HÜCRELERİNİZ PASLANMASIN!
30 Kasım 2019, Cumartesi 20:38
SESLİ MAKALE
Öncelikle yeni bir konuya merhaba deyip gülümseyerek yazımı okumaya başlayın.
Bu hafta sizlere vücudumuzdaki radikallerden ve antioksidan savunma sistemimizden bahsedeceğim. Hücre paslanması diye tabir ettiğim kavram da buradan çıkıyor. Hücrelerimizde başıboş halde dolanan oksijenler dokularımıza ve organlarımıza zarar vererek birçok hastalığa kapı aralamaktadır. Bu serbest oksijenler, bazı metaller, bazı yağ asitleri gibi oksidasyona meyilli olan bazı maddelere topluca serbest radikaller diyoruz. İşte bu serbest radikalleri hücrelerimize saldıran düşmanlar olarak farz edelim. Bu düşmanlar çeşitli fizyolojik olaylar sonrasında oluşabildiği gibi; çevresel olarak aldığımız UV ışınlarla, pişirirken yaktığımız yemeklerle, çeşitli toksik metallere maruz kalma sonucu, alkol – sigara tüketimi sonucu, deterjan-parfüm gibi kimyasallara maruziyet sonucu da oluşabilmektedir. Kendi elimizle düşmanlarımızı hücrelerimize yerleştiriyoruz desem eksik olmaz. Bu düşman moleküller komşusu oldukları moleküllerle kolayca reaksiyona girerler. Yani bizim sağlıklı hücrelerimize saldırırlar. Ve hücre yapımızı bozarak değiştirirler. Aynen yarısını kesip kenara kaldırdığımız elmanın ertesi gün kararması gibi. Elma da havadaki oksijenle tepkimeye girdiği için kararmaktadır. Ya da metal eşyaların paslanması gibi. Teşbihte hata olmazsa, hücrelerimizde gerçekleşen bu olaya da paslanma demek istiyorum. Bu paslanma olmasın diye Yaradan içimize bir antioksidan sistem yerleştirmiş. Ayrıca dışardan besinlerle ya da ilaçlarla da antioksidan almamız mümkün. Hep duyduğumuz ama ne iş yaptığını bir türlü anlayamadığımız bu antioksidan sistem, içinde çeşitli enzimler ve enzim olmayan moleküllerden oluşan kompleks bir yapı içerir. Bu fedakâr ve cesur askerler düşman radikallerle savaşmaktan çekinmez ve düşmanlar sağlıklı hücrelerimize saldırmasınlar diye kendi kendilerini okside ederek hücrelerimizi oksitlenmekten korurlar. Belirttiğim gibi vücudumuzda bu antioksidan savunma sistemi zaten mevcuttur ancak bazen radikaller o kadar çok olur ki savunma sistemimiz yetersiz kalabilir. Ya da bu savunma sisteminde oluşan bir hata yüzünden hücrelerimiz okside olmaya devam eder ve hastalanırız. Bu durumda özellikle dışardan aldığımız antioksidan miktarını artırmada fayda var. Bu yüzden grip olan kişilere bol bol nar ye, mandalina ye diyoruz. Çünkü mandalinada bulunan C vitamini de bir antioksidan, narda bulunan flavanoidler de bir antioksidan. Yazıma son vermeden önce sizlere antioksidan besinlerden örnekler vermek istiyorum.
Belirttiğim gibi C vitamini en önemli antioksidanlardan biri. Sebze ve meyvelerin hemen hemen hepsinde bulunan bu vitamin en güzel nimetlerden biri. Şunu da belirtmeden geçemeyeceğim ki; biberde bulunan C vitamini oranı turunçgillerde bulunandan daha fazla : )
Bir başka antioksidan kaynağımız A vitamini içeren besinler. En fazla havuçta var diye biliyor olsak da kayısı da bol miktarda A vitamini içerir unutmayın.
E vitamini de antioksidandır. E vitaminini özellikle yağlardan ve yağlı tohumlardan alırız. Bu yüzden kuruyemişleri günlük beslenmenizden eksik etmeyin.
Ayrıca fenolik antioksidanlar dediğimiz mucize üçlü var ki; kurkumin zerdeçalda, klorojenik asit patlıcan ve kahvede, resveratrol üzüm çekirdeğinde bulunuyor. İsimler yabancı gelmiş olabilir ama bu kavramlar da artık günlük dilimize yerleşmeye başladı. Mesela baş döndüren dolgun saçlar için resveratrol içeren şampuanlar bile üretilmeye başlandı : )
Son grup ise benim en sevdiğim grup; flavanoidler. Mor ekmek yazımı okuyanlar zaten konuya yabancı değiller. Flavanoidler en fazla mor meyve ve sebzelerde bulunur. Ancak fasulye, domates ve brokolide de bol miktarda bulunmaktadır.
Bu haftaki yazımı burada sonlandırırken, sizlere bol antioksidanlı günler diliyorum. Bu güzel besinleri günlük beslenmenizden eksik etmeyiniz efendim.
Bireysel diyet danışmanlığı ve merak ettikleriniz için dyt.iremercan instagram sayfamdan bilgi alabilirsiniz.
Dyt. İrem ERCAN