Gidip biz de nasiplenelim şu etten
31 Ekim 2021, Pazar 11:10
Sevgili Malatyatime okurlarının benim makaleme düşen nasiplileri. Koca bir haftayı geçirdiniz. Ömrünüzden bir haftanın daha eksildiğini umursamadan “Acaba Ersoy Baba bu Pazar hangi konuyu işleyecek” diye hafta sonunu iple çekmenize şaşmıyor değilim. Ama son dakikaya kadar yazacağım konuyu ben de bilmediğimden size de kızamıyorum. Aynı konumdayız. Ama ben sizlerden biraz daha şanslıyım. Makaleyi yayına girmeden önce ilk ben okuyorum. Sizler ise çok sonraları. Nasip meselesi.
Konu nasibe gelmişken İsmi Hamdi olan bir doktor abim daha vardı. Tanıyanlarınız, bilenleriniz vardır. Ama bilmeyenlere de anlatmam lazım.
Dr. Hamdi Toprakçı. Genel cerrah idi. Ankara’nın en köklü spor kulüplerinden olan Çınar Spor ’un da değerli yöneticilerindendi.
Dr. Hamdi bey, karikatürist Kasım Özkan’ın memleketinde 20 yıl görev yaptı. Artvin/Arhavi’de herkes Dr. Hamdi Toprakçı'yı bilir. Onun ne kadar sabırlı biri olduğunun belgesidir; “Lazların diyarında 20 yıl görev yapması.”

Dr. Hamdi Bey yakın zamanda vefat etti. Allah rahmet eylesin ve cennetiyle şereflendirsin.
Dr. Hamdi Toprakçı’nın sporcuları arasındaki lakabı “Hamdi Baba” dır. Ben de aynı lakapla devam ederek bir hatırasını anlatayım istedim.
Hamdi Baba Çankırı Ilgazlıdır. Karlı bir kış günü Ilgaz’daki yaylaya çıkar. Yayla kara gömülmüş ve ıssızdır. Karları yara yara yayla evine ulaşır. İçerde hemen şömineyi yakar. Etrafı düzenler. Şömine güzel güzel yanmaya, içerisi de ısınmaya başlayınca keyifle uzanır. Biraz sonra içi geçer, uyuklamaya başlar.
Bir süre sonra buram buram ızgara et kokusu burnuna gelir. Yaylada kendisinin yalnız olduğunu sanmaktadır. Ama demek ki birileri daha var. Ve harika bir ızgara yapıyorlardı. Hamdi Baba yemek konusunun “yemeği yemek” branşında da ihtisas sahibidir. Canı çeker. “Gidip biz de nasiplenelim” der.
Bu yayla hikayesini Ankara’da Öveçler Vadisi’ndeki Çınar Spor tesislerinde kuzine sobanın başında patateslerin pişmesini beklerken anlatmıştı. Yarı oturuyor, yarı uzanmış haldeydi. Ayağının biri kanepenin üstünde ve kalın bir sargı bezi ile sarılmıştı. Merakımdan:
-“Hayırdır Hamdi Baba? Ayağı nerede sakatladın?”
Hamdi baba her zamanki gibi gülerek:
-“Ayağımın durumu sakatlıktan değil. Az önce anlattığım yayladaki ızgara et ziyafetinden kalma. Yaylada gerçekten ben yalnızmışım. O kızarmış et kokusu benim ayağımdan geliyormuş. Şeker hastası olmam sebebiyle acıyı hissetmemişim. Şöminenin ateşinde yanmış. “Gidip biz de nasiplenelim” diye ayağa kalkınca gördüm ayağımın komple yandığını.”
Lügatinde “yok” ve “olmaz” kelimeleri bulunmayan Hamdi Baba hep olumlu düşünür, kimseyi kırmaz, kızsa da muhatabı ondan asla alınmaz, saygı gösterirdi. Babaydı, Babacandı, Babayiğitti. Yaptığı ameliyat sayısı binlerle ifade edilirdi. En riskli ameliyatları cesaretle ve sakince yapardı. Sesi iyi değildi ama ameliyatlarda türküden de vazgeçmez, ameliyat ekibine koro şefliği yaparak operasyonlarını başarıyla sonlandırdı. Allah Rahmet eylesin.
Velhasıl her şey nasiple.
Daha önceleri Cezaevi hatıralarını yazdığım Abbas anlatmıştı. Aktarayım da siz de bilin. “Bilmiyorduk” demeyin.
Kapalı Cezaevinde genellikle uyuşturucu suçlarından dolayı yatanlar çoktur. Uyuşturucu deyip geçmeyin. Pahalı bir alışkanlıkmış. İhtiyacı karşılamak için hırsızlık yapınca suç 2’ye çıkıyor. Bazen silah zoruyla başkasının cebindeki parayı almak zorunda kalıyorlar. O da gasp demek. Suç 3’e çıkıyor. Adam dirençli çıktı. Cep telefonunu, ya da parasını kaptırmamak için direniyor. Krizde olan suçlu önemsemiyor, adamı bıçakla delik deşik ediyor. Bir de yaralama suçu ekleniyor. Yaraladığı adam hastanede öldüyse, cinayet suçu da dosyaya katılıyor. Velhasıl içerde hepsinden var koğuşta.
Bütün bu suçlar normalmiş gibi gülerek, sohbette anlatmaları da işin cabası. Hırsızlığı da o kadar kanıksamışlar ve normal anlatıyorlarmış ki;

***
Mesela karısının pişirdiği kuru fasulye tam pişmemiş diye karısını bıçaklamaktan “5 aydır” cezaevinde sürünen tutuklu adamın söyledikleri var:
-“Kuru fasulyeyi az pişirmiş diye karımı bıçaklamıştım. Merak ediyorum; acaba dersini almış mıdır? Artık kuru fasulyeyi tam kıvamında pişirebiliyor mudur?”
Bu gerçekten tutuklunun ağzından çıkan laflar.
Bir belediye temizlik işçisi de içerde kendi kendine söyleniyormuş:

Bir tane daha hükümlü konuşması var ki akla ziyan:
Pala isimli bir hükümlü vardı. 50 - 60 yaşlarında, siyah pala bıyıklı, esmer tenli biri. uyuşturucu satışından 7 ayrı şehirde cezaevlerinde yatmış. Tutuklu girdikleri de ayrı. Uyuşturucunun her çeşidini satmış. Pala anlatıyormuş:

“Ben 25-30 yıl uyuşturucu sattım. Müşterilerim arasında gençler çoğalmaya başladı. Sonra liseli çocuklar gelip almaya başladı. Bir gün baktım, anee!!! O ne la! Ortaokul çocukları gelip uyuşturucu almaya başladılar. Orda uyandım.
Bu iş yanlış yere gidiyor. Uyuşturucu ortaokullara kadar inmiş. Bu çok kötü dedim.
İki çocuğum ortaokula gidiyordu. Bunlara da bulaşır, Allah korusun alışırlar dedim. Hemen çocuklarımı okuldan aldım. Ben duyarlı bir babayım. Çocuklarımı uyuşturucu illetinden uzak tuttum. İyi ki de çocuklarımı zamanında almışım. İçeri düşmeden önce artık ilkokul çocukları bile bana gelip benden uyuşturucu alıyorlardı. Çok kötü çoook…”
İnsan doğru işler yapacak. Konuşmalarına da dikkat edecek. Ağızdan çıkan her kelimenin önemini bilecek:
Mehmet Emmi kasabada alışverişini yapmış eşeğine binmiş köye dönerken yolun yarısında eşek durmuş. Gitmiyor. Mehmet Emmi ne yaptıysa kımıldatamamış yerinden inatçı eşeğini. Su vermiş, yem göstermiş, ama yok! Hayvan gitmiyor. O sinirle güya eşeği cezalandırmış olacak ya:
-“Eh, ben de senin sırtından inersem karım boş olsun” diye öfkeyle bağırmış.
Eşek bu ya, lafı duyunca anladığından değil, ama inadı bittiğindendir muhakkak, başlamış yürümeye.
Mehmet Emmi eşeğin inadı kırılıp yola devam etmesinden memnun ve rahatlamış. Ama sonradan sonradan dediği laf kafasını meşgul etmeye başlamış. “Ben de senin sırtından inersem karım boş olsun” demişti. Eşiğin sırtında hayat geçirecek değil ya. Köye varana kadar da kendince bir çözüm bulamamış. Eve hiç uğramadan sürmüş eşeğini İmam’ın evine. Hiç inmeden seslenmiş İmam’a. Birazdan köyün imamı evden çıkıp “Hayırdır” diyen bakışlarla Mehmet Emminin yanına gelmiş. Mehmet Emmi durumu anlatınca İmam düşünmüş.
-“Emmi, bu işin mutlaka bir çözümü vardır ama ben bulamadım” demiş. Birlikte öyle mi olur, böyle mi olur diye sesli fikir alışverişlerine duvarın kenarında gölgelenen köyün delisi Alosman müdahale etmiş:
-“O iş kolay”
İkisi birden sesin geldiği yöne dönmüş. Alosman’a çok da ciddiye almadan “nasıl?” diye sormuşlar.
Alosman eşeği ipinden tutup bir ağacın kenarına kadar getirmiş.
-“Mehmet Emmi, eşekten inmeden ağaca tırmanabilir misin? Tırman öyleyse.” Mehmet emmi zorlansa da ağaca tutunup eşeğin sırtına ayağını dayayıp ağaca çıkmış. Alosman da eşeği birkaç metre uzaklaştırıp:
-“Hadi şimdi ağaçtan in. Sen eşekten inmedin, eşekten çıktın. Ağaçtan indin. Evliliğin kurtuldu” demiş.
En azından bir deli Alosman kadar çözüm odaklı olmak lazım da, işin diğer kısmını da görmek gerek. Bu zavallı kocalar evliliklerini kurtarmak için ne sıkıntılara düçar oluyorlar. Ona rağmen karılarına yaranamıyorlar.
Hayat böyle işte..
Ben o konularda dikkatliyimdir. Siz de dikkat edin. Her deli Alosman değildir. Adı Alosman olan herkes de çözüm odaklı düşünemez.
En iyisi siz kalın sağlıcakla.
