Elma bile yerli ve milli değilken!
01 Aralık 2020, Salı 10:16
-SESLİ MAKALE-
Antisthenes, “Namuslu olmanın yolu nedir?” diye soranlara şu cevabı vermiş: “Seni yakından tanıyanlara, ne gibi hatalarının olduğunu sormaktır.”
Granny Smith ile Arjentino, ne kadar yerli ve milli?
Zahirine baksan, şen şakrak olmamız lazım. Elimizi burnumuza götürüp, nanik yapmamız lazım. Sevinçten ters takla atmamız lazım. Fakat işin iç yüzüne baktığımızda ise, bütün bu saydıklarımdan uzak durmamız lazım. Çünkü “Yerli ve milli” diye vitrine koyduğumuz şey, aslında açık uçlu bir yazılım. Peki bu durumda ne yapmamız lazım? İşte bu soru karşısında, iki elimizi yanağımıza götürüp, “Neden böyle şeylere tenezzül ediyoruz ki?” şeklinde “sesli” düşünerek, evvela kamuoyundan özür dileyip, sonrasında ise kendi gayretimize yönelmemiz lazım. Bunu yaparken de, bütün içtenliğimizle, “pandomim” hareketlerden kaçınmamız lazım…
Uzunca bir zamandır yazmayı düşündüğüm, fakat bir türlü fırsat bulamadığım konunun vakti geldi anlaşılan. Bilindiği üzere son dönemlerde ülkemizde "Yerli ve milli” kelimelerini sıkça duymaktayız. Hayatımızın hemen her kademesine nüfuz eden teknolojik ve akıllı ürünlerin varlığı inkar edilemez. Bir çoğu “Vazgeçilmezlerimiz” arasına girmiş durumda. Haliyle bu cihazları kullanacak yazılımlar da oldukça önemli. Toplumların geleceği de, yaptıkları yazılımlara bağlı oluyor. Dışa bağımlılığın ortadan kaldırılması adına “Yerli ve Milli Yazılım” seferberliği başlatılmış durumda. Fakat bazı kurumlar “Açık uçlu yazılımları” kendilerine uyarlayarak, ürünlerine “Yerli ve Milli” yakıştırması yapıyor. Bu durum ne ülkemize ne de o bahsettiğim kurumlara katkı sunamaz.
BigBlueButton!
Yoldan geçen birinin çevirseniz ve ona "BigBlueButton nedir?" diye bir soru sorsanız, hiçbir eğitimi olmasa bile size "Ecnebi işi bir şey" cevabını verecektir. Okur-yazar olmayan bir kişi bile pekala size bu cevabı verebilir.
“BigBlueButton” yabancı menşeli, eğitim kurumlarına odaklı olarak geliştirilmiş, özgür ve açık kaynak kodlu bir web konferans yazılımıdır. Açık kaynak olması sebebiyle, her kurum bu yazılımı alıp kendine göre ayarları yaparak kullanabilir.
Malatya'daki bir kurum, bu yazılımı kullanmakta ve her ne hikmetse ısrarla "Yerli ve milli" vurgusu yapmaktadır.
Malatya Turgut Özal Üniversitesi'nden bahsediyorum. Bu güzide üniversitemiz, uzaktan eğitim için “BigBlueButton”ı kullanıyor. Fakat neredeyse bütün platformlarda, "Yerli ve milli yazılımımız" diyerek reklam yapıyor. Hatta bir büyüğümüz bir programda çıkıp, "Bu yazılım, ticarete konu edilmeli ve diğer eğitim kurumları, Turgut Özal Üniversitesi'ne gerekli ücreti ödeyerek bu yazılımı satın almalıdır." demişti.
Az buçuk yazılım bilgisi olan herkes bu yazılımın yerli ve milli olmadığını rahatlıkla anlar. Üniversite yetkililerinin bunu bilmiyor olmasının akılla izah edilir bir yanı yoktur. Bünyesinde, yazılım mühendisliği, bilgisayar mühendisliği ve bilgisayar programcılığı bölümleri bulunan bir eğitim kurumunun bu hatayı yapmasının izah edilebilecek bir tarafı var mı? Bahsettiğim bölümlerden birinin hocalarından biri çıkıp, "Bu program ne yerli ne milli. Yabancı bir program" demiş mi acaba? Doğrusu çok merak ediyorum. Program güzel olabilir, ücretsiz olabilir, kullanımı kolay olabilir... Fakat yerli ve milli değil!
Geçtiğimiz hafta sıla-i rahim için Malatya'daydım. Bir ara Malatya Park AVM'ye uğrama imkanım oldu. Burada, Turgut Özal Üniversitesi'nin ürünlerini görme fırsatı da buldum. "Yazılım yerli ve milli olmasa bile elmalar yerli ve milli" diyecektim ki; elmaların cinsinin Granny Smith ve Arjentino olduğunu öğrendim ve hemen düşüncemden vazgeçtim.
POZU BIRAKIP, ÇÖZÜM ÜRETİN!
Sivrice-Pütürge Depremi'nden sonra, deprem gerçeği iyice hayatımıza yerleşti. Ülkemizin değişik yerlerinde meydana gelen depremler, ilimizde en son cuma günü yaşadığımız 4.7'lik artçı deprem gibi artçı şoklar sebebiyle; deprem gerçeği hayatımızdan çıkmayacak gibi görünüyor. Böyle bir durumda hepimizin depremle yaşamayı bilmesi, buna dair eğitimlerin verilmesi ve depreme dayanıklı yapıların inşa edilmesi şart. Bu iş genel olarak toplumun tamamını ilgilendiren oldukça önemli bir konu.
1999'daki Marmara Depremi'nden sonra, ülke olarak deprem konusunda epey bir yol kat ettiğimiz ortada. Özellikle arama/kurtarma konusunda dünyanın en iyi ülkelerinden biriyiz.
Depremi önleme konusunda ise hâlâ yetersiziz. Özellikle imar konusunda belediyelerimizin sınıfta kaldığını belirtmek isterim. Bugüne kadar yıkılan, yahut yıktırılan kaç binanın yerine yenisi yapıldı. Bunun istatistiğini tutan kimse var mı? Hayatının 50-60 yılını geçirdiği evi yıkılan vatandaş aynı yerde ev yapabilir mi? Yapmak için kime başvuracak? Devletin katkısı ne olacak? Bu konuda maalesef kimse bilgi sahibi değil. Vatandaş nereden sağlıklı bilgi alacak, bilen yok. Kendine bunu dert edinen de yok.
Konu deprem ise insanların yönlendirildiği iki kurum var; Çevre ve Şehircilik Müdürlüğü ile Afet Acil Durum Müdürlüğü. Çevre ve Şehircilik Müdürlüğü işin inşaat kısmını biliyor, fakat diğer hiçbir şeyden bilgisi yok. Kaldı ki inşaat işini TOKİ takip ediyor. Afet Acil Durum Müdürlüğü (AFAD) deyim yerindeyse, "Toplama kampı" gibi. Değişik kurumlardan geçici süreli görevli personelle iş yürütülmeye çalışılıyor. Sorduğunuz soruların yüzde doksanının cevabını bilen yok. Sonuçta muhatap olduğunuz kişi geçici görevli ve bir süre sonra oradan ayrılacak. Şehir Merkezinde kimse; hangi bölgeden, kaç metrekare, kaç liralık bir ev alacağını bilmiyor. Yetkililer "Maliyetin yüzde kırk altında" demek dışında bir bilgiyi vermiyorlar. Çünkü onlarda bilmiyor.
Mesele, birçok binayı peşi sıra dikmek değil. Parasını verip binlerce bina dikmek kolay. Önemli olan; adaletli bir şekilde bu binaları hak sahiplerine teslim edebilmek.
Ey yetkililer, kış mevsimi geldi çattı. Dikilen binaların önünde poz vermeyi bırakıp apolitik olun artık. Vatandaşın aklındaki soru işaretlerini bitirmeyi deneyin lütfen!
DEPREM“ZADE” OLANLAR!
Olumsuz bir olayın mağdurları için "zede" takısı kullanıyoruz. Afetzede, selzede, depremzede veya bankerzede. Verdiğim ilk üç örneği, az çok hepimiz biliriz. Sonuncusun ise yaşı kemale ermişlerimiz daha çok bilir. Geçmişte ülkemizde bir banker furyası yaşanmıştı. Bankerlerin mağdur ettiği insanlara da “Bankerzede” demiştik. “Bankerzede”lerin sırtından köşeyi dönenler olmuştu. Tıpkı bugünkü “zede”lerin sırtından köşeyi dönenler gibi.
Bugün bu “zede”leri mağdur edenlere de “Depremzade” deniliyor. Yani “Zade” eki getirildi bunların sıfatının sonuna. “Depremzade” ismi denilince de geçtiğimiz hafta kaleme aldığım yazı sonrası ortaya çıkan gelişmeler aklıma takıldı.
Hatırlanacağı üzere, Yatırım İzleme ve Koordinasyon Başkanlığı'nda yaşandığı iddia edilen "İhale yolsuzluğundan" bahsediyorum. Yazıdan sonra hiçbir kurum ve kişiden itiraz gelmedi. Aksine çok daha fazlası olduğu söylendi bizlere... Elektronik hesabımıza düşen mesajlar ile birlikte yazımıza gelen yorumlara bakınca, birilerinin harbi harbi "depremzade" olduğuna kanaat getirdim.
İnsanlar depremden etkilenip perişan olurken, devletin gönderdiği deprem yardımıyla zenginleşip köşeyi dönenleri görmek beni ziyadesiyle üzdü. O kadar çok iddia var ki! Hangi birini sayayım? Personele baskı mı dersiniz, müteahhitlere hakaret mi dersiniz ya da araba alış verişi mi dersiniz! Bir sürü iddia var. Bütün bunlara rağmen hiçbir şey olmamış gibi davranan yöneticiler, beni en çok endişelendiren konuydu. Mülki Amir bir tarafa, iktidarın vekillerinden çıt çıkmadı mesela. O kadar ciddi iddialara rağmen sadece YİKOB'da bir müdürün görevinin sona erdirilmesi (O kişi hâlâ diğer taraftan il müdürü olarak görevine devam ediyor.) dışında hiçbir hareket yok. Beni ülkem ve şehrim adına en çok endişelendiren bu konuya “Vali Bey” lütfedip bir adım atar mı bilmem? Yoksa başkaları mı bir şey yapar?
Bunu zamanla göreceğiz…
GÜLEÇ YÜZLÜ AKİF AĞABEYİN ARDINDAN!..
Doğrusu “gıpta” ettim. Bir insan ancak bu kadar sevilirdi. Ancak bu kadar arkasında, hüzne boğulurdu insanlar. Ancak bu kadar hep bir ağızdan “İyi adamdı, mekanı cennet olsun!” derdi.
Sosyal medyada yapılan gönülden paylaşımlar, gelen telefon mesajları, hatta ve hatta aldığım bir çok telefonda, arkadaşlarımın hüzne boğulması bunun alametiydi.
Gazeteci ağabeyimiz ve arkadaşımız Akif Çelik Rahmet-i Rahman'a teslim oldu. Mekânı cennet olsun...
Bu vesileyle, Covit-19 sebebiyle vefat eden dost, ahbap ve akrabalardan dolayı, hüznümü değerli bir islam alimine paylaşmıştım. Aldığım cevap: “Merak etme, salgın zamanında vefat eden ehli iman, şehit sayılır!” şeklinde cevap almıştım.
Birden ezberimdeki şu Hadis-i Şerif'i düşündüm:
Ebû Hüreyre (Radıyallahu anh)'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah aleyhissalatü vesselam:
– Siz kimleri şehit sayıyorsunuz? diye sordu. Sahâbîler:
– Yâ Resûlallah! Kim Allah yolunda öldürülürse o şehittir, dediler. Peygamber Efendimiz:
– “Öyleyse ümmetimin şehitleri oldukça azdır” buyurdu. Ashâb:
– O halde kimler şehittir, yâ Resûlallah? dediler. Resûl-i Ekrem efendimiz:
– Allah yolunda öldürülen şehittir; Allah yolunda ölen şehittir; salgın hastalıktan ölen şehittir; karın sancısından ölen şehittir; boğularak ölen şehittir, buyurdu. (Müslim, İmâre 165)
İslam âlimleri bu hadisten yola çıkarak, şehitleri; “Ahiret şehidi”, “Dünya şehidi” ve “Hem dünya hem de ahiret şehidi” olarak üçe ayırır. İmanına, insanlığına ve şahsiyetine itimad ettiğimiz güleç yüzümüz Akif ağabey, inşallah ahiret şehidi sayılır...
Selam ve dua ile
Fiemanillah