dore okulları
Malatya
03 Şubat, 2025, Pazartesi
  • DOLAR
    34.06
  • EURO
    37.74
  • ALTIN
    2730.4
  • BIST
    9833.22
  • BTC
    57646.840$

Kılıçlar Kınlarına Sokulmalıydı!

02 Şubat 2025, Pazar 08:35
Kılıçlar Kınlarına Sokulmalıydı!

Arabanız eskimeye, yaşlanmaya başladıysa sık sık sanayiye gitmeye başlarsınız. Ben de zaman zaman çok sık olmasa da Ankara Bilkent Şehir hastanesine uğramak zorunda kalıyorum. Yine böyle bir hastane turunun dönüşünde Diyanet İşleri Başkanlığının olduğu kavşaktan geçerken köprü üzerindeki reklam dikkatimi çekti. Diyanet bu köprüdeki reklam yerlerini 365 günlüğüne kiralamış olmalı ki sürekli diyanet haberleri ve tanıtımları yer alıyor. Bunlardan sonuncusunda “VII. Diyanet Din Şurası” tanıtımı vardı. 

“VII.” nın Anadolu’daki “Vıyy” la ilgisi yok. 7. anlamında Roma Rakamı ile VII. Kullanılmış. Diyanet’in Roma rakamı sevgisi nereden geliyor bilemiyorum. Ama 7 rakamı ile bir sıkıntıları varsa 7’yi Arapça rakamla da yazabilirlerdi. Daha sempatik olurdu. 

Roma rakamı kullanmak eski alışkanlık. Harf devriminin yapıldığı ilk yıllardan itibaren ilkokullarda çok da lazımmış gibi ısrarla Roma rakamı öğretildi. Devrimin sonucu olan rakamlar yerine birçok yerde Batı hayranlığı, eski Yunan ve Roma sevdası sebebiyle Roma rakamı kullanılması alışkanlık halini aldı.

Alışkanlık kötü bir şey tabi. Söz vardır ya; “Alışmış kudurmuştan beterdir” diye. Bir Albay tabur komutanı olarak tayin edildiği birliği tanımak amaçlı dolaşıyor. Kendine mihmandarlık eden yüzbaşı birliğin bütün birimlerini gezdirerek tanıtıyor. Bu tanıtım bittiğinde odasına giderken geniş bir holden geçiyorlar. O arada bir şey albayın dikkatini çekiyor. Ahşap bir bankın yanında nöbet tutan bir asker görüyor. Askere yaklaşıp önünde durunca asker tekmil veriyor.

-“Ahmet Ateş. Kastamonu. 16-18 kanepe nöbeti. Emret komutanııım!”

-“Ne nöbeti asker?”

-“Kanepe nöbeti komutanııım!”

Olayı anlayamayan albay yanındaki yüzbaşıya dönerek sorar:

-“Bu kanepe nöbeti nedir? Neden tutuluyor? Ne alaka?”

Yüzbaşı:

-“Komutanım bu nöbet sizden önceki emekli olan albayımın emriyle uygulanmaya başlanmıştı. 3-4 aydır da devam ediyor. Uygun değilse kaldıralım komutanım.”

-“Hele bi dursun. Önceki Albay’dan öğreneyim de bakarız duruma göre” der.

Albay makamına geçtikten sonra önceki tabur komutanını arattırır. Kısa bir tanışma ve sohbetten sonra sözü “kanepe nöbeti”ne getirir. Bu nöbeti ne amaçla koydurduğunu sorar. Emekli albay kısa bir düşünme ve şaşkınlık anından sonra:

-“O nöbeti halen tutuyorlar mı?” diyerek bir kahkaha patlatır. Sonra açıklar:

-“O bankın boyası eskimişti. Boyattırdım. Boya yaş, üzerine kimse oturmasın diye başına bir nöbetçi koyun demiştim. Demek halen o kanepe nöbeti devam ediyor haa”

Askerlikten mevzu açılınca sözü dönüp dolaştırıp “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” diye kalkışan teğmenlere getirmeyi düşündüm. Sonra dolaştırmaya gerek yok diye direk dalıyorum. 

Biri villası için ağaç katliamı yapar. Eleştirilerden kurtulmak için Mustafa Kemal süveteri giyip “Atatürkçüyüm” diyerek yayına çıkar. Diğeri aracında kaçak elektronik sigaralarla yakalanınca:

-“Ben Atatürk ilkeleri doğrultusunda çalışıyorum” diyerek kendini savunur. Bunun onlarca örneğini hep yaşadık. O mucizevi söz “Ben Atatürkçüyüm” ü kullanınca yargılanmıyor, ceza almıyorsun. Yaptıkların yanına kâr kalıyor.

Burada sizin “Ne gereği vardı bunu bu araya sokuşturmanın?” diyeceğiniz fıkrayı anlatmadan geçmeyeceğim. Kızacaksınız. Kızmayın okuyun.

Issız bir adada günlerce gözlem içim kalacak 3 kişiye yanlarına almaları için 3’er  adet eşyaya müsaade etmişler. Diğer ikisi kendileri için elzem olan sigara vs. malzemeleri yanlarına almış. 3. Kişi olan Temel de yanına 3 adet kadın pedi almış. Arkadaşları:

-“Temel bu ne yahu? Bunları neden aldın yanına?”

Temel:

-“Ooo! Televizyonda reklamını gördüm. Bununla bisiklete binebiliyor, yüzebiliyor, basket ve voleybol oynanabiliniyormuş”

Bunlar her türlü sahtekarlığı ve ihaneti yaparken yanlarına Atatürkçülük maskesini de alarak yapıyorlar. İşe yaramıyor da değil!

Darbe dönemlerinin kalıntıları “Biz halen varız Ayağınızı denk alın” demeye gelen bir eylemle resmî törende kılıç kaldırdılar. 

“Devlet çok uzatmadan o anda o kılıçları onların kınlarına sokmalıydı.”

Soruşturmalar, hazırlıklar, sorgulamalar derken 4-5 ayda anca sonuca ulaştılar. Gaz almak diyebileceğimiz bir elemeyle teğmenlerden 5’i ordudan uzaklaştırıldı.
Burada Atatürk’e atfedilen bir olayı hatırlıyorum. Subay olmak için sınava giren genç adaya paşa sorar:

-“Cebinde kaç liran var?”

Genç aday hemen elini cebine atar, paralarını çıkarmaya yeltenirken Mustafa Kemal gencin elini tutarak onu durdurur ve:

-“Cebinde kaç parası olduğundan habersiz biri subay olamaz!” der. O genci sınav salonundan çıkarır.

Bu kılıçlı eyleme katılan 400’e yakın teğmenlerden sadece 5 tanesi ceza alıyor. Ya diğerleri? Diğerleri masum bir şekilde oyuna gelmiş. Olayın farkında değillermişmiş…

Böyle net bir konuda oyuna gelen bir subay orduyu nasıl yönetebilir. Düşman alavere-dalavereleriyle nasıl baş edebilir. Cebindeki parayı bilemeyen adamdan subay olamaz da, ortada apaçık oynanan bir ihaneti fark edemeyip kılıcını havaya kaldıran ve “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” diye çığlık atanlar subay olabilir mi?

Bence gerideki yaklaşık 300-400 teğmenin de ordudan uzaklaştırılması gerekiyor. Gafil olandan subay mubay olmaz.

Konuyu fazla uzatmaya gerek yok. “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” diye slogan atanların avukatlığını PKK’lı bir avukat yapıyorsa gerçekten uzatmaya gerek yok.

*** 

Gelelim bu haftanın yazıyla alakasız fıkrasına. (Yazının konusuyla bağlantı kurmaya çalışarak Pazar sabahınızı rezil etmeyin diye peşinen söyledim)
Para kazanmak için her sanata dalan, her işi başarmaya çalışan Temel ajan olmaya da heveslenmiş. 

MİT’e de eleman alınacakmış. Tabi bir sürü kriterler, testler var. Bütün aşamaları geçen 3 vatandaşımız finale kalıyor. Alınacak kişi sadece bir kişi olduğundan üçü arasında eleme yapacaklar. Hepsine birer özel kelime söylüyorlar. Bu kelimeyi yapılacak her işkenceye rağmen kim söylemez ve en uzun süre dayanırsa onu işe alacaklar. İlk kişi 2 gün dayanıyor. 3. Gün daha fazla dayanamayıp kendine sır olarak verilen kelimeyi söylemek zorunda kalıyor.  İkinci kişi ise 4 gün dayanıyor. Sonunda o da pes edip kelimeyi söylüyor.

Üçüncü kişi bizim Temel. 

Ne kadar işkence uyguladılarsa, sıkıştırdılarsa bir türlü söyletemiyorlar sır kelimeyi. 5. Gün… 6. Gün… Temel sır kelimeyi söylemiyor.

9. Günün gecesinde artık Temel’e kazandı gözüyle bakıyorlar. Temel uyanık ise müjdeli haberi verelim diye geceyi geçirmekte olduğu koğuşa kameralardan bakıyorlar.


 
Temel uyanık. Duvarın yanında ayakta, kafasını duvara vura vura:

-“Hatirla oni… hatirla onii”
***
Siz siz olun, unutmayın!
Kalın Sağlıcakla.

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.