Eski(meyen) Malatya!..
12 Ocak 2023, Perşembe 12:26Bizim çocukluk günlerimizin geçtiği Malatya ile şimdiki Malatya arasında dağlar kadar fark var.
O dönem eczanelerimiz, yalnız ilaç satardı. Eczanelerde, genellikle ilaçları eczacılar yapar, o yüzden de eczaneler buram buram ecza kokardı. Çeşit çeşit parfümler, deodorantlar, ıtriyat malzemeleri eczanelerde satılmadığı için bu gün duyduğunuz parfüm kokularını duyamazdınız. Eczanelerin taban döşemeleri genellikle ahşaptan yapılır ve ahşabın ömrünü uzatmak ve de haşere oluşmasını önlemek için haftada veya on günde bir mazotla silinirdi. Dolayısıyla mazot kokusu ecza kokusuna karışır, ortaya şimdi duymanız mümkün olmayan ve bir çoğumuzun özlediği müstesna bir koku çıkardı. O dönemki eczanelerde şimdi olmayan bir şey de, camının bir tarafı kırmızı, bir tarafı yeşil olan ve üzerinde "zehirlidir" ibaresi bulunan zehirli ilaçların koyulduğu camekânlardı.
O dönem plaj terliği almak için ayakkabıcı pazarına gitmeniz gerekirdi. Eczaneler şimdi olduğu gibi plaj malzemeleri satmazlardı.
Çamaşırların külünen kaynatılıp köpüçlerle dövülüp sakız gibi edildiği, yeşil sabunun ve arap sabununun altın çağını yaşadığı o yıllarda bir çamaşır deterjanı üretilmiş ve adına da "Tursil" denmişti. Öyle bulaşık deterjanı, bulaşık tuzu, beyazlatıcı denen maddeler literatüre dahi girmemişti. Onun için çamaşır deterjanlarının hepsinin ismi "Tursil" olmuştu. Bütün bitkisel yağların adının "Vita", bütün LPG markalarının adının "İpragaz" bütün kağıt mendillerin adının "Selpak" olduğu gibi!..
Güney Kore, Japon ve Çin arabaları henüz ülkemizde arz-ı endam etmemişlerdi. Kuş serisi (Kartal, Şahin, Serçe) yerli arabalarımız bile üretilmemişti. Etrafta genellikle Amerikan arabaları görürdünüz. Tek tük de olsa Alman ve İngiliz arabaları da piyasadaydı.
Fakat "gonfor" yapacaksanız mutlaka Amerikan arabalarının sağ arka köşesini ve üçgen oturan bir şoför bulmanız gerekirdi.
Kadınlarımızın, kızlarımızın sıfır beden olmak gibi bir dertleri yoktu. "Bir dirhem et, bin ayıp örter" atasözü yürürlükteydi. Onun için de kimse diyet nedir, ölüm orucu nedir, kalori hesabı nedir bilmezdi. Dolayısıyla da her şeyin hakikisini yerler, light ürün nedir bilmezlerdi.
Televizyonun yokluğunda tek eğlencesi sinema olan bir şehirdik. Babacan'ın, Köse'nin, Tabelacı Ahmet'in "32 kısım tekmili birden, Tarzan ve Jane, yazlık renkli sinemada" anonslarını duyup ailece yazlık sinemalara gidilir, çekirdekler çitlenir ve buz gibi "Demir" gazozu içilirdi.
Kanalboyu'nda kafeler açılmamıştı henüz, yaz akşamları analarımız mahallenin belirli noktalarında oturur sohbet ederlerdi. Bizim mahallede, sohbet için uygun dört yer seçilmişti. Birincisi Şahin, Şadan, Şanal, Volkan Tosun kardeşlerin evinin önüydü. İkinci ve üçüncüsü karşı sırada Pütürgeli Kazancıların evinin önü ve Kuloğlu Muhammed Dayının evinin önüydü. Sonuncusu da Turfandalıların yani Hacı İbrahim Turfanda'nın evinin önüydü.
Bunlardan en şenliklisi Turfandaların evi olurdu.
Devasa sitelerin bitirdiği "mahalle" ve "mahallenin namusu" kavramı henüz yürürlükteydi.
Kimse kimseyi rahatsız etmez, aynı sokaktan iki kere geçene "hop hemşerim" diye hesap sorulurdu. Bunu yapanların kız kardeşleri bile yoktu, ama bütün mahallenin kızları onların bacılarıydı.
Şimdi mi, ne siz sorun ne ben söyleyeyim...
Hasıl-ı kelam; bu günleri yaşayan bizlere, bugün yaşananlar çok tuhaf geliyor.
Hep dediğim gibi, çok şeyimiz yoktu belki, ama mutlu olmayı bilirdik.
Selam olsun Malatyamın güzel insanlarına...
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.