İmdaaat Boğuluyorum! (Sümerbank Fabrikası Yüzme Havuzunda Yaşanan Bir Öykü)
15 Temmuz 2024, Pazartesi 11:41Sahil kentinde yaşamıyorsan ya da sahile yakın değilsen, yüzme öğrenmek zor. Hele Malatya gibi denize çok uzak isen daha da zor. Çocuklar yüzmeyi nerede öğrenecek? Haydi çocuklar dereye.
Gündüzbey’den çıkan dere, Yeşilyurt ilçesinden geçerek Tecde’ye ulaşır. Malatya' ya doğru devam ederek Kernek’te dağın yamacından şelaleler şeklinde aşağı düzlüğe iner. Kanal boyunu takiben kenti geçer, Eski Malatya’ya doğru akar giderdi. Suyu gürül gürül buz gibi akar, yaz kış hiç eksilmezdi. Bağları, bahçeleri sular, doğaya hayat verir, onunla sulanan Mişmiş’lerin tadı daha şirin olurdu. Kirazlar, şeftaliler, erikler, dutlar da öyle.
Tecde' deki dereler, temmuz sıcağında yöre çocuklarının denizi olurdu. Mahallenin çocukları birbirlerine: “Haydi, Çimmeye gidek” dedimi derenin başı dolardı. Girdilermi suya, akışın hızı alıp götürürdü onları. Bu nedenle derin olmayan, sığ yerlerde girilirdi. Dere kenarındaki çıkış yerleri de iyi ayarlanırdı. Yoksa akıp gider, bir sonraki çıkış yerine kadar epeyi uzaklaşırlardı. Çocuklarınki yüzme değil, biraz serinlemeydi. Zaten kendileri de “Derede yüzüyoruz” demezler, “Derede çimiyik” derlerdi.
Akıntıya karşı yüzülemez, kulaç atışlar boşa gider, su alır geri geri götürürdü. Ancak, büyük çocuklar yüzmeyi biraz becerirdi. İyi yüzenler, dere kenarındaki ağaçlardan, yoldaki köprünün üzerinden atlayarak yeteneklerini gösterirlerdi.
Nihat ile Suat, yaz sıcağında, diğer çocuklar gibi onlar da bu derede serinlerdi. Aile kent merkezine taşınınca bu derelerden uzaklaştılar.
Kentte ki çocukların yüzme yeri de, “Kernek” ti. Gündüzbey’den gelen dere suyu, Kernek şelalelerinden dökülmeden önce dağın eteğinde biraz göllenir. Çocuklar için yüzme alanını oluştururdu.
1961 yılıydı. Okullar tatile gireli üç hafta olmuştu. Nihat, Akçadağ öğretmen okulu üçüncü sınıfa geçmiş, kardeşi Suat da, ağabeyi gibi başarılı olamamış ve ortaokul ikinci sınıfında, sınıfta kalmıştı. Aileler, yaz tatilinde boş gezmesin, yaramazlık yapmasın, mahallenin çocukları ile kavga etmesin diye çocuklarını bir yerlere çırak olarak verirlerdi. Onları bu şekilde kontrol altında tutmuş olurlardı. Boş gezenler “Çakgal” olur derlerdi. O yaz. Nihat, işçi sendikasının bürosunda çalışmaya başlamıştı. Babası, Sümerbank fabrikasının işçi sendikası başkanıydı. Onu, Sıtmapınarındaki sendika bürosunda görevlendirmişti.
Suat’ın çalıştığı iş de aynı Nihat’ın işine benziyordu. O da, Malatya’nın tanınmış Çocuk Doktoru Turgut Sözkesen’in Kışla caddesindeki muayenehanesinde çalışmaya başlamıştı. Doktor, şeker fabrikasında görevliydi. Kurum doktorluğu yapıyordu. Revirde, işçilerin hastalanan çocuklarını muayene ve tedavi ediyordu. Mesaisi bitince de muayenehanesine gelir, burada da hasta bakardı.
Muayenehaneyi bekleyecek, Telefona bakacak, hastaları karşılayacak, doktorla iletişimi sağlayacak biri gerekiyordu. Bu işi alt kattaki terzi bulmuştu onlara. Babasını tanıyordu, o söylemişti.
Suat cumartesi günü haftalığını alır, pazar günleri sinemaya giderdi. Bazen de sinema öncesi, mahalle arkadaşlarıyla birlikte Kerneğe çimmeye giderdi.
Sümerbank fabrikasının yüzme havuzu vardı. Olimpik olmasa bile, oldukça büyüktü. Üç katlı olan atlama kulesinin yüksekliği 12 metreydi. Kentin tek yüzme havuzu buraydı. Fabrika sahası içindeki bu yüzme havuzuna ancak fabrika personeli ve yakınları, ücret ödeyerek aldıkları aylık abonman kartı ile girerlerdi.
Babası Nihat’a da yüzme havuzu kartı çıkarmıştı. O her hafta cumartesi ve pazar günleri havuza gidiyordu. Suat ne yapsın? O da dereye... Yine bir pazar günü öğlen Nihat, içinde mayo ve havlusu bulunan küçük çantasını kaptığı gibi yüzme havuzunun yolunu tutarken, Suat da komşu çocukları Kığılıların Mustafa ve Ahmet ile Kernek deresinin yolunu tutmuştu.
Yüzme havuzu gibi, pazar günleri dere de kalabalık oluyordu. Rengarenk paçalı donlarla dereye giren çocuklar, soğuk su içerisinde fazla kalamıyorlardı. Bir-iki suya batıp çıkarlar, yüzmeye çalışırlardı. Yüzmeyi bilen de pek yoktu aralarında. Ancak büyük çocuklar biraz becerirdi. Soğuk suyun etkisi ile üşüyen, titremekten çeneleri birbirine vuran çocuklar, dere kenarındaki sıcak toprağa uzanıp güneşlenerek ısınmaya çalışırdı. Suat ile arkadaşları da fazla kalamadılar suda. Hava sıcak, güneş yakıyordu ama su soğuktu. Bir süre onlar da dere kenarındaki sıcak toprağa uzanarak güneşlenip ısındılar. Suat arkadaşlarına:
― Sinemaya gidelim mi? diye sordu. Ahmet hemen atıldı:
― Benim de aklımdan geçiyordu, haydi gidelim, dedi. Mustafa da onlara katıldı.
― Haydi öyleyse, biraz acele edelim. 14.30 matinesine yetişelim.
Hep birlikte kalktılar. Sinemaya geç kalmamak için fazla oyalanmadan bir kez daha dereye girdiler. Güneşlenirken ıslak vücutlarına yapışan toprakları yıkayıp, biraz yüzmeye çalıştılar. İki, üç kulaç ancak atabiliyorlardı. Suyun akıntısı alıp götürüyordu. İlerisi tehlikeliydi. Derenin suyu şelale şeklinde basamak basmak 40― 50 metre aşağıya dökülüyordu. Korkarlar, kimse yaklaşamazdı oraya.
Sudan çıktılar. Islak donların daha çabuk kuruması için iyice sıkılması gerekiyordu. Çevrede ağaç olmayınca, çıkarıp sıkmak için gizlenecek yer de yoktu. Tüm çocukların uyguladığı yöntemi onlar da uyguladılar. Gömleklerinin kollarını bellerine dolayıp bağlayarak, havlu gibi sarmalanıp, altından ıslak donlarını çıkardılar. İki kişi karşılıklı tutup, birbirinin aksi yönüne bükerek su damlamayıncaya kadar iyice sıkıp tekrar giydiler. Bu şekilde sıkılınca, çabucak kuruyordu. Zaten tam kurumasa da onlar için önemli değildi. Giydiler mi pantolonlarını üzerine, sinemaya gidinceye kadar, bu sıcakta kuruyuverirdi.
Üç arkadaş, kanal boyundan yürüyerek sinemalara vardılar. Burada birbirleri ile karşı karşıya olan iki sinema vardı. Biri İstanbul sineması diğeri Şehir sinemasıydı. Şehir sinemasının önü diğerine göre daha kalabalıktı. Filmin afişine baktılar. “Tarzan” filmi gösterimdeydi. O yıllarda Tarzan filmleri çok tutuluyordu. Özellikle çocuklar hiç kaçırmazlardı Tarzan filmlerini. Onların ilgisini daha çok çekerdi. Hemen biletlerini alıp içeri girerek yerlerine oturdular. Filmin başlamasını sabırsızlıkla beklediler. Acaba Tarzan, Ceyn ve sevimli maymunları Çita nasıl bir maceraya girecekti? Yerliler hazine avcılarına neler yapacaktı? Tarzan onları nasıl dize getirecekti? Meraklandılar. O zamanlar hayvanat bahçesi ancak üç büyük ilde vardı. Fil, timsah, aslan, kaplan, yılan, maymun gibi hayvanları çocuklar ancak Tarzan filmlerinde görüp tanımışlardı. Yada, bazılarını kitaplardaki resimlerinden öğrenmişlerdi. Filmin başlama gongu çalıp, perde kenarlarındaki renkli ışıklar yanınca, ayaktakiler hemen yerlerine oturdu. Kapı girişinde bilet kesen görevli “Film başlıyooor” diye dışarıdakilere seslendi.
Herkes susup, filmin başlamasını bekledi. Başlayınca da pür dikkat izlediler. Tarzan, kocaman ağaçlardan sarkan sarmaşık dallarından tutunarak ağaçtan ağaca uçarcasına geçiyor, bir yandan da meşhur bağırması ile naralar atarak, yerlilerin elindeki tutsak Ceyn’i kurtarmaya gidiyordu. Tabii Çita da peşinden...
Film çok uzun sürmüştü. Sinemadan çıkanlar birbirlerine filmin güzel olduğunu, beğendiklerini söylüyordu. Üç arkadaş da, filmdeki heyecanlı sahneleri konuşa konuşa evlerine gittiler. Nihat da eve yeni gelmişti. Suat’ı görünce sordu:
― Nereden geliyorsun? Ne yaptın bugün?
―Mustafa ve Ahmet ile beraberdim. Önce Kerneğe çimmeye gittik. Oradan da sinemaya.
― Hangi sinemaya gittiniz? Ne oynuyordu?
― Şehir Sinemasına. Tarzan’ın bir filmi vardı.
― Güzel mi? Beğendin mi?
― Evet, çok heyecanlıydı.
― Bana anlatsana filmi, merak ettim.
― Sonra anlatırım. Sen ne yaptın? Havuzdaydın değil mi?
― Evet. Bugün arkadaşlarla kendi aramızda yüzme yarışmaları yaptık.
― Nasıl, geçebildin mi onları?
― Hiç abin geri kalır mı? Sırtüstünde de geçtim, serbeste de.
― Abi. Haftaya pazar günü havuza giderken beni de götürür müsün? Çok merak ediyorum. Hem, derede yüzmek zor oluyor. Suyun akıntısı alıp götürüyor. Belki orada daha iyi yüzebilirim.
― İyi de, kapıda bekçi var. Giriş kartı olmayanı almıyorlar ki. Nasıl gireceksin?
― Bir yolunu bulalım abi. Hiç olmazsa bir kez gireyim havuza.
― Peki. O güne kadar da içeri girmenin bir yolunu düşünürüz.
Suat çok sevindi. Haftaya abisi onu yüzme havuzuna götürecekti. Bir hevesle anlattı Tarzan filmini abisine, hiçbir sahnesini atlamadan, heyecanla…
Günler birbirini kovalıyor, Nihat sendikanın bürosuna, Suat muayenehaneye gidip geliyordu. Her ne kadar Suat, “günler geçmek bilmiyor” diyerek pazar gününün olmasını sabırsızlıkla bekliyorsa da, sonunda beklenen gün gelmişti. Suat sabahtan başlamıştı hazırlığa. Bir havlu aldı güzelce katlayıp ağabeyinin çantasına koydu. Mayosu yoktu. Siyah paçalı donla havuzda yüzebilir miydi acaba?
― Abi, benim mayom yok. Ne yapacağım?
―Evet, mayosuz havuza giremezsin. Sana okulumuzun verdiği, 19 Mayıs gösterilerinde giydiğim şortu vereyim. Sana da iyi gelir. Onu giyersin.
― Tamam abi sağol. Ne zaman gideceğiz?
― Öğlen yemeğini yedikten sonra evden çıkarız. Ben şimdi biraz sokağa çıkıyorum. İstersen sen de gel.
― Geleyim abi. Çocuklar varsa top oynarız.
Suat yemeğini acele ile yedi. İlk o kalktı sofradan. Ağabeyini bekledi. O da karnını doyurunca, birlikte yola koyuldular. Çantayı Suat taşıyordu. Sümerbank fabrikasına yaklaştıkça heyecanı da arttı. Acaba içeri girebilecek miyim? Bekçi izin verecek mi? Diye düşünmek, onun heyecanını daha da artırıyordu. Fabrikanın giriş kapısına geldiler. Kulübede iki bekçi vardı. Nihat kartını gösterdi, Suat’ı işaret ederek:
― Kardeşim, birlikte geldik, dedi.
― Onun giriş kartı yok mu? Yoksa giremez deyince bekçi. Nihat:
― Babam ona da kart çıkartacak ama henüz işlemlerine başlayamadı, dedi.
― Kimin oğlusunuz?
― Nusret Gülşen’in
― Hangi Nusret bu? Suat hemen atıldı:
― Sümer spor güreş takımının antrenörü.
Bu sırada diğer bekçi söze girdi:
― Tanıdım, tanıdım. Nusret Ustanın çocukları bunlar. Bizim başkanın, Sendika başkanının. Eskiden pehlivandı.
― Ya öyle mi! Demek Nusret ustanın, başkanın çocuklarısınız.
― Evet, bende sendikada çalışıyorum.
― Hadi bu seferlik kardeşin de girsin bakalım.
― Teşekkür ederiz bekçi amca.
― Sağol bekçi amca.
Suat içeri girebilmenin sevinci ile ağabeyinin koluna girdi. Doğru soyunma kabinlerinin bulunduğu bölüme yürüdüler. Suat mutluydu:
― Teşekkür ederim abi, sayende ben de girebildim, dedi.
― Asıl, bekçilerin babamı tanıyor olması işe yaradı. Ben bir şey yapmadım ki. Mayolarını giyip havuzun başına yürüdüler. Havuz oldukça kalabalıktı. Suda yüzenler arasındaki üç kişi, onların geldiğini görünce Nihat’a el salladılar. Arkadaşlarıydı. Nihat da onlara el salladı.
― Hadi gel, diye seslendiler.
― Geliyorum, geliyorum. Nihat kardeşine rehberlik ediyordu:
― Önce, karşıdaki duşlara gidip duş alacağız. Havuza girmeden önce duş almamız zorunlu. Duşlarını alıp, havuzun kenarına geldiler. Nihat:
― Burası havuzun en derin yerleri. Tramplen altı. Boyunu aşar. Dikkat et. Kenarlarda yüz. Tamam mı?
― Peki abi. Kenarlarda yüzerim. İkisi birden suya girdiler. Nihat, biraz önce kendine el sallayan arkadaşlarının yanına gitti. Suat, kendi başına yüzmeye çalışıyordu. Havuzun kenarından ayrılmıyor, 2-3 metre yüzünce yorulup hemen kenar betonuna tutunarak dinleniyordu. Dereden daha iyi yüzüyordu burada. Akıntı da yoktu. Havuz çok hoşuna gitti. Yüzdükçe kendine güveni geliyordu. Her seferinde biraz daha uzağa gitmeye çaba gösteriyor. Dinlenip, dinlenip tekrar yüzüyordu. Biraz sonra Nihat da yanına geldi.
― Abi. Havuzun yarısına kadar yüzebiliyorum.
― Aferin. Hadi yüz bakalım.
Suat yüzmeye başladı. Abisi de onun yanında yüzüyordu. Tramplen altına geldiğinde Suat kenara tutundu.
― Çok acele ediyorsun. Sanki suyun içinde çırpınıyor gibisin. Sakin ol. Korkma. Ayaklarını da arkaya iyice uzat ve açıp kapat. Ellerin ile ayakların birbirine uyumlu hareket etsin. Bak kulaçlarını da böyle at. Ayaklarıma da dikkat et.
Nihat, kardeşine kulaç atışlarını, ayak hareketlerini gösterdi.
― Hadi, sen de dene bakayım. Sen de benim yüzdüğüm gibi yüz bakayım.
Suat, tekrar yüzmeye başladı.
― Aferin, bak yapacaksın ama telaşlanıyorsun. Suyun üstünde hareketsiz durmayı da bilmediğinden hemen kenara tutunuyorsun. Bak bana, suda kulaç atmadan nasıl duruyorum. Ellerimi hafif oynatmam suyun üstünde durmamı sağlıyor batmıyorum. Öncelikle bunu öğrenmelisin. Tabi hepsini de bir günde öğrenemezsin. Zamanla öğreneceksin.
Bu sırada Nihat’ın arkadaşları da onların yanına geldi.
― Kardeşim yüzmeyi henüz yeni öğreniyor. Ona, yapması gereken bazı hareketleri gösteriyordum.
― Biz de tramplenden atlayacağız. Sen de geliyor musun?
― Evet, geliyorum. Üçüncü kattan atlamaya var mısınız? Kim daha güzel atlayacak?
İçlerinden biri:
―Yok, ben ancak bir ve iki den atlarım, dedi. Diğer ikisi:
― Biz varız, diyerek en yüksekteki üçüncü kattan atlayış yapmayı kabul ettiler.
Nihat, sudan çıkarken kardeşine:
―Sen kenarlarda, acele etmeden kendini yormadan yavaş yavaş yüz. Bizim atlayışlarımızı da izle. Bak en güzel hangimiz atlayacağız. Hep suyun içinde de durma, arada bir dışarda güneşlen. Üşümeyesin.
― Tamam, abi, dedi Suat. Havuzun tramplenleri üç kademeliydi. Beton merdivenlerle çıkılıyordu kat kat. Birinci kademedeki tramplen üç-dört metre kadar yükseklikte, ikincisi bir o kadar daha yüksekte, en yukarıdaki üçüncü tramplen ise 12 metre. Üç katlı bir apartman yüksekliğindeydi. Çok iyi atlayış yapabilenler çıkardı ancak en üst tramplene. Tekniğin yanında cesarette gerekirdi oradan atlayabilmek için. Bir ve ikinci tramplenden atlayanlar çoğunluktaydı. Suat, ağabeyinin de önerilerini dikkate alarak yüzmeye çalışıyordu. Artık, havuzu enlemesine olarak yarıdan biraz daha ileriye kadar yüzebiliyordu.
Biraz dinlenmek için sudan çıktı. Geldiğinden beri sudaydı, çok yorulmuştu. Tramplenden atlayanları daha iyi izleyebilmek için gerideki banklardan boş olanına oturdu. En yukarıdaki, üçüncü tramplende Nihat’ın arkadaşlarından biri atlamaya hazırlanıyordu. Yukarıdan ıslık çalarak havuzdakileri uyardılar. Havuzun ortalarında yüzenler, atlayış yapacaklara yer açmak için kenarlara çekildi.
İlk atlayışı yapacak çocuk tramplenin ucuna kadar geldi. Birkaç saniye hareketsiz durup, tüm dikkatini topladı ve kendini boşluğa bıraktı. Kollarını öne doğru birbirine bitiştirerek, başı kollarının arasında, suya balıklama daldı. Havuzdakilerin hepsi atlayış yapanları ilgi ile izlemeye başladılar.
Nihat tramplene çıktı. Kendisini aşağıda dikkatle izleyen kardeşine el salladı. O da abisine. Tramplenin ucuna kadar geldi. O da bir süre hareketsiz durup iyice konsantre oldu ve kollarını yana açarak öne doğru uçarcasına atladı. Havada sanki bir kuş gibi süzüldü. Suya yaklaşınca hemen kollarını öne doğru uzatarak, başını kollarının arasına aldı, ayakları birbirine bitişik olarak balıklama suya daldı. Çok güzel bir atlayış yapmıştı. Suya daldı ama henüz suyun üstüne çıkmamıştı. Suat merak etti, heyecanlandı. Bu kadar zaman geçti, neden çıkmadı? Ne oldu acaba? Gözleri suda onu ararken, birde ne görsün havuzun ta sonundan çıkmaz mı? O kadar uzaklığı nefessiz nasıl da yüzebilmişti, hayret etti. Ağabeyinin bu derece iyi yüzdüğünü bilmiyordu.
Sıra diğer arkadaşındaydı. O da tramplene çıktı. Uzunca bir süre bekledi. Galiba cesaretini kaybedip korkmuştu. Atlamaktan vaz geçecek gibiydi. Geri dönecekmiş gibi yaptı ama geri de dönemedi. Yükseklik onun cesaretini kırmış olmalıydı. Acaba ne yapacak derken, kendini ayaküstü suya bıraktı. Çivileme bir atlayış yaparak kolayca aşağıya inmiş oldu.
Sıra tekrar ilk atlayana gelmişti. O da yaptığı ilk atlayış gibi bir atlayış daha yaptı. Bu kez ayaklarını birleştirip vücuduna tam paralel de tutamamış, suya girerken dizlerini kıvırmıştı. İlk atlayışı daha güzeldi.
Nihat tramplene yürüdü. Tam uca gelince havuza sırtını döndü. Galiba ters atlayacaktı. Birkaç saniye o da hareketsiz kaldıktan sonra kendini geriye doğru fırlattı. Çok seri hareket ediyordu. Havada ters takla attı. Suya düşmeye yakın kolları önde, yine başı kolları arasına ayakları bitişik ve vücuduna paralel olarak suya daldı.
Bu atlayışı çok daha güzeldi. İzleyenlerin beğenisini aldı. Yine, suya daldığı yerden çok uzakta su üstüne çıktı. Suat, koşarak ağabeyinin yanına gitti:
― Abi, çok güzel atlıyorsun, tebrik ederim. Herkes senin atlayışlarını beğendi.
― Teşekkür ederim. Yüzme hocamız da beğeniyor. Bak şimdi, beni izle. Bir daha ki atlayışımda, havada düz takla atacağım.
Nihat atlama kulesi merdivenlerine doğru giderken, Suat’ta biraz daha yüzmek için havuza girdi ve yüzmeye başladı. Havuzun ortalarını geçti. Biraz daha gayret etti ve karşı kenara 2-3 metre kala yoruldu, tekrar sudan çıktı. Bu kadar mesafeyi yüzebildiğine çok sevinmişti. “Biraz dinlenip tekrar karşıya kadar yüzmeyi deneyeyim, bu kez mutlaka başarmalıyım” diye, kendi kendini cesaretlendiriyordu. Havuzu enlemesine yüzmeyi kafasına koymuştu.
Nihat, tramplenin ucuna kadar gelmiş atlayışını yapmak üzereydi. Havuzdaki herkes onu izlemeye başladı. Tramplenin ucunda amuda kalktı. Sonra taklalar atarak yine balıklama suya daldı. Tramplenden atlayışlar bitti.
Suat, havuzu enlemesine yüzmek için tekrar suya girdi. Bu kez mutlaka başaracağını düşünüyordu. Yüzdü, yüzdü. Havuzun yarısını geçti. Yüzmeye devam etti. Ancak her kulaçta gücü iyice tükenmeye başlamıştı. Karşıya varmasına 3 metre kadar bir uzaklık kalmıştı. Çıkmadı, yüzmeye devam etti. Bir iki kulaç daha attı. Ama ne mümkün, artık kollarını kaldıramıyordu. Gücü tükenmişti. Panikledi. Suya batıp çıkmaya, su yutmaya başladı. Çok korktu. Havuzun kenarına da tutunamayınca:
― İmdaaat boğuluyorum. İmdaaat, imdaaat.
Avazı çıktığı kadar bağırmaya başladı. Suya dalıp dalıp çıkıyordu. Havuzdaki herkes koşuştu. Nihat ile arkadaşları hemen yüzerek yardımına geldi. O’nu havuzun kenarına kadar arkasından iterek çıkmasını sağladılar. Suat, havuzun kenarına oturdu. Herkes onun başındaydı. Boğulmaktan çok korkmuştu. Ağlamaya başladı. Ağabeyi ve arkadaşları onu teselli ederken, havuz görevlileri de yanlarına geldi.
― Yüzmesini bilmiyor muydu?
― Yeni öğreniyor.
― Yeni öğrenenin derin yerde ne işi var? Kuralları bilmiyor mu? Burada ilk kez mi yüzüyor? Havuz giriş kartın var mı? Suat yanıt vermiyor, ağlamaya devam ediyordu.
Nihat da susmakla yetindi. Görevlilerin de canı sıkıldı, üzüldüler bu duruma. Havuzun tüm sorumluluğu onlara aitti. Herhangi bir olumsuzluğun hesabı onlardan sorulacaktı
― Nasıl girdin sen buraya? Hadi ağlamayı bırak artık. Çabuk giyin, evine git.
Suat kalktı yerinden. Nihat, kardeşini soyunma odasına götürdü. Suat, hemen giyindi ve çıktı. Ağlamayı kesmiş ancak boğulma tehlikesinin etkisinden henüz kurtulamamıştı. Birlikte dış kapıya doğru yürüdüler. Nihat, kardeşini teselli etmeye çalıştı:
― Neyse üzülme artık. Canını sıkma. Keşke bugünlük kendini çok yormadan, fazla uzağa gitmeden yüzseydin.
― Havuzu enlemesine geçebileceğimi sanmıştım. Karşıya varmama da az kalmıştı ama, gücüm tükendi. Kollarımı hareket ettiremez oldum, suya batmaya başlayınca da boğuluyorum sandım.
― Korkup panik yaptın. Suyun üzerinde kalmayı da bilmediğinden böyle oldu. Keşke seni yalnız bırakmasaydım.
― Özür dilerim abi, seni de korkuttum, üzdüm. Zor durumda bıraktım.
― Boşver, olan oldu. Üzülme artık. Eve git dinlen. Ben de birazdan gelirim.
Nihat kardeşine sarıldı. Kardeşi boğulacak diye O da çok korkuştu.
― Hadi güle güle. Üzülme sakın. Babama söyleriz seneye sana da havuz kartı çıkarır. Sen de benim gibi yüzmeyi öğrenirsin. Sana kuleden atlamayı da öğretirim.
Suat sessizce ayrıldı. Nihat bir süre kardeşinin ardından baktı. Suat, Başı önde hızlı adımlarla oradan uzaklaşırken:
“Ben tekrar derelere mi döneceğim? Abim gibi yüzmeyi nerede, ne zaman öğreneceğim?” diye hayıflanıyor, “Yüzmeyi, suda kalmayı tam öğrenmeden niçin karşıdan karşıya yüzeceğim diye acele ettim? Niçin panikledim? Niçin abim yanımda olmadan karşıya kadar yüzmeyi denedim? Ben nasıl bu hatayı yaptım?” diye kendi kendini sorguluyor, pişmanlık duygusu ile hırsından ağlamaklı yürüyordu.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.