"Çok yağlı bir iş buldum; masabaşı."
23 Ekim 2022, Pazar 10:12
Araçtaki arıza için sanayide eskilerden bildiğim süleyman ustanın tamirhanesine uğradım.
-“Abim çok araç var, tek başımayım. Sen gece 03’te gel.”
-”Nasıl yani? diğer ustalar nerede? Nevzat usta nerede?”
-”Nevzat zaten belediyede işe girmişti. Başka Türk usta da bulamadım. O sıralarda Amerika Irak’ı bombalamaya başlayınca Irak’tan gelenler arasında ustalar vardı. Onlarla çalıştım bir sür. Sonra onların kimi ülkesine döndü. Kimi Avrupa’ya gitti. Kaldım tek başıma.”
-”O zamandan beri bi Türk çırak da mı bulamadın usta?”
-”Sonra Suriye savaşı patlak verdi. Amerika oraya burnunu soktu. Oradan göçenler sayesinde baya bi usta çırak yoğunluğumuz oldu. Usta çırak lazım olduğunda direklere Türkçe ilan yazmanın bi anlamı yoktu. Çünkü çalışacak Türk yoktu. İlanlarımızı arapça yazdık. 5-10 sene Suriyeli ustalar sanayimizi ayakta tuttu.”
-”Eee? Şimdi neden yalnız kaldın?”
-”Türkiye orada yerleşim yerleri, iş imkanları sağlayınca bazısı geri döndü. Bazısı da bizdeki maaşı beğenmeyip büyük fabrikalara kaçtı.”
-”Şansa bak yaa. Ne yapmak lazım süleyman usta?”
-”Afganlılar geldi. Onlar da çobanlık, bekçilikten başka iş bilmiyorlar. Bi ümidim var. O da Amerika hazır yunanistan’a yerleşmişken oraları da bombalayıverse baya bi usta çırak gelir. Bi müddet de Yunanlılarla idare ederiz.”
Velhasıl sevgili okurlar gece 03’te sanayide olabilmek için saatimi kurdum.
**
Bizim Türkler masa başı iş istiyor. Hatta mümkünse evlerindeki masalarından çalışabilecekleri iş istiyorlar.
Bir fabrikanın metal atölyesinde fırın boyada çalışacak eleman ararken vasıfsız bir eleman işe talip olur. Kısa zamanda da işi öğrenir. kaynak bölümünden gelen iskeletleri masanın üstüne koyup elindeki ilaçlı bez ile yağlarını siliyor, fırın boyaya hazırlıyordu. Babası köyden arayıp işini sordu. Uzun zaman işsiz gezen eleman, babasının “Bula bula bu işi mi buldun” dememesi için :
-”Çok yağlı bir iş buldum baba. Masa başı iş. Çok sıcak bir ortam. İyi de maaşı var. Yemek, çay, servis. Çok iyi iş baba çok iyi.”
Yağlı iş olduğu doğru. Masa başı iş olduğu doğru. Fırın boya tünelinin yanında; sıcak bir ortam olduğu da doğru. Baba mutlu olmuş tabi ki. Hemen küçük oğlunu da aynı yerde iş ayarlasın diye abisinin yanına göndermiş.
Sürekli yabancı düşmanlığını körükleyenlerin sağladıkları ilk durum sanayi tesislerinin eleman kayıpları ve ekonomik zararlar.
Bir de yabancı düşmanlığı Müslüman ülkelerden gelen göçmenlerle sınırlı. Almanya’dan gelip ülkemize yerleşenlere, Ukrayna’dan ülkemize sığınanlara gık yok. Göçmense o da göçmen. Ama Suriyeli, Iraklı, Afgan olursa tepki var. Hristiyan ise tepki yok. Bir de yabancı düşmanlığına buradan bakın.
Yazık ki hükümet de zaman zaman bu işi körükleyenlerin etkisinde kalıyor. Ukrayna’da savaştan etkilenen çocuklar için Antalya’da tatil köylerinde organize ettikleri rehabilitasyon ve eğlencelerle psikolojilerini düzeltmek için masraflar ederken, Suriye’deki katliamdan kurtulup gelen çocuklar için böyle bir eğlence ve rehabilitasyon programı uygulamıyor. Muhtemelen ki yabancı düşmanlığı yapanların tepkisinden çekiniyor.
Tezatlar ülkesindeyiz vesselam. Bir esnaf arkadaşımla sohbet ederken Cuma namazı vaktinin yaklaşmakta olduğunu fark ettim. Namazında niyazında olduğunu bildiğim arkadaşa Cuma için abdestinin olup olmadığını sordum.
-“Abdestim var ama Cuma’ya gitmiyorum. Hatta Camide hiçbir hocanın arkasında cemaate katılmıyorum. Kafir devletin maaş ödediği memurun arkasında namaz kılınmaz!” Dedi. Devletin herhangi bir kurumunda resmi işlem yaptırmak sistemi kabullenmekmiş. Yani haram imiş.
Enteresan geldi bana. Arkadaşım emekli. Emekli maaşını alıyor. Hanımına sigortasını yaptırıyor. Araç satın alıyor. Devletin yaptığı yolları, köprüleri kullanıyor. Ama trafik sigortası yaptırmıyor. Çünkü haram. Sigortası olmadığı için kesilen trafik cezasını ödüyor. 2. Kez yakalandığında aracı parka çekiliyor. Mecburen sigortasını yaptırıp haram müessesesine para ödüyor. Park cezasını da kapatıp aracını parktan çıkartıyor. Kaza yaptığında sigortadan para almayıp hasarı kendisi ödüyor. O kısmı sadece haram çünkü. Sistemin sağladığı elektrik ve su gibi ihtiyaçları kullanıyor. Bedellerini bankaya ödüyor. Ev satın alıyor. Ama vergilerini ödemiyor. Çünkü o kısmı haram. Sonra icra geliyor. Evden olmamak için icrayı ödüyor. O kısmı helal. Mal satıyor. Fatura kesmemek için direniyor. Mecbur kaldığında kesiyor. Vergi dairesine gidip vergisini ödüyor. Bankadan havale ile para geliyor, para gidiyor. Banka ile çalışmak haram. Ama bu kadarcığı değil. Herkesi tekfir ediyor. Kafirsin diyor. Ama kendisi Müslüman.
Dedim ya tezatlar ülkesi.
Bir eski dostumuzu ziyaret etmiştik. Yakın zamanda rahmetli oldu. Rabbim mekanını cennet eylesin. Dini bir cemaatte hizmet vermeye, Tebliğ etmeye çalışıyordu.
-“Neler yapıyorsunuz, faaliyetleriniz nedir?” Diye sordum.
-“Buradan çıkıyoruz Tayvan’a. Veya başka bir ülkeye. Orada insanlarla tek tek görüşüp tebliğ yapıyoruz. Onlara peygamberimizin anlattığı gibi tek tek birebir İslam’ı anlatıyoruz.” Dedi.
-“Her halde ses, görüntü ve diğer teknolojik imkanları kullanıyorsunuzdur” dedim. Hemen çıkıntı yaparak:
-“Asla. Peygamberimiz zamanında hangi imkanlarla tebliğ edilmişse aynı imkanları kullanıyoruz. O tür sonradan çıkan şeyleri asla kullanmıyoruz! Teknolojiyi asla kullanmıyoruz!” dedi.
-“Peki buradan Tayvan’a veya başka bir ülkeye nasıl gidiyorsunuz?”
-“Uçakla.”
Yani sevgili okurlarım. Tezatlar ülkesiyiz.
Adamın biri lokantada yemek yerken dikkatini bir şey çeker. Her garsonun gömlek cebinde kaşık bulunmaktadır. Merakına dayanamaz ve kendisine yemek getiren garsona sorar:
-“Neden her garsonun cebinde kaşık var?”
-“Efendim. Biz ISO kalite belgeli bir firmayız. Araştırmalarımız sonucunda her 7 müşteriden bir kaşığını yere düşürüyor. Kirlenen kaşığı mutfağa götürüp temizini getirmek yaklaşık 27 saniye sürüyor. Gün ve ay hesabı yapıldığında bu saatleri bulan iş ve zaman kaybı oluyor. Yere kaşık düştüğünde hemen cebimizdeki temiz kaşığı müşteriye veriyor, bir ara mutfağa gittiğimizde de temiziyle değiştiriyoruz.”
-“Makul ve mantıklı” demiş müşteri. O arada garsonun pantolonun fermuarın arasından bir ip sarkmakta olduğunu fark etmiş. Bakmış diğer garsonlarda da aynı durum. Garson ayrılmadan pantolondaki o ipi göstererek sormuş:
-“Peki o ip ne için?”
-“Efendim. Dediğim gibi. Biz ISO kalite belgeli bir firmayız. Araştırmalarımız sonucunda garsonların küçük tuvalet ihtiyaçları sonrasında el yıkamaları hem zaman kaybı, hem de su israfı olduğu tespit edilmiş. Biz de sadece fermuarı indirip ipi çekince ipin ucu bağlı olduğundan hiç el değmeden küçük tuvalet ihtiyacımızı giderebiliyoruz. Ellerimizde kirlenme olmadığından yıkama ihtiyacı da olmuyor. Su ve zaman kaybından kurtuluyoruz.”
-“Peki tamam da ihtiyacınızı giderdikten sonra geri nasıl koyuyorsunuz?”
Garson hafifçe müşterinin kulağına eğilip:
-“Diğerlerini bilmem ama ben kaşığı kullanıyorum”
**
Sevgili okurlarım. Lokantada aman kaşıklarınıza dikkat edin. Yere düşürmeyin. Düşerse de umursamayın. Ekmeği bandırıp yemeye devam edin. Abi tavsiyesi.
Kalın sağlıcakla…