Kömür
16 Mart 2022, Çarşamba 11:03Taş kömürü nedir? Diye sorsam:
Yeni neslin vereceği cevap büyük bir ihtimalle şöyle olacaktır.
"Uzun Mehmet'in Zonguldak havzasında bulduğu yanıcı ve kalorisi yüksek bir madenin adıdır"
"Peki, bu madeni gördünüz mü" desem, sonuç büyük bir ihtimalle olumsuz olacaktır.
Taş kömürü, bizim çocukluğumuzda kullanılan bir kömür türüydü. Bizim nesil taş kömürüyle büyüdüğü için biz bu meredin ciğerini bilirdik.
Kocaman kelleler halinde gelirdi meret, kovalara dolduracağımız zaman ailece keser ve çekiçle küçük parçalara ayırır, kömürlükten, elimiz yüzümüz kapkara halde çıkardık. Kömürlüğümüz bahçede olduğu için, eve kömür taşımak en sevmediğimiz ve her zaman sorun yaratan bir işti.
Taş kömürü; kalorisi yüksek, iyi yanan ve iyi ısı veren bir kömürdü.
Taş kömürü, ekürisi olan, odun olmadan yanmazdı, odunun kapıya gelmesi, oduncu bulunması, kırılması, odunluğa taşınması ve odunlukta istif edilmesi hep bizlere yükletilen angaryalardı.
O zamanın insanlarına kömür poşete girecek, temiz temiz poşetlerde kilo kilo kömür alacaksınız deseydik bir araba dayak yerdik ellaham!
Birde odunun gamgaları vardı. Gamgasız soba mı tutuşturulurdu? Gamgaların toplanması da bizim gibi çağalara yükletilen angaryalardandı.
Evlerde bir oda da soba yanar, ki o oda genellikle salon olurdu. Ev kalabalık olduğu için, gece herkes odasına geçer evin küçük kardeşleri sobalı bu odada yatardı.
Yıllarca bu tip evlerde yaşadık, yattığımız gibi de kalktık, tuvalete, mutfağa, soğukta gittik, ama çelik gibiydik, nadir hasta olurduk. Şimdiki çağalar, bu halları bilmezler.
Şimdi evler hep kaloriferli, hemi de! doğal gazlı. Bütün odalar sıcacık, ama çağalar hastalıktan bir türlü kurtulamıyorlar. Rüzgar esse hastalanıyorlar.
Vah ki ne vah, hepsi kurabiye çocuğu olmuş.
Bizim evde, bu kömürleri yaktığımız sobaları kurmak başlı başına bir merasimdi. O gün evde bağırtı çığırtı gırla giderdi. O dönem emaye borular yoktu , düz saç borular kullanılmakta idi. Bunların da önü arkası, sağı solu belli olmadığı ve kalınlıkları da aynı olduğu için, bunları birbirine geçirmek ustalık gerektiren bir işti.
Daha sonraları soba kurmak kolaylaştı, borular emaye, hangisi hangisine geçecek o da belli, iş kalıyordu birbirine geçirmeye!
Ya o yeni boyanmış soba borularıyla ilk defa yanan sobadan çıkan koku, kapıyı pencereyi açardık da anca temizlerdik odanın havasını.
Hey gidi günler hey, gürül gürül yanan, sobanın etrafında toplanıp muhabbet edilen günleri özledim. Oysa en mutlu günlerimiz o günlermiş. Azıcık aşımız kaygısız başımız vardı. Balla börekle büyümedik belki, ama aile olmanın ne demek olduğunu anladık.
Sorunlarımız azdı, en ufak şeylerden mutlu olurduk. Bir oyuncak alınsa dünyalar bizim olurdu, günlerce koynumuzda yatırırdık. Onun için, o zaman oyuncaklarımızın kıymetini bildik, şimdi ise insan kıymetini!
Kömürden girdik sobadan çıktık, sobanın içine koyduğumuz patatesler, üstünde pişirdiğimiz kestaneler, demlenen çaylar, ıhlamurlar ve bunların eve yayılan tamamen doğal kokusu unutulacak şeyler mi?
Eskiye dönebilsek ne güzel olurdu, cep telefonu yoktu, isteyen, istediğini, istediği dakikada bulma şansına sahip değildi. Televizyon yok, bulaşık makinesi yok, erkekler kulaklarında küpeyle gezmiyorlar, belediye otobüsünde gençler büyüklerine yer veriyorlardı. Devlet malını talan etme yoktu, Valiler haza devlet adamıydı hatta kendilerini "ben devletin valisiyim beyefendi" diye takdim ederlerdi. Tuttuğu takım yüzünden kavga eden insanlar yoktu, hatta üç büyüklerin taraftarları maçı aynı tribünden beraberce izlerlerdi. En kaba tezahürat "bir baba hindi, hey Allah ......ye de bindi hey Allah" şeklinde ki masum tezahürattı. Yol vermeme yüzünden insanlar birbirlerini öldürmezlerdi. En ufak kavgada bıçaklar, satırlar, tabancalar çekilmezdi. Pompalı tüfek denen meret henüz icat edilmemişti. Türk, Kürt, Alevi, Sünni, laz, çerkez, laik, antilaik ayrımı yapılmazdı. Kim alevi kim sünni bilmezdik. Andımızı çoşkuyla söylerdik.
Ne olduğu bilinmeyen, adlarını bile telafuz ederken zorlandığımız, Amerikan menşeyli Fast Food türü, milletin ayakta(!) yediği dolayısıyla şeytanın götürdüğü(!) yiyecekler henüz ülkemizi istila etmemişti.
Havuzlu, saunalı yaşam merkezlerimiz yoktu, ama yine de çimerdik, hem de donlarımızı çalılarda kuruturduk.
Sularımız klorsuzdu, ama rota virüsü neyse onu da hiç kapmazdık.
Vay ki vay, hatta vah vah ki vah vah, biz nasıl bir toplumduk şimdi ne hale geldik...
Allah sonumuzu hayırlı eylesin, hepimize feraset versin...
Selam olsun Malatya'mın güzel insanlarına…