Mahbûb-i Kibriyâ
15 Temmuz 2022, Cuma 10:28
Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyla,
"İnsanlar arasında Allah’ı bırakıp da O’na ortak koşanlar vardır. Onları, Allah’ı severcesine severler. Mü’minlerin Allah’a olan sevgisi daha güçlü bir sevgidir. Zulmedenler azaba uğrayacakları zaman bütün kuvvetin Allah’ın olduğunu ve Allah’ın azabının pek şiddetli olduğunu keşke bilselerdi!" (Bakara 165.)
Rahmeten lil Âlemîn olan iki cihân serveri Hz. Peygamber Efendimiz (sas) de Hz. Ömer'e şöyle hitâp ediyor: "Ben sana herkesten daha sevimli olmadıkça; imân etmiş sayılmazsın!"
Mâlum, aşkın bir diğer mânâsı da; "sevgide ölçüyü aşmak, sınırın ve mesafelerini ötesine geçmek"tir. Bundandır ki, her sevgi aşk olamaz; lâkin aşk muhakkak ki ötenin ötesine geçebilmiş saf sevgidir.
Âşıklar / Ârifler katında aşkla hemhâl olan kişiler, şu 4 hâl ile anlaşılır: kabz, bast, sekr ve sahv.
Kabz, yani; tutukluk, durgunluk, sıkıştırılmışlık ve takallus hâli.
Bast, yani; nefsin mağlup olma durumundan hâsıl olan sevinç ve gönlün hoş olma hâli.
Sekr, yani; kendinden geçme, sarhoşluk, sevgiliden başka her şeyden sıyrılıp; yalnızca sevgiliyle olma, sevgilide kendini kaybetme hâli.
Sahv, yani; ayılma, kendinden geçen aşığın yeniden kendine gelme hâli.
Bu yüzden; "Ben gizli bir hazine idim, bilinmek istedim ve bu yüzden âlemi yarattım” hitâbı, hakîkî aşıkları muhatap almaktadır. Çünkü “bilinmek”ten maksat; mârifet, “istemek”ten maksat da; muhabbet yani aşk'tır.
Cenâb-ı Hakk'ın nûrunun tecelli etmesinden âlem yaratılmıştır. Bu ilk tecelli de; “hakîkat-i Muhammediyye”dir.
Nitekim, âlemin var edilme sebebi; Hz. Peygamber Habîb-i Hüdâ'nın hakîkâti; yani Rabbü'l Âlemîn'in O'na olan ezelî aşkıdır. O ki (sas), bu aşka olan muhataplığından ötürü; “Habîbullah”tır, “Mahbûb-i Kibriyâ”dır.
Demek ki temkinle bütünleşmek, aşıkların nûruyla, nefsin tutku zincirlerini kırmakla, sırr- vahdette tutunmakla mümkündür.
Aşk; Lâ ilâhe illallah ile Muhammedu'r Râsûlullah'ın vuslatı, bütünleşmesidir.
Vuslat ise; kavuşmaktır. "O'ndan geldik; dönüşümüz de ancak O'na" beyânıdır.
Ve O'na dönebilmek için; O'ndan geldiğimiz hâl üzere daimî istikâmette kalabilmektir.
Yani nefsini, Allah'a tasadduk ederek; benliğini Hakk'a verebilmektir.
Ibn Arabî'nin de özetlediği gibi: "Sadakaların en büyüğü; insanın bizatihî kendisini tasadduk etmesidir."
İnsanın kendisini tasadduk etmesi de elbette aşk iledir. İnsan irâde sahibidir, lâkin aşk insanı seçer. Çünkü her şeyi elinde tutan kudret, insanın gönlüne nazar eder.
Bir insanın gönlünde hakîkât iştiyâki varsa; lahutî perdelerden aşkın sırlarına da nasibi vardır.
Ancak Hakk'a mahrem olanlar; sırra mahrem olurlar...
O aşk ki; mahremiyet bir yana, rûh-i insanîden, rûh-i sultanîden bahseder.
"Didâr göstermeye sultan gerektir" diyor bu yüzden; aşk eri Yunus...
O halde eşref-i mahlûkât'a tâlip insan da, ruhun gıdasını fark edebilmeli ki, ihsâna yani imânın şehâdete yücelttiği makâma erişebilsin. Bunun için kendinden geçebilsin ki insan; kudretle konuşan, hidâyet nûrunu lûtfeden, ihânet etmeyecek hakîkî aşıklara, daha hiçbir şey hem de hiçbir şey yokken nûrunu bahşedene muhatap kılınabilsin...
Tıpkı meleklerin, cevelân ve devrân ettikleri sahada, halifetullah yaratılmasında mahcubiyet, sadakât ve teslimiyetle Allah'a; "Ya Rabbi, seni tenzih ve tesbih ederiz. Senin öğrettiğinden başka bir şey bilmeyiz" diyerek huzurda kalmanın sırrına erişebildikleri gibi...
Öyleyse ey insan, gel sen de, "Ben biliyorum" putunu kır, bu kuru iddiadan vazgeç, sonsuz kudret ve nûra boyun eğ de; "Ben hakkıyla bilemedim" itirafıyla melekleri imrendiren aşkla nice makâmlara yüksel.
Bil ki o zaman meleklere aşikâr kılınan, sana da aşikâr..
İşte o zaman rûhundan haberdar, sırrından haberdârsın..
İşte o zaman Rabbinin murâd va maksûduna nâilsin..
İşte o zaman taatinle, amelinle, idrâkinle, niyetinle, dünyanın bütün korkularını ezip geçen cesaretinle; ahsen-i takvim sırrına mazharsın..
Kerremna tâcını giyen Âdem'e yoldaş ve âşina olduğunda; ötesine vârissin..
Ve işte o zaman hilkâtinin mebdeini ve hikmetini; aşikârâne seyredensin..
Gel sen de; enâniyet bataklığından kurtar kendini; "ben yokum, sen varsın!" kanatlarıyla o nûra râm ol.
Lâ ilâhe illallah hakîkâtiyle çiğnediğin vücûduna, Muhammedu'r Râsulullah ile rûhanî bir elbise giydir ki, beşerin efendisinin libâsından şahsı manevî nûruna gark ol!
Böylelikle kendi nârını, nûr-u ilâhîyeye ver ki; sırr-ı ilâhîyeyi anla.
Anla ki, kabuktan mânâya dönüşün; seni hakîkâtin sırrına âgâh eylesin...
Gerisi; vesaire.
Vesselâm...