Kahraman, bacı, mütevazi, abla ve muallim!..
09 Haziran 2016, Perşembe 07:07YORUM/ANALİZ: MURAT ÇETİN
Geçtiğimiz hafta birkaç saatliğine Ankara'ya gitmem icap etti. Ankara'daki ilk ziyaretim, kıymetli hemşerimiz HSYK Başmüfettişi Yunus Nadi Kolukısa'ya oldu. Sayın Kolukısa her zamanki gibi bizi gayet samimi bir şekilde karşıladı. Ziyaretimiz bir hemşeri ve dost ziyaretiydi. Memleket meselelerini de konuştuğumuz bu ziyaretin, benim için ayrı bir yeri vardı. Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) tarafından kurulan Tahşiye Kumpası davasındaki hamiyet ve himmetini bir ben bilirim, bir de Allah. Risale-i Nurları şerh ve izah ettiğinden dolayı FETÖ tarafından kumpasa maruz bırakılan Mehmet Doğan hocayı, o beladan izni ilahiyle kurtaran kişinin ta kendisidir Yunus Nadi bey. Bediüzzaman hazretleri şu anda yaşıyor olsaydı, Mehmet Doğan hoca gibi şahsiyetleri FETÖ belasından kurtaran Yunus Nadi beyi “İslam kahramanı” sıfatıyla taltif ederdi diye düşünüyorum.
“KEŞKE BİZİM PARTİDE SİYASET YAPSAYDI”…
Yunus Nadi Kolukısa'yı ziyaretimizin akabinde İstanbul Milletvekilimiz sayın Arzu Erdem'i makamıda ziyaret ettik. Arzu Erdem hanımefendiyle ilgili pek bir şey söylemeden, bulunduğum toplantılardan duyduğum bir kaç kelamı aktarmak isterim. Kimine göre, “Bacı”, kimine göre “Can” kimine göre de “Kardeş”tir kendisi. Hanımefendi tavrıyla örnek bir vekil olan Arzu Erdem için birçok AK Partili dostumdan “Keşke bizim partide siyaset yapsaydı” dediklerini duymuşumdur. İnşallah, büyük makamları işgal eden küçük insanlar Arzu Erdem'i kendilerine örnek alırlar.
MALUM-U İLAM
Arzu Erdem hanımefendi ile konuşmamız bir telefonla kesildi. Malatya Milletvekilimiz sayın Nurettin Yaşar'la kısa süreli bir telefon görüşmemiz oldu. Kendisiyle internette “Başkentçi” ismiyle fenomen olan şahsı veya şahısları görüştük. Bugüne kadar “Başkentçi”yle ilgili yazdıklarımızın malum-u ilam'dan başka şey olmadığı görüşünde birleştik. (malum-u ilam etmek: bilinen ve açık olan bir şeyi söylemeye, açıklamaya kalkmak)
“BÜYÜKLÜĞÜN MİZANI TEVAZUDUR”
Arzu Erdem'e gerçekleştirdiğim küçük ziyaretin ardından daha önceden sözleştiğimiz Gümrük ve Ticaret Bakanımız sayın Bülent Tüfenkçi'yle havaalanında buluştuk. Kendisiyle bazı hususlarda istişarelerimiz oldu. Ankara'dan Malatya'ya aynı uçakla gittik. Bülent bey çok farklı bir bakanlık profili çiziyor. Malatya'yı ve Malatya lobisini asla bırakmayan bir isim. Benim de kısmen müdahil olduğum dolu dolu geçen bir hafta sonu yaşadı kendisi. “Büyüklüğün mizanı tevazudur” hükmüyle hareket eden biri olarak görüyorum kendisini. İsteyenin istediği anda telefonuna ulaşabildiği mütevazi bir şahsiyettir. Kendisine gazetemizin son sayısını verdiğimde, “Ben bunu okudum” diyerek gülümsedi. “İyi de sayın bakanım, daha yeni basıldı bu sayı” diye karşılık verdik. Tüfenkçi, “İnternet sitesinden ki E gazeteyi okudum” diyerek Malatya Time'ı yakından takip ettiğini de göstermiş oldu bizlere.
SİMİDİ VE ZAMANI BULAMAYAN DA VAR…
Uçağa servisle gittiğimiz sırada Malatya Milletvekili ve Ak Parti Sosyal Politikalardan Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Öznur Çalık geldi. İşlerinin yoğunluğu sebebiyle yemek yeme fırsatı dahi bulamamış olacak ki, elinde simitler vardı. Elindeki simitleri göstererek yoğunluğunu anlatmak istedi. Ben de küçük bir espriyle kendisine karşılık verdim: “Buna da şükredin. Siz sağlıkcısınız, glutenli yiyecekleri yiyemeyen de var.”
“OKURKEN KUDURACAKLAR” BAŞLIKLI YAZIMA YORUM
Uçaktayken “Okurken kuduracaklar” başlıklı yazım hakkında AK Parti Malatya İl Başkanı Hakan Kahtalı'yla uçakta konuşma imkanı da bulduk. Kendisinin yazıyla ilgili görüşlerini alırken, kendisine bir hatıramı anlattım. Kahtalı'ya anlattığım hatıram şöyleydi: Yakın geçmişte tesettür aleyhtarı biri beni aramıştı. Yaklaşık yarım saatlik bir telefon görüşmesi gerçekleştirmiştik. Görüşmenin sonuna doğru arayan kişiyi ikna etmeyi başarmıştım. Kendisi bana, “Biz kadınlarımıza tesettürü tavsiye edeceğimize, onlara karşı niyetimizi düzeltsek nasıl olur” demişti. Benim ise cevabım bir misalle oldu. “Elektrik tesisatlarında bulunan şaltere benzer bir şey yok ki insanoğlunun bünyesinde. Evden dışarı çıktığımızda şalteri kapatalım ve nefsani hiçbir şeyi düşünmeyelim. Eve gelince de o şalteri açalım da neslimiz devam etsin. Tesettürün gereksiz olduğunu düşünenler ancak fıtrata muhalif kişilerdir.” diye cevap vermiştim. Sayın Hakan Kahtalı da verdiğim bu misali beğenmiş gibiydi.
HAVAALANINDAKİ KALABALIKTA DİKKATİMİ ÇEKEN…
Uçağımız Malatya'ya inince Gümrük ve Ticaret Bakanımız Bülent Tüfenkçi'yi karşılamaya gelenlerin çokluğu dikkatimizi çekti. O kalabalığın içinde benim ilk dikkatimi çeken kişi Akçadağ Belediye Başkanı Ali Kazgan oldu. Kendisiyle İstanbul'dan tanışırız. Belediye başkanlığını neden tercih ettiğini bir türlü anlayamadığım Ali Kazgan, İstanbul'daki Malatyalıların ağabeyiydi. Malatya'daki haline bakınca, İstanbul'dakinden eser kalmadığını üzülerek müşahede ettim.
MUALLİM, ALİM VE ÇOBAN
Havaalanından Çarşı Merkez'e Kale Belediye Başkanı Cemal Akdemir'le birlikte gittik. Ak Parti Kale İlçe Başkanı sayın Cemal Çiçek de yanımızdaydı. Cemal Çiçek kendini tanıtırken, eğitimci olduğundan bahsetmişti. Muallim-öğretmen kelimesi beni başka diyarlara götürmüş, Üstad Bediüzzaman Hazretleri'nin Asâyı Musa isimli eserini düşündürmüştü. O eserdeki bir kıssayı aktarmak istedim kendilerine. O eserde Üstad şöyle buyuruyor: Kastamonu'da lise talebelerinden bir kısmı yanıma geldiler. “Bize Halıkımızı (Halk eden, yaratan) tanıtın. Muallimlerimiz bize Allah'tan bahsetmiyorlar” dediler. Ben de “Sizin okuduğunuz her fen, kendi lisanı mahsusuyla mütemadiyen Allah'tan bahsedip, Halıkı tanıtıyor. Muallimleri değil onları dinleyiniz.” dedim. Daha sonra bu cümlelere izah hacet hasıl oldu. Şöyle bir misal verdim. Alimin bir tanesi dağda gezerken bir çobana tesadüf eder. Çobana “İlmimin zekatını vereyim” diye yanaşır. “Esselamualeyküm” der. Çoban da “Vealeykümselam” der. Çobana sorar “Seni kim yarattı?” Çoban cevaben “Allah” der. “Peki bunu nereden biliyorsun?”diye sorar alim. “Koyunlarımdan” der çoban. “Nasıl?” diye sorar alim. “Ben olmasam koyunlarımı kurt kapar. Alemin yaratıcısı olmazsa mahluk helake gider.” Diye cevap verir çoban. Alim taaccüp eder. “Peki Allah nasıl bir Allah?”diye sorar. Çoban, “Hiçbir şeye benzemez” diye cevap verir. Alim“Bunu nasıl anladın?” der. Çoban yine “Koyunlarımdan” der. “Ben koyunlarıma benzesem, koyunları nasıl güdeceğim?Âlemin yaratıcısı mahluka benzese, mahluku nasıl idare edecek ?” Demek her bir fen, kendine mahsus bir dille sürekli bir şekilde Allah'tan bahsedip Halıkı tanıklıyor. Muallimleri değil, o fenleri dinlemek lazım.”
İşte İstanbul'dan başlayıp, Ankara'yla devam eden ve Malatya'da havaalanında merkezde biten yolculuğum esnasında başımdan geçenlerin bir özeti. Bu seyahatimin hemen her anı şahsım ve çevremdekiler için tecrübe, siz değerli okuyucularım için de farklı bir bakış açısı getirecek bir geziydi.