile dünya çapında bilinen bir yöremizdir. Ki Arslantepe’nin bilimsel kayıtlara göre dünyanın ilk site devleti olduğu tespit edildi. Halen kazı çalışmaları devam ediyor. Orduzu’nun nerede toprağını kazsanız, hangi tepesine çıksanız tarihi eserlerle karşılaşmak mümkün. Yani tarihi açıdan mümbit ve zengin bir kasabamız…
Orduzu, ayrıca Pınarbaşı mevkiiyle de ünlü… Orduzu Pınarbaşı göleti ve çevresindeki piknik alanları şehrimizin büyük ölçüde yükünü çekiyor. Halk yazın akın akın buraya gelip nefes alıyor, dinleniyor ve pikniğini yapıyor.
Orduzu’ya her ne kadar “Bahçebaşı” deseler de ben asla bu yeni ismi kullanmam. Zaten halk da asla Bahçebaşı demez, hep Orduzu der. Bahçebaşı uyduruk bir isimdir ve asla “Orduzu” isminin yerini tutamaz.
İşte böylesine önemli bir beldemiz olan Orduzu’yu hiç tanımadığımı ve keşfetmediğimi itiraf etmek zorundayım. Sevgili dostum ve bu bölgenin de çocuğu olan Hikmet Bucak beni davet edip gezdirene kadar ben Orduzu’yu tanımıyor muşum…
Uzun süreden beri beni davet edip duruyordu Hikmet… Seni öyle bir tepeye çıkaracağım ki, Malatya’da böyle güzel bir manzara göremezsin, diyordu. Eee peki bakalım, haydi gidelim, dedik ve yola koyulduk.
Hikmet abi candan ve samimi bir dost… Şeker gibi adam... Malatya sevdalısı ve özellikle de Orduzu hayranı… Orduzu’yu tanıtmak için can atıyor, büyük çaba sarfediyor.
21 yaşında üniversiteye hazırlanan oğlunu da yanımıza alıp doğru Orduzu’nun yolunu tuttuk. Oğlu Mahmut Serdar da melek gibi bir çocuk, Allah esirgesin, efendi, terbiyeli ve zeki… Bu zamanda böyle kötü huyu olmayan çocuk yetiştirmek her aileye nasip olmaz. Allah annesine babasına bağışlasın.
İşte böyle temiz ve Malatya sevdalısı baba oğulla yola düştük. Çatyol’dan başlayarak mahalleleri bir bir geçtik, Arslantepe Höyüğü’nü solumuzda bırakıp yola devam ettik. Kaldırım mahallesine yaklaştıktan sonra toprak yoldan bir tepeye doğru tırmanışa geçtik. Hikmet dedi ki, gözlerini kapa, ben aç diyene kadar açma!
Aç!
Aaaa, bu ne güzel bir manzara, ne şirin bir gölet! Orduzu’da böyle bir yer de mi varmış, gökyüzünün maviliği göletin rengini de maviye boyamış adeta… Karşıda bir koyun sürüsü göletten su içiyor. Araçtan iner inmez, yıldırım gibi Göletin öte başındaki sürüye koştuk. Yüce Allah, nereye gitsek önümüze mutlaka böyle görüntüler çıkarıyor, Allah hareket edeni bereketiyle mükâfatlandırıyor. Musa isimli çobana dedik ki, “Sen burada bizim için bekle, sürüyü gölün etrafında tut, biz yukarı (Gâvur) tepesine çıkacağız, oradan fotoğrafınızı çekeceğiz”
Çocuk sağ olsun kabul etti, fakat hızlı çıkın dedi. Biz yaklaşık 1 saatte çıkılacak tepeye tam 40 dakikada çıktık. Nefes nefese kaldık, yorulduk. Ama Gâvur tepesine çıkınca sanki gökyüzü bulutlarının üstüne çıkmış gibi birden hafifledik, ayağımız yerden kesildi, terli vücudumuzu tatlı tatlı esen rüzgâr serinletti.
Aman Allahım, gözlerime inanamıyorum.
Dört tarafımız muhteşem güzelliklerle kaplı… Ne yana dönsem, hangi tarafa baksam acaba? Başım döndü, biz neredeyiz, sahi burası Malatya mı? Yoksa Rize Kaçkar dağlarına geldik de, Hikmet abi beni mi kandırdı! Şu aşağıda gördüğümüz iki göl krater göl mü acaba?
Tam 360 derece manzara var burada, panoramik görüntü mü arıyorsunuz, işte tam burası… Güneyimizde Karakaya Baraj gölü ve Baskil dağları, Eskimalatya ve uzak köyler, Orduzu Pınarbaşı ve Malatya Üniversitesi kampüsü, Malatya merkez… Her taraf görüş açımıza takılıyor. Hemen makineme sarıldım, aç kurtlar gibi (Pardon aç fotoğrafçılar gibi) deklanşöre basmaya başladım, çektikçe çekiyorum (Allah kimseye çektirmeye…)
Ayran içmiş gibi kendimden geçtim. Beni kendime Hikmet abinin uyarısı getirdi, “Alişan abi aşağıda çoban bizi bekliyor, fotoğrafını çek ki, sürüye yol verelim.”
Hikmet abi öyle de nazik, kibar ve efendi bir dost… Allah işini gücünü rast getire… Hemen objektifimle görüntüyü yaklaştırdım, uzaktan sürünün fotoğrafını çektim. (Laf aramızda ben kimin fotoğrafını çekersem mutlaka sahibine veririm. Çoban Musa’ya da gönderdim)
Tepede çakılı kaldım. Ben dört tarafı manzara ile süslü bu tepede günlerce kalsam doyamazdım. Hikmet abinin çocukluğu bu yörede geçtiği için hem bu tepelerin hem de bu tepelerdeki tarihi katıntıların bilgisine sahip… Evet, yanlış duymadınız, tarihi kalıntılar… Gâvur tepesinde de yıkık, harabeye dönmüş, hazine arayıcıların açtığı çukurlarla tahrip edilmiş kalıntıların hangi dönemden günümüze kadar ulaştığı belli değil. Ya Osmanlı ya da Osmanlı öncesi döneme ait…
Çünkü ta karşımızda bütün ihtişamıyla Arslantepe Höyüğü duruyor. Dünyanın ilk site şehri, 5 bin yıllık bir tarih varsa burada, her karış toprağında, tepesinde ve yer altında mutlaka başka tarihi eserler ve yaşanmışlıklar vardır. Bu tepeler ve topraklar kazınsa gör ne medeniyetler çıkar ortaya… Toprağın renginden ve kokusundan buraların dünyada eşi benzeri olmayan tarihi yerler olduğu gün gibi aşikâr… Neyse bu kalıntıların bilgisini biz tarihçilere bırakalım ve yavaş yavaş tepeden aşağı inelim…
Şimdi istikamet Kaldırım Mahallesi… Gâvur tepesinden gördüğümüz, seyrine doyamadığımız Kaldırım Göleti’ni daha yakından göreceğiz. Kaldırım Mahallesi benim samimi dostlarımın oturduğu belde… Şevket Başıbüyük, Muhammed ve Davut Arkın kardeşler… Kaldırım Göleti’nin etrafında dolaşırken Davut Arkın ve çocukları ile karşılaştık. Yine keramet sahibi olduğumuzu her gezide gösteriyoruz, hamdolsun… Telefonla Şevket ve Muhammed’le de irtibat sağlayıp Kaldırım’ın tepesinde dostlar zirvesi kurduk.
Buradan Kaldırım Göleti bir başka güzel görünüyor. Öğleden önce bizi yakan güneşin yerini şimdi fırtına, gök gürlemesi, şimşekler ve kara bulutlar aldı. Bu demektir ki birazdan yağmur gelecek. Gezimizin sonuna yaklaşmıştık, artık yağmur yağsa da gam yemezdik.
Gezimizin sonunda, akşama doğru yorgunluğumuzu atmak üzere Leylekpınar mahallesindeki Hikmetlerin bahçesine gittik. Büyükbabasından kalma eski bir köy evine zor attık kendimizi, sicim gibi yağmur yağıyor. Sobayı yaktık, çayımızı demledik, bir yandan yudum yudum çayımızı içerken, bir yandan da Orduzu muhabbeti yaptık.
Sobanın çıtırtısı ve çayın dumanı, sohbetin koyuluğu ile birleşince eski ev sanki canlandı ve anılar bir anda evin içinde hayat buldu. Bizim Hikmet bir gün bu evde, Ocak ayının soğuk bir gününde burada yatmış, tam dört defa uykudan uyanmış ve sobayı tekrar yakmış… Sabaha doğru oturmuş ağlamış, eskilerin hangi şartlarda hayat sürdüğünü düşünmüş ve babaannesini hatırlayıp hüzünlenmiş… Şimdi lüks ve refah içinde yaşayan yeni neslin ne kadar nankör olduğuna kanaat getirmiş…
Ah ah, şu duvarların dili olsa da konuşsa, ne anılar saklı, ne acılar ve hüzünler biliyor şu kapılar. Ama nasıl da sır tutuyorlar, ne kadar baskı yapsanız da hiç biri sır vermiyor.
Ama şunu hissediyorum, bu evde, bu eski evde, şimdi baki aleme göçmüş eski insanların ruhları dolaşıyor, sanki kalın duvarlara sinmiş nefeslerini duyuyorum, biliyorum ama söyleyemiyorum. Edgar Allan Poe’nun, özgün adı “The Fall of the House of Usher“ olan “Usher Evi'nin Düşüşü” adlı kasvet ve gizem dolu hikâyesi aklıma geldi. Okurken o kadar çok korkmuştum ki, Hikmet ile oğlu Mahmut Serdar korkmasınlar diye anlatmadım.
Neyse; Orduzu gezimizin sonuna geldik.
Bir gün içinde hem güneşten yanacağımızı hem de soğuktan üşüyüp soba yakacağımızı nerden bilebilirdik. Aynı gün iki mevsimi birden yaşadık. Bizim memleketin de artık Karadeniz’den geri kalan yanı yok.
Hikmet abiye, oğlu Mahmut Serdar’a gönülden teşekkür ediyorum, bana bu unutulmaz Orduzu gezisi yaşattıkları için…
*********
Aşağıda sizlere Orduzu’daki önemli tepeler ve göletler hakkında bilgi verelim:
1-Orduzu Gelincik Tepesi’nin efsanesi
Rivayet olunur ki Orduzu'da yaşlı bir kadının tek bir kızı varmış ve bu kızını kendisine bakması için bir tanıdığıyla evlendirmek istermiş. Kızın gönlü bir yabancı gence düşmüş, annesi istemeyerek de olsa kızı sevdiğine vermiş. Davullu zurnalı çok güzel bir düğün olmuş, kız evin tek kızı ya haliyle çeyizi de çok olur, evde ne var ne yok kız bohçalara, sandıklara koyup atlara yüklemiş ve tam evden çıkacağı zaman bir oklava varmış ve o oklavayı da almak istemiş, tabi annesi izin vermemiş. Kız ona rağmen o oklavayı almış ve evden çıkarken sinirlenen annesi ''inşallah taş olursunuz '' diye kızının arkasında beddua etmiş. Atlı develi düğün kafilesi Orduzu Köşebaşı mahallesinin yaklaşık bir kilometre arkasında olan tepelik yere gelince kız aldığı oklavadan dolayı pişman olmuş, tam arkasını dönmüş ki gidip oklavayı verip annesin gönlünü ala o anda tüm düğün kafilesi taşa dönüşmüş.
Karşıdan bakıldığı zaman tamamen binek hayvanlarının üzerinde olan bir kaç kişiyi andıran kayalara o günden günümüze kadar Gelincik Tepesi demişler.
*****
2-Marğap (Gelincik) Göleti
Orduzu Mahallesi Kaldırım mevkiinin üst tarafında Gâvur Dağı’nın eteklerinde 1994 yılında Orduzu'nun eski Belediye Başkanı Rahmetli Hacı Bayram Şahaplıoğlu'nun gayretleri sonucu inşa edilmiştir. Göletin bulunduğu konum yüksek olduğundan dolayı öncelikle Orduzu Pınarbaşı Gölet’inin dolması gerekir, göletin en üst kodundan direk olarak demir borularla tamamen yer altında çekilen bir hatla beslenmektedir ve bu nedenle bu göletin suyu Gelincik isminden de anlaşılacağı gibi temizdir. Göletin derinliği yaklaşık 16 metre olup 300 metrelik bir ön settin arkasına doğru biriken suyla dolar. Orduzu'nun üç altın gerdanı diyebileceğimiz gölet sisteminin en küçüğü ve çevresiyle beraber en bakir olanıdır. İleri ki zamanlarda çok büyük bir çevreci mimarın projesiyle çok güzel bir tabiat parkı olarak değerlendirilebilir. Gölet kapalı sistem sulamayla Orduzu Kaldırım mevkiinde ki kayısı bahçelerine adeta can katmaktadır.
*******
3-Gâvur Dağı (Tüllük)
Orduzu’nun belki de tarihi olarak hiç keşfedilmemiş yerlerinden biridir. Orduzu Gelincik Tepesi’nin sağında, Kaldırım Mahallesi’nin sırtında dik ve heybetli duran ve adeta küçük bir volkanı andıran bir dağdır. Dağın en üst zirvesine çıktığınız zaman Malatya adeta ayağınızın altına serilmiş gibidir, tepenin bir yanında Kaldırım Göleti ve diğer yanında Marğap Göleti ve önünde duran Zorvalı Ovası’yla adeta heybetli bir baba gibi durur. Dağın en üst zirvesine Tüllük derler ve bu zirvede daha önce Osmanlılar’dan kalma bir yel değirmeninin kalıntıları bulunmaktadır. Rivayet olunur ki eski zamanlarda haberleşme aracı olarak duman kullanılmaktaydı ve bu tepe de tüm Malatya ovasına hakim olduğu için bu haberleşme için çok uygun bir konumdaydı. Burada duman haberleşmesi için bekleyen görevliye aynı zamanda geçimini de sağlaması için o zamanın şartlarına göre bir yel değirmeni inşa edilmiştir. Tarihi Arslantepe'yi de tam karşıda gören bu tarihi yer için günümüzde herhangi bir resmi kazı ve araştırma yapılmadığı gibi ayrıca kaçak kazı yapan definecilerin talanı altında harap olmaya yüz tutmuştur. Burada gerekli kazıların yapılması halinde Malatya’mızın tarihi bir mekâna daha kavuşacağına inanıyoruz.
*******
4-Kaldırım Göleti
Orduzu'nun Kaldırım mevkiinde Gâvur Dağı’nın sağ tarafındaki bir alanda 1990 yılında DSİ tarafından sulama amacıyla inşa edilmiş bir gölettir. Gölet, Orduzu Pınarbaşı Gölet’inden kot farkı olarak aşağıda olduğu için Çınar Çeşmesi’nin, Orduzu deresi ve etrafta bulunan daha birçok kaynağın suları iki harık şeklinde toplanıp gölete aktarılmasıyla besleniyor. Gölet derinliği yaklaşık 20 metre olup 300 metre set uzunluğunun arkasında toplanan bir gölle kapalı sistem olarak Aşağı Kaldırım ve Karakaş Köyü’ne doğru olan tarım arazilerine 30 yıldır can katmaktadır. Gölette av mevsiminde yöre halkı ve balık meraklıları tarafından amatörce balık avlanmaktadır.
*****
Not: Orduzu yöresine ait gölet ve tarihi tepelerin teknik bilgilerini kaleme alan Hikmet Bucak kardeşime çok teşekkür ediyorum.