Kazakistan’da yaşanan kaos ve ’’dış güçler retoriği’’
10 Ocak 2022, Pazartesi 11:24Orta Asya’nın siyasi ve ekonomik açıdan en istikrarlı ve yaşanabilir ülkesi olan Kazakistan’daki LPG fiyatlarının iki katına çıkarılmasına yönelik olarak başlayan protestolar, bir anda geniş halk hareketlerine dönüşerek ülkenin yangın yerine dönmesine neden oldu. Kazakistan devleti olayları kontrol altına almakta zorlanınca olayların zanlısı “dış güçler” ilan edilerek bütün tartışmalar bu minvalde yürütülmeye başlandı. Gerçekten tek suçlu dış güçler mi? Yoksa olayların temelinde ülkedeki sosyo-ekonomik koşullar mı yatıyor? Durumun doğru teşhis edilip, doğru tedavi metotları uygulanması açısından bu soruların cevaplanması son derece önem arz etmektedir.
Başarısız yönetimler “Dış Güçler Retoriği”ni adeta can simidi haline getirmektedirler. Karşılık ta buluyor işin açıkçası. Dış politikanın her ülkenin kendi çıkarlarını maksimize etmeye çalıştığı bir alan olduğu düşünüldüğünde, her ülke veya bölgede dış güç etkisinin olabileceğinin hesap edilerek ona göre politika oluşturulması gerektiği ortadayken; birçok olayda dış güçler retoriğinin kullanılmasının ciddi biçimde sorgulanması gerekmektedir. Kazakistan özelinde konuya baktığımızda ise hem ABD’nin başını çektiği Batı’nın; hem de Rusya ve Çin’in çıkarları doğrultusunda Kazakistan’a yönelik politikalarının bulunduğu bilinmektedir. Birinci şüpheli Batı cephesi kuşkusuz. Rusya ile Ukrayna üzerinden ciddi bir kriz yaşamakta olan ABD öncülüğündeki Batı cephesi siyasi açıdan Kazakistan’ın, hatta Özbekistan ve Türkmenistan’ın kaosa sürüklenmesinden en çok yarar sağlayacak taraftır. Rusya’nın ilgisinin Ukrayna’dan, Kazakistan ve diğer Orta Asya Cumhuriyetlerine kayması, yıllardır Ukrayna’ya çeşitli taahhütlerde bulunan ancak hiçbirini yerine getiremeyen ve ciddi bir güven bunalımı yaşayan Batılı ülkeleri oldukça rahatlatacaktır. İkinci şüpheli olan Rusya ise kırmızı çizgisi olarak kabul ettiği ve “Yakın Çevre Politikası” ile belirlemiş olduğu bölgelerde Rus etnisiteyi gerekçe göstererek etkinliğini devam ettirmek istiyor. Bunlar olası senaryolar; ancak bilinmeyen bir durum değil. Asıl sorgulanması gereken böyle bir süreçte Kazakistan ne yapmalıydı veya ne yaptı?
Kazakistan’ın bölgesinin en önemli ülkesi olabilmesinin mimarı hiç kuşkusuz Nazarbaev’dir; ancak yaşanan durumun da birinci müsebbibi dış güçlerden ziyade maalesef yine Nazarbaev’dir. Elde etmiş olduğu başarının ve kurucu lider olmanın psikolojik rahatlığına kapılan Nazarbaev, dünyadaki değişimi ve Kazakistan’ın bugünkü sosyolojisini iyi okuyamadı. 2019'da görevi Kasım Cömert Tokayev'e bırakması olumlu bir hamleydi hiç kuşkusuz. İyi yetişmiş bir devlet adamı olan Tokaev’in dünyadaki değişim ve dönüşüme uygun olan reformları gerçekleştirebileceği umudunu doğurdu kısa bir süreliğine; fakat bu umutlar boşa çıktı. İlk yaptığı icraatlardan birisinin eski lideri yüceltmek için başkentin adını Astana'dan Nur-Sultan'a çevirmesi aslında ülkesinde pek bir şey değiştirmeyeceğini sadece mevcut statünün devamını sağlayarak rolünü oynayacağını, Nazarbaev’in perde arkasından ülkeyi yönetmeye devam edeceğinin işaretini vermişti. Öyle de oldu. Kuruluşundan itibaren son yıllara kadar Kazak halkının Nazarbaev’e olan saygısı çok büyüktü. Hangi etnik kökenden olursa olsun Kazakistan sokaklarında konuştuğunuz hemen herkes Nazarbaev’i birleştirici bir unsur ve bilge bir lider olarak tanımlamaktaydı. Ancak; aşağıda açıklanan nedenlerle sosyo-ekonomik durumu kötüleşen halkın Nazarbaev’e bakışı son yıllarda menfi yönde değişti.
Bugün gelinen noktada mevcut durumu Tokaev’in, Nazarbaev ve kadrolarını tasfiye süreci olarak yorumlayanlar da bulunmaktadır. Kanaatime göre bu çok zayıf bir ihtimal. Nazarbaev’in yurtdışına kaçmış olduğu iddialarının da asılsız olduğunu düşünmekteyim. Nazarbaev’in birçok yanlış uygulamalarına rağmen gerçek bir vatansever olduğuna kuşku yoktur. Kazakistan’da güçlü bir muhalefet bulunmadığından dolayı demokratikleşme adımlarının atılmasını ve mevcut durumun selamete çıkarılmasını yine Nazarbaev’den beklemek gerekmektedir. Yani “yapanın yıktığını”; “yıkanın yapmasından” başka çare yok gibi.
Kazakistan’daki gösterilerin altında yatan gerçek nedenleri aşağıdaki gibi sıralamak mümkündür;
Hukuk sisteminin iyi işlememesi
Her alana müdahale edebilen Oligarkların aşırı güçlenmesi
Aşırı Nepotizm
Kentlileşen ve iyi eğitim görmüş genç nüfusun yaşadığı ekonomik zorluklar
COVID-19 pandemisi,
Yüksek enflasyon
Adaletsiz gelir dağılımı
Demokratik kazanımların yetersizliği
Sosyal güvenlik sisteminin zayıflığı
Tarımsal üretimin azalması
Petrol zengini olan ülkede yakıtın pahalılaşması
Küreselleşme ve Arap Baharı etkisi
Sorulması gereken asıl soru; tüm bu nedenlere karşı önlemler alınabilmiş olabilseydi, yani; işleyen bir hukuk sistemi kurulabilseydi, refah eşit dağıtılıp demokratik adımlar atılarak etkin bir muhalefetin oluşmasına izin verilseydi, kentlerde her türlü lüksü gören ama bunlara ulaşamayan gençlerin istekleri dikkate alınsaydı, küreselleşme sürecinin yeni dinamiklerine uygun sosyolojik okumalar yapılıp politikalar üretilebilseydi tüm bu “dış güçler” ne ölçüde etkili olabilirdi? Bunun yorumunu okuyucuya bırakmak gerekir diye düşünüyorum.
Burada dikkate alınması gereken bir diğer husus; Rusya’nın başat konumda olduğu Kollektif Güvenlik Anlaşması Örgütü’nün (KGAÖ), askerlerini Kazakistan’a göndermesi. Çünkü SSCB sonrası Batı dışında kurulmuş olan bir uluslararası örgüt ilk defa üyesi olan bir ülkeye askeri kuvvet sevk ederek güvenliğini sağlamaya yeltenmiştir. Bu Rusya’nın küresel sistem tahayyülü bakımından müthiş bir fırsattır. KGAÖ aslında amaç bakımından NATO’ya benzetilebilir; ancak bugüne kadar bölgesel güvenliğe herhangi bir katkısı bulunmayan bu örgütün aktif bir yapıya dönüşebileceği beklenmiyordu. Kazakistan, KGAÖ kurucu antlaşmasının “üyelerden birisine yönelik dışarıdan bir tehdit bulunuyorsa, diğerlerinin yardımda bulunmasını” öngören 4. Maddesine dayanarak bu örgütten yardım talebinde bulunmuştur. Gösterileri kendi güvenlik güçleriyle kontrol altına alamayan Tokayev’in “dış güçler” ve “terörizm” söylemine başvurmasının nedeni olaya bir dış tehdit görüntüsü kazandırarak KGAÖ’nün müdahalesini meşru gösterme isteği olarak değerlendirilebilir. Bu durumun Rusya’nın bölgede elini güçlendireceğini ve benzer olaylara daha rahat müdahale edebilmesine zemin hazırlayacağını rahatlıkla söyleyebiliriz.
Türkiye’de tartışılan bir diğer konu ise; Türk Devletleri Örgütü’nün (TDÖ) olaylara müdahil olması ve Kazakistan’a asker göndererek destek olması görüşüdür. Bu görüşler romantizm kokmaktadır; çünkü TDÖ’nün kuruluş metinlerinde böyle bir ibare bulunmamaktadır. TDÖ kendisine böyle bir görev tanımlamamıştır. Bu görüşlerin sıklıkla dillendirilmesi henüz emekleme aşamasında sayılabilecek bu örgütün gelecekteki başarısını akamete uğratabilir. Bu olaydan çıkarılması gereken en önemli ders ise; TDÖ’nün güvenlik dayanışmasını da içerecek şekilde görev alanını genişletmesinin jeopolitik bir zorunluluk haline geldiği gerçeğidir. Türk dünyasının yer aldığı coğrafya gelecekte ne yazık ki daha fazla güvenlik riskleriyle karşı karşıya kalabilecek ve güçlü bir TDÖ’ye her alanda ihtiyaç artacaktır.
Gelinen aşamada Kazakistan açısından risk oluşturabilecek olası gelişmeleri aşağıdaki gibi sıralayabiliriz.
Ani Yönetim Değişikliği: Bağımsızlığından itibaren Kazakistan’ı otuz yıl süreyle yönetmiş olan Nazarbaev, 2019 yılında devlet başkanlığından kendi isteğiyle ayrıldı ve yerini bir diplomat ve iyi yetişmiş bir devlet adamı olan Tokaev’e bıraktı; ancak yönetimdeki etkinliği devam ediyordu. Olayların başlamasından itibaren Nazarbaev’in kamuoyu önüne çıkmaması çok şaşırtıcı bir durum açıkçası. Bunun nedeni halkın tepkisini artırmamak olarak yorumlanabilir ancak; anlaşılması güç bir durum. Ülkede etkin bir muhalefet veya devleti yönetmeye yetkin başka kadroların yetişmesi amacıyla, iktidar değişimi yaşanacaksa da kademeli olmalıdır. Ani bir yönetim değişikliği intikam hissi doğurarak, az da olsa bir tür kabilecilik anlayışı olan ülkede, kardeş kavgasına neden olabilir.
Olası Kazak-Rus Çatışması: 19 milyon civarında olan Kazakistan nüfusunun yaklaşık % 60’ı Kazak, % 23’ü Rus, % 6’sı Uygur kalanları ise diğer etnik kökenlilerden (Alman, Ukraynalı, Özbek vd.) oluşmaktadır. Ülkenin Kuzey bölgelerinde Rus etnik kökenlilerin yoğun olarak yaşadıkları şehirler bulunmaktadır. Aslında Kazakistan’da yaşayan Ruslar ile Kazaklar arasında etnik kökene dayalı ciddi bir çatışma yaşanmamıştır. Kazakların bir çoğu Rusları dışlamamakta ve onlar ile birlikte yaşama isteğine sahip; ancak yaşanan bu kaotik ortamda provokatörlerin kışkırtmasıyla yaşanabilecek olası Kazak-Rus çatışması olumsuz sonuçlar doğurabilecektir. Bu durum Rus askeri birliklerinin Kazakistan topraklarında uzun süre kalıcı olmasına yol açabilir ki bu kabul edilebilir bir durum değildir.
Olayın Müsebbibinin Diğer Etnik Kökenlilerin Görülmesi: Yaşanan olayları Kırgız, Özbek, Uygur ve diğer etnik kökenlilerin provoke ettikleri dile getirilmektedir. Hatta Uygur kökenli eski başbakan Kerim Masimov’un gösterileri desteklediği iddiaları bulunmaktadır. Halkın tepkisini bu etnik kökenden gelen masum insanlara yöneltmesi vahim sonuçlar doğurabilir.
Kaosun Uzun Süre Devam Etmesi: Birçok işyerinin kapalı olduğu ülkede kaosun uzun süre devam etmesi durumunda gıda başta olmak üzere halkın temel ihtiyaçlarını karşılaması sıkıntıya düşebilir. Ayrıca salgın şartlarının devam ettiği bu zaman diliminde çeşitli sektörlerde üretimin sekteye uğratılması Kazakistan ekonomisine ciddi zarar verebilir. TDÖ’nün bu duruma hazırlıklı olması son derece önem arz etmektedir. Asker gönderenlerin yiyecek göndermeyecekleri çok iyi bilinmelidir.
Halkın Beklentilerinin Dikkate Alınmaması: Halkın beklentilerinin dikkate alınmadan eylemlere karışanların daha baştan terörist ilan edilmeleri, yeni bir sosyal patlamaya neden olabilir. Bu süreçte demokratik süreçlerin işletilerek şiddete bulaşmamış göstericilerin istekleri dikkate alınarak çözüm yolları aranmalıdır.
Olayların Özbekistan Başta Olmak Üzere Diğer Bölge Ülkelerine Sirayet Etmesi: Benzer siyasi süreçleri yaşamış veya yaşamakta olan diğer bölge ülkelerine bu olayların sirayet etmesi hem bölge hem de Türk Dünyası açısından onarılamaz sonuçlar doğurabilecektir. Böyle bir durum, Kazakistan’daki eylemlerin de kısa sürede kontrol altına alınabilmesini güçleştirecektir.
Sonuç olarak; Kazakistan’da yaşanan olayları gerçek nedenlerinden bağımsız olarak tali nedenlere dayandırarak okumak, Kazakistan’a ve Kazakistan’ın dostlarına fayda sağlamayacağı gibi sorunun çözümüne katkı da sunmayacaktır. Kazak halkı vatan sevgisi üst düzeyde olan bir halk olup, bağımsız bir ülkeye sahip olabilmenin değerinin bilincindedir. Yaşadıkları sosyo-ekonomik zorluklar nedeniyle ortaya çıkan eylemlerden ülkelerinin daha fazla zarar görmesine müsaade etmeyecek ferasete sahiptirler. Burada esas görev mevcut yöneticilere düşmektedir. Yaşananlardan ders çıkarıp gereken önlemleri alarak Kazak halkının haykırışlarına kulak vermek, onların hem Kazakistan vatandaşlarına hem de tüm Türk halklarına olan tarihsel sorumluluğudur.
Doç. Dr. Osman AĞIR
İnönü Üniversitesi Öğretim Üyesi