Kuzugölü Vadisi… Belki bir rüyaydı
11 Mart 2025, Salı 09:13
Tadı damağımızda kalan, hiç bitmesini istemediğimiz bir geziydi Kuzugölü Vadisi… İki yüce dağın birleştiği, dere sesinin kulaklarımızı okşadığı noktada, derin bir vadinin başlangıcında yürüyüşe geçtik. Daha o dakikada sihirli bir atmosferin içine daldığımızı, esrarengiz bir tabiatın içinden başka bir aleme geçiş yapacağımızın farkına vardık. Hafif esen melteme kendini bırakmış dalgalanan yemyeşil kiraz yaprakları tabiat senfonisinin sihirli enstrümanları gibiydi…
Tabiatın bütün doğal çalgı aletleri, Kuzugölü Vadisi’nin bu üç aşık misafirini selamlamaya hazırdı. Yüce Allah biz aciz kullarına nasıl bir ziyafet hazırlamış, ne lezzetli ikramlar bahşetmişti acaba? İçim kıpır kıpır, yüreğim coşmaya hazır, kalbim pıt pıt atıyordu.
Önde rehberimiz Hasan Kaygusuz, ortada Selo (Selahattin Kürün), en sonda ben yavaş yavaş bu müthiş vadinin bitiş noktasından ileriye, başlangıç noktasına doğru heyecanla yürümeye başladık.
Aşk-ı hicranla yanıp tutuşan sevgilinin yıllar sonra sevdalısının kollarına bırakması gibi biz de vadinin kucağına kendimizi bıraktık. Artık bundan sonrası ne ayak işi ne de el işiydi. Ayakların mı yürür yoksa uçar mısın, gözlerin mi görür yoksa gönlün mü bakar, ellerin mi dokunur yoksa hislerin mi hiç belli olmaz. Gerçekle rüya arasında bir metafor yaşıyoruz sanki…
Kar sularının ta kilometrelerce öteden birleşerek dere boyunca akıp geldiği vadide bin bir çeşit bitkiler, birbirinden güzel öten rengârenk kuşlar, biraz daha yüksekte cıvıldaşan kınalı keklikler, her dönemeç başında bize başka bir senfoni sunan şelaleler, dere kenarında nazlanan kıpkırmızı dağ laleleri, sulak arazinin tadını çıkarırcasına bize göz kırpan iri iri bembeyaz papatyalar, her adım başı karşımıza çıkan adını sanını bilmediğimiz belki de ilk defa gördüğümüz endemik çiçekler, üç günlük ömrüne rağmen sanki binlerce yıl yaşayacakmış gibi etrafımızda pır pır dönen cicili bicili kelebekler, her adım başı bir kayanın dibinden kaynayan berrak pınarlar… daha ne güzellikler her yüz metrede sırı sıra dizilmiş sanki bir inci kolyesini andırıyor. Allah, yarattığı tabiatın kusursuz güzelliğini cömertte bize sunuyor, bu kadar çok canlının sesleri tabiatın içinde uyumlu bir armoni oluşturuyor. Kulaklar şimdiye kadar böyle bir doğal konseri ne duymuş, gözlerimiz böyle bir güzelliği ne görmüş, ne de gönlümüz böyle bir lezzeti tatmış.
Her gördüğümüz bir çiçek, bir kuş, bir şelale bizi kendimizden geçiriyor ancak adım başı Rabbimize hamt etmeyi de unutmuyoruz.
Adım başı dedim çünkü her bir mesafede vadi başka bir iklime bürünüyor, bambaşka bir manzara sunuyor. Her dönemeçte önümüze başka bir bitki, başka bir çiçek, başka bir kuş çıkıyor. Lale bitiyor papatya başlıyor, çalı kuşu gidiyor ibibik kuşu ötüyor, tavşan kaçıyor yerine tilki geliyor, toprağın rengi kimi zaman kırmızıya kimi zaman kahverengiye çalıyor. Ama kutsal yürüyüşümüz boyunca dere aynı içtenlik ve şevkle akıp duruyor, derenin şipşirin sesi ekibimizin şükrüne ve sohbetine karışıyor.
Önümüze çıkan küçük bir kanyonun kenarından, 90 derece eğimli kayaların kenarından karşıya geçerken sanki melekler bizi tutmuş uçuruyor. Öyle ya bir insanın bu tehlikeli yerden geçebilmesi için kanatları olması lazım, cennette olduğumuza göre bizi muhtemelen melekler uçuruyor.
Bir rüya mıydı, uyanırsak biter miydi, hayal mi görüyorduk, bize birisi dokunursa dünyaya döner miydik, halüsinasyon mu geçiriyorduk, birisi bize gerçeği anlatsa kendimize gelir miydik?
Baktım, bir pınarın başında Selo, “Allahım cennette isek bizi çıkarma, rüyada isek bizi uyandırma, hayalse bunu gerçeğe dönüştür” diye Allah’a yakarıyor. Doğadaki bin bir çeşit bitkinin salgıladığı kokuların oluşturduğu sihirli havayı içimize çeke çeke adeta sarhoş olmuştuk.
Neyse;
Az gittik uz gittik dere tepe düz gittik, vadinin başlangıç noktasına ulaştığımızda, en yukarıda bize benzeyen varlıklar gördük. Bizim gibi elleri ayakları gözleri vardı, bizim cinstendi galiba…
Aramızda en akıllısı Hasan Kaygusuz’du, bizi dürttü, “Uyanın yürüyüş bitti” dedi. Saate baktık dört saat geçmiş, mesafeye baktık tam altı kilometre yürümüşüz.
Aramızda en dindarı olan Selo gezimizi bir duayla noktaladı: “Allahım; biz bu dünyada cennetin yalancısını yaşadık, umarım ahirette de gerçek cenneti de yaşatırsın.”
***
Not: Bu gezi, yazı ve fotoğraflar bundan tam üç yıl öncesinin ürünü… Sevgili dostum rahmetli Hasan Kaygusuz’un rehberliğinde yaptığımız bu gezinin yazısını (18 Şubat 2022 tarihinde vefat eden) Hasan’ı bir kere daha rahmetle anmak için tekrar yayınladım. Allah gani gani rahmet eylesin, mekânı cennet olsun, ailesine sabırlar versin.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.