Hacc-ul Ekber'in ardından
03 Kasım 2014, Pazartesi 13:50İslam olmanın 5 şartından biri Hac görevini yerine getiren milyonlarca Müslüman, geçtiğimiz senelere göre daha rahattılar. Bu vesileyle tüm İslam aleminden ve hassaten memleketimizden hac vazifesini ifa etmek için kutsal topraklara gidip-gelen kardeşlerimize haclarının mebrurolmasını temenni ederim.
Arefesi Cumaya tevafuk eden Hac için Hacc-ul Ekber denilir ki, hamdolsun bu sene hacı kardeşlerimize nasib oldu. Kur'an terminolojisinde ise Hacc-ul Ekber bizim hac diye isimlendirdiğimize denilir ve o zaman Haccul Esğar Umre demektir.
Hac vazifesini yapan kardeşlerimizi ziyaret yolu ile ya da doğrudan bana ulaşan bilgi ve belgeler ışığında bu seneki hac organizasyonu ve orada yaşananlar ve temenniler hakkında aldığım bazı notları siz değerli okuyucularımızla paylaşmak isterim.
Bu konuda Diyanet İşleri Başkanlığının her geçen gün tecrübesinin arttığı ve daha sistematik ve planlı çalıştığı oldukça açık bir gerçektir ki, tüm emeği geçenlere teşekkür ve dua etmek lazım. Yine pek çok özel tur ve şirketin de aynı hassasiyeti gösterme çabasında olduğu görülse de ekonomik üstünlüğe ve manevra kabiliyetine imkan sağlayan devlet desteğinin bariz bir farkı görülmektedir. Hemen burada Suud Hava Yollarındaki aksamaları ve özellikle havaalanlarındaki yaşanan sorunları gördükçe Türk Hava Yollarının yıllardır Avrupa ödülüne layık görülmesinin altındaki haklı gururu yaşıyoruz. Bununla beraber; gözümüzden kaçmayan bir fark Suud Havayolu pilotlarının besmele ve dua ile uçağı kaldırıp uçak inişinde ise Allaha hamd etmeleridir. Ayrıca yolcuların ibadet ihtiyaçları da düşünülerek uçağın arka kısmında küçük de olsa bir namaz kılma alanı ayrılmış olmasıdır. Bu güzelliklerin ülkemiz havayollarında da yerleşmesini temenni etmekteyiz.
Hac vazifesinin sağlıklı bir şekilde yapılması için Sağlık Hizmetlerinin yerinde ve etkin şekilde sunulmasında Sağlık Bakanlığımıza teşekkürü unutmamak gerekir. Gerçekten çok zor şartlar altında da olsa fedakarane çalışmaları ve herkesin sağlık hizmetlerine rahatça ulaşılabilmeleri sebebi ile tüm sağlık çalışanlarımızdan Allah razı olsun.
Aldığımız bilgilere göre Bu yıl 62 bini Diyanete kayıtlı toplamda 75 bin kişi kadar hacı kardeşimiz bu kutsal vazifeyi icra etmişlerdir. İnşaallah şu an tadilatta olan yerlerin 2 seneye kadar biteceği müjdesi ile Türkiye için ayrılan kontenjanın 150 bine çıkabilecek olma ihtimali bizleri oldukça sevindirip şükre sevk etti.
Değerli okuyucularım, hacı kardeşlerimizin orada en çok duydukları cümlelerden birisi “Hacı Sabır”dır. Hakikaten de sabır orada çok önemli bir azıktır. Çünkü 6 milyonu aşkın insanın içindesiniz. Dilleri renkleri, kültürleri, alışkanlıkları, konuşmaları ve hatta bakışlarına kadar farklı olan ama Müslüman olan o kardeşlerimizle beraber pek çok menasikin aynı zaman diliminde beraberce yapılması lazım gelmektedir. İçlerinde yaşlı, genç, çocuk, hasta gibi birbirinden farklı özellikler ve sorumluluklar barından bir popülasyon içeren grift bir durum söz konusu. Böyle bir durumda kişinin kendi ibadetini yaparken bir diğerinin ibadetini engellememesi, hem Allah hakkına hem de kul hakkına hakkı üzere riayet edebilmesi ancak sabır ile mümkün olmaktadır. O yüzden Hacı Sabır tavsiyesi oldukça yerinde birirşadi telkindir. Hem yine çokça duyulan sözlerden birisi “Hacı, tarik”. Yani Hacı, yol aç, ya da kapatma veya yol ver anlamına gelir. Orada daha kişi hac vazifelerini tam olarak yapmamış olsa bile kendisine “Hacı” diye hitab edilir. Çünkü mü'minin niyeti amelinden hayırlıdır”. O hal üzere ölmüş olsa inşallah hac yapmış gibi ecr-u sevaba nail olacağı ümid edilir. Yolları kapatmamak, Müslümanların yollarını sedd-u bend etmemek hem Kur'an'ın hem de terbiye-i Nebevinin önemli bir dersidir. Mücadele suresi ayet 11'de şöyle buyurulmuştur: Ey iman edenler! Size «Meclislerde yer açın» denilince yer açın ki Allah da size genişlik versin. Size «Kalkın» denilince de kalkın ki Allah sizden inananları ve kendilerine ilim verilenleri derecelerle yükseltsin. Allah yaptıklarınızdan haberdardır. Hem Ebu Davud'da geçen bir rivayette ise Hz Peygamber “İnsanların gelip geçtiği yollarda oturmaktan sakının. Mutlaka oturacaksanız o zaman yolun hakkını verin. Yolun hakkı ise şunlardır: Harama bakmamak, Yoldan gelip geçen insanlara sıkıntı ve eziyet vermemek, tacizde bulunmamak, Verilen selamları almak, İyiliği teşvik etmek, Kötülükten de sakındırmak” buyurmuştur. Hacı kardeşlerimizin özellikle namaz kılarken (hele buralarda kılınan namaz makbuldür müjdesi tayin edilmiş yerler gibi), tavaf esnasında, vakfelerde hatta Kabe'yi seyre varıncaya kadar ki onun kendisi bile bizzat ibadettir bu emr-i Kurani'ye çok dikkat etmeleri gerekir.
İşte bu bahsedilen gerekliliklerden dolayı hac yolculuğuna çıkmadan önce hem ilmihallerden hem de haccın ruhunu anlatan kitaplardan özümseyerek hazırlık yapmak lazımdır. Mesela Risale–i Nur Külliyatı'ndan 16. Sözde geçen şu paragraf oldukça manidardır: “Hacc-ı şerif, bil'asale herkes için bir mertebe-i külliyede bir ubudiyettir. Nasıl ki bir nefer, bayram gibi bir yevm-i mahsusta, ferik dairesinde, bir ferik gibi padişahın bayramına gider ve lütfuna mazhar olur. Öyle de, bir hacı, ne kadar âmi de olsa, kat-ı meratip etmiş bir velî gibi, umum aktâr-ı arzın Rabb-i Azîmiünvanıyla Rabbine müteveccihtir, bir ubudiyet-i külliye ile müşerreftir. Elbette, hac miftahıyla açılan meratib-i külliye-i Rububiyet ve dürbünüyle nazarına görünen âfâk-ı azamet-i Ulûhiyet ve şeâiriyle kalbine ve hayaline gittikçe genişlenen devâir-i ubudiyet ve meratib-i kibriyâ ve ufk-u tecelliyatın verdiği hararet, hayret ve dehşet ve heybet-i RububiyetAllahuekber, Allahuekber ile teskin edilebilir. Ve onunla, o meratib-i münkeşife-i meşhude veya mutasavvire ilân edilebilir. Hem yine Ali Şeraitinin Hac isimli kitabında günlerine göre şeytan taşlama sahnelerini anlatırken “birinci gün neden sadece büyük şeytanın taşlandığını, hem bu 3 şeytanın neleri simgeleyebileceği gibi mesela “Nemrut, Karun ve Bel'am gibi” masadaklarının olduğunun okunması ve bir anlamda bunların kuvve-i ğadabiye, kuvve-i şeheviye ve kuvve-i akliyeyi temsil ettiğinin tatbikat sahasında her ne kadar taabbudi olan bu emirleri icra ederken Hz Adem, Hz Havva, Hz İbrahim, Hz Hacer, Hz İsmail ve Hz Peygamberi ve sahabe-i güzini daha iyi anlamaya vesile olacaktır.
Bu yazı içeriği haccın menasikinin anlamlandırılması olmadığı için denizden katre misali bahisle yetinip kabe, rükünler, hacer-ulesved, makam-ı İbrahim, tavaf ruhu, safa-merve, say, mina, müzdelife, arafat ve Medine'yi bir başka vakte talik edip daha iyi imkanlar oluşması ve daha bilinçli bir hacca vesile olabilir düşüncesi ile özellikle İstanbul'da karşıladığım bir hac kafilesinden gelen bazı önerileri ve yaşanan sorunları yetkililere ulaştırabilme düşüncesi içinde aşağıda yazan satırları hem hac vazifesini yapanlar hem de bu vazifenin yapılması için yetkili makamlar çözüm yolları düşünsün diye kaleme alıyorum:
1. Hummalı bir şekilde Kabe etrafında devam eden düzenleme çalışmalarından dolayı pek çok Hacı hangi kapı nereye açılır, hangi kapı ne zaman açılır, hangi kapı hangi metafa (tavaf alanına) çıkar maalesef bilmiyor ve pek çok defa kaybolmalar vukuu buluyor.
2. Sünnet olan Hacer-ulEsvedi öpmek için pek çok müslümana eziyetle ancak oraya ulaşılabilmesi ya da kadınların erkekler arasına girmesi ve sıkça “hacı haram haram” telkinine maruz kalınmayı hak ettiriyor. Oysa istilam manası “BismillahiAllahu Ekber” sözcüğü ve karşısında el kaldırmakla kafi ve vafidir. Çünkü o adeta bir manevi kamera gibi kendisini selamlayanları kaydeder. Hem her yerde her bir namazda dahi iftitah tekbiri ile Hacer-ulEsvede selam tevdi edilebilir! Bu makam münasebetiyle pek çok Hacının itirafı ile Endonezyalı, Malezyalı veya Yemenlilerin nezaketleri ve sistematik hareketleri herkes tarafından takdirle karşılanıp kazara ayağıma bastığı için bu kadar mahcup olan birisine neden geri dönüp baktım dedirtip “Hacı Sabır” cümlesini hatırlatıyor.
3. Sünnetler ile donatılmış bir hac yapabilme çabasını yaşlı, hasta, kadın ve çocuklarla bile sergileyen pek çok Müslümanı gördükçe ülkemizdeki özel şirketlerin ve ne yazık ki Diyanet İşleri Başkanlığının bile bu meselede hazırlıksız olduğunu görüyoruz. Evet yetkililerin kendi itirafları ile haccın farz ve vaciplerini eksiksiz yerine getirmeye çalışıyoruz çünkü hastalarımız, kadınlarımız ve yaşlılarımız var ama sünnetleri artık o kişiye kalmış sözcüklerini duyunca içlerimiz sızlıyor. Çünkü bizden daha fakir ülkeler ve yukarıda saydığım gibi yaşlı, kadın ve çocuklu aileler bile bu sünnetleri mesela Minada ve Müzdelife'de gecelemeyi, Müzdelife vakfesini sabah yapmayı, şeytan taşlamanın ilk gününü Bayramın 1. günü sabah namazından sonra Müzdelife vakfesinden sonra yapmayı 2. ve 3. gün şeytan taşlamak için Minada gecelemeyi beceriyorlar. Ama maalesef (şahsi gayretlerle bunları yapabilenleri istisna tutarak) Bektaşi misal, efendim Bayram sabahı taş atmak Hanefi'de sünnettir ama mesela Şafide gece de taş atılır biz ona uyduk deyip cemerata görev çok uzak bir mesafede (oysa otobüsler daha da ileri gidebiliyor) taş toplamak için bırakılıp, Müzdelifede akşamla-yatsıyı cem-i tehir ile kılıp arkasına da 5-10 dakika hızlıca vakfe yapıp gece yarısı taş atan hacılar orada sadece Türkleri görmektedir. Oysa aynı imam Şafii hazretleri ile beraber; hem Maliki hem de Hanbeli mezhebi “Mina'da gecelemekvaciptir” dedikten sonra gece yarısı taş atılabileceğini söylüyorlar. “Canım taş atmayıp vekalet vermek de caizdir” diyenleri de duyar gibiyim ama cemeratın ruhu anlaşılınca hacca dönmek için değil de ölmek ve olmak için gelince tekerlekli sandalyede bile olsa taş atmak ibadetinin manası çok yükseliyor.Yine Mina'da gecelemediği için bu yüzden Arafat'a da geceden gidilip orada kalınıyor ve çoğu zaman sivrisinek saldırılarına sessizce göz yumulmak zorunda kalınıyor. Hacı sabır! İşte burada Diyanet yetkililerimiz her ne kadar daha iyi çözüm yolları düşünecek olsalar da acaba basit bir öneri olarak ama beyin fırtınasına zemin hazırlamak için; Mina, Müzdelife ve Arafat'ta çadır hazırlığı, rahat WC-banyo imkanı ve sıkıntısız içme suyu gibi koşulları sağlayarak bu sünneti icra etmek isteyen Hacıların dualarını kazanabilirler diye düşünüyorum ve hamdolsun ülkemizin ekonomik gücü ve siyasi potansiyeli bunu sağlayabilecektir.
4. Diyanet İşleri Başkanımızın Arafat vakfe duası gerçekten çok halis, fıtri ve inşallah müstecab oldu. Uzun süren ama her hali ile hocamızın medrese eğitiminden de geçmiş olma avantajı ile ayetlerden ve hadislerden mülhem ve menkul duası (internetten ulaşmak mümkündür) pek çok Hacıyı ağlatıp samimi bir şekilde “AminAllahümme amin” dedirtmiş ve dua sonunda ağlayarak birbirlerine sarılarak helallik almaya vesile olmuştur. Hz Peygamber, “Hac Arafat'tır” buyurmuştur. Arafat'ın ruhunu anlamak çok önemlidir. Maalesef burada da düzeltilmesi ve tekrar gözden geçirilip muhasebe yapılması için dipnot düşüyorum ki, Arafat ruhuna yakışmayacak şekilde pek çok çadırdan gelen ilahi, kaside (geceden Arafat'ta kalındığı için sıkıntıyı giderme yolu olarak görülüyor herhalde) ve yüksek volümlü sohbet sesleri hem diğer çadırları etkilemekte hem de orası kişinin yalvardığı, kendi kendine okuduğu, nefis muhasebesi yaptığı ve günahların döküleceğine inanılan bir yer olarak samimi bir şekildetevbe, istiğfar ve nedamette bulunacağı bir yer iken; etrafın gürültüsü, çadır yetersizliğinden ve susuzluk gibi sorunlar nefsi orada bile kendisi ile meşgul ediyor.Arafat'ta akşam namazının kılınmayıp Müzdelife'de yatsı namazı ile cem edileceği bilgisi bile maalesef atlanabilecek kadar olup; Müzdelife'ye gelince biz Arafat'ta akşam namazını kılmıştık dedirtiyor. Bu yüzden bu bilgilerin hem kişiye hem de kafile başkanlarına bakar yönü var diye düşünüyorum.
Hem Arafat'a gidiş-dönüşte ve çoğu zaman Mekke ve Medine'de bu kadar zenginlikle beraber neden tahsis edilen otobüsler hep eskimiş konumda anlamak mümkün değil. Raylı sistem ve metro uygulamaları neden bu kadar gecikmiş. Bu cümleleri yazarken de karşımda yine hayali bir muteriz Hz. Peygamber ve bu yolda gidenler hep yürümedi mi, otobüs mü vardı, zahmette rahmet vardır. “Hacı Sabır” der gibi telkinlerde bulunurken bu sabır meselesini kılıf yapıp elde imkan varken neden kullanılmıyor ve daha rahat ibadet neşesi yaşanmıyor diye cevap vermek istiyorum.
5. Medine'de ilk hedef Kabe'den ayrılma hüznünü Hz Peygambere kavuşup, selam verip ve emanet bırakılan selamların da yerine ulaştırılması ile teskin etmek alacakken; burada Suud askerlerinin katı tavırları ister istemez bizim gibi pek çok milletleri üzüyor. Hele ezberinde okunacak dualar olmayıp da dua kitabını kabre karşı tutan olursa “Kabirlere Kur'an okunmaz” manasını işmam eden bir el hareketi ile “Hacı Yallah” hitabına maruz kalınmaktadır. El açıp dua etmene bile fırsat vermedikleri için bırakın içerde ne var deyip göz ucu ile bakmayı sevgilinize doyamadan adeta resmi geçitten kovalanıyorsunuz ve tekrar arka kapıdan girmeye çalışıyorsunuz. Bu sefer ya da bugün bir başka plan “Evim ile minberim arası cennet bahçesidir mealindeki hadisin müjdesine mazhar olabilmek için yeşil halı ya da yeşil renkle işaretli sütunları ararsınız ve hangi saatler boş olur diye de tecrübelilerden öğrenmeye çalışırsınız. Ancak pek çok Hacı kardeşimizin itirafı ile sabittir ki, oraya giren kolay kolay çıkmıyor ki, bir diğer kardeşi de namaz kılsın veya dua etsin. Gece yarıları bu amaçla kollanır bir hal almıştır. Aynı izdihamı Ashab-ı Suffamekanında da görmek (aslında görmemek lazımken) maalesef mümkün oluyor. Oysa i'sar (kardeşini kendi nefsine tercih etme-bkzHaşr suresi ayet 9) hasleti nerede kaldı! Ashab-ı Suffa gibi olmak için orada namaz kılmak arzusu ile Ashab-ı Suffa'nın yapmadığı şekilde kardeşi ile itişmek, namazda önünden geçmek, yer açın denildiğinde yer açmamak gibi Kur'an tarafından mezmum addedilen şeyler muttaki Mü'minin işi ve hedefi olamaz ve olmamalı.
6. Cennet-ul Baki'ye gidip bir el açıp Fatiha okumak arzunuz da yine içinizde kalıyor. Çünkü Sudun ne zaman o kapıyı açıp ne zaman sizi alacağı ve ne kadar ve nasıl müsaade edeceğini de bilmiyorsunuz. Adam sen de kapı önünde ya da otelinde (!) duanı oku diyenleri duyar gibiyim ancak “Hacı Sabır” diyoruz.
7. Hem Mekke hem Medine'de biraz bildiğinizi sandığınız Arapçanızla “Ene Uridu…” cümlenize başladığınız anda “Hacı Türkmüsün” hitabı ile karşılaşırsınız. Oysa az bildiğiniz İngilizcenizle “Do youspeak English” dediğinizde sömürge ülkelerde yetişmemiş bir taksici ve esnafsa bu sefer o çekinerek “some” ya da “I can” ile başlayan çekimser cümleler kurar. Ama Türkçenin özellikle Medine'de bu kadar para edeceğini (!) bilmezsiniz. Çoğu esnaf Türkçeyi bilir. Zaten Mekke sonrası Medine'ye gelinmiş ise cepler para ile dolu ve memlekete götürülecek cıncık-boncuk, tespih, takke ve seccade için esnaf sizleri beklemektedir. Bir de hurma için pazarlar ya da bahçeler var. Aman size tattırdıklarının aynısının paketlendiğine dikkat edin. İster gözü açıklık deyin ister ne yapsınlar senede bir deyin ama özellikle Mekke'de ve namaz çıkışlarında ya da namaza kavuşma vaktinde taksicilere çok dikkat etmek ve yetkililerin de kontrol etmesi gerekir. Maalesef taksimetreyi açmayı bırakın daha önce 10 riyale (yaklaşık 6 TL) gidip geldiğiniz yere 500 riyal isteyecek kadar pişkindirler.
8. Mekke ve Medine'de ezanla beraber esnafın camiye gitme alışkanlığı göze çarpan bariz noktalardan birisi olup ülkemizde de yerleşmesini Rezzak-ı Hakiki'den niyaz ediyorum (Amin).
9. Medine'de ziyaret edilecek pek çok kutsal mekan bulunmaktadır. Buralarda insan o günleri ve o olayları tahayyül edebilmektedir. Ancak her avantaj beraberinde bir dezavantajı da barındırdığı için buraların cazibesi Mescid-i Nebevi'den ve oradaki namaz ve ibadetten alıkoymamalıdır. Aynı Kabe'de (Mescid-i Haram) kılınan bir namazın 100 bin sevabı ve tavafın oradaki ferdi namazdan efdal olduğu müjdesine rağmen; zamanını Kabe dışında gezilecek yerlerin cazibesi ile geçirmek gibi (planlanmış ve kısa süreli görmek ve dua etmeleri kast etmiyorum!).
10. Son olarak hafızalarımızda kalan anektodlardan bazıları:
Türk Milletinin sadaka vermekteki cömertliği,
Özellikle Türk kadınlarının modern! Kıyafetleriyle tanınırlığı (tesettür: örtmek/tanınıp eziyet görmemek içindir-bkz. Ahzab suresi ayet 59),
Suud'unitikadi mezhebi gereği sert ve anlamsız uygulamalarına karşı Kabe ve Mescid-i Nebevi'deki hizmetleri,
Fakir ve kanaatkar dünya Müslümanlarını görünce ülkemizin gelişmişliği ama onların daha fazla olan fedakarlığı,
Haccın bir İslami şura bilincinin ve burada karar alınma ortamının henüz tesis olmadığını,
Devasa kulelerin bile Kabe'nin cazibesine yetişemediği,
Para, mal, makam ve metanın bir yere kadar (kabir kapısına kadar!) işe yaradığının tüm çıplaklığıyla ve baldırı çıplak ama kalbi iman ile sarılı ihramlılar ile gözüktüğü olup
Pek çok kez orada duyulan ve bir kez de Diyanet işleri Başkanımızın temennisi olan “Hacı olmanın yanında Hacı kalabilmenin önemi” cümlesine vurgu yaparak “Hacı Kalmak için Sabır Ya Hacı” diyorum.
İstemeden maksadını aşan cümleve sürç-ü lisanımız olduysa afola. Maksadım menasik-i Haccı anlamak ve sünnetlerle donatılmış bir haccı ifa etmekte atılacak adımlar ve yapılması gerekenleri bir nebze de olsa gündeme taşımakla kendilerine tercümanlık yaptığımı düşünen ve Muharremin 10'una kadar istiğfarları makbul olduğuna inandığım Hacılarımızın istiğfar dualarına ortak alabilmektir.
Not: Bu yazıyı kaleme alırken Kanal7 Haber Müdürü değerli meslektaşım sayın Sami Bayraktarın http://m.haber7.com/haberDetay.php?id=1215149 bu yılki hac ile ilgili yazısını okuduğumda çok kıymetli tespitlerini gördüğüm için hem kendisini yürekten ve samiyetle kutluyor hem de yazı linkini kendi yazım içerisine atfediyorum ve ortak tespit ettiğimiz pek çok noktayı o yüzden bu yazıya havale ediyorum.