Makâm-ı Sıdk
17 Aralık 2021, Cuma 06:31Bismillâhirrahmânirrahîm,
Cenâb-ı Hakk'a, zâtının razı olduğunca sonsuz hamd-ü senâ, Efendimiz'e zerreler ve nefesler adedince salât ve selâm olsun.
Ârifi, Rabbinin huzuruna yükselten şey; onun manevî makâmıdır.
Mârifetullahın mebdei; yüce ahlâktır. Kul, mânâ âlemini masivâdan arındırmadıkça, Allah ile arasındaki perdeyi aralayamaz. Kur'ân-ı Kerîm'de bu dehşetli durum şöyle izah edilmiştir:
"Hayır! Onlar kalplerini kirletmiştir..." [Mutaffifîn, 14.]
Böyle kalpler için ibadetlerin öylesi vardır ki; kulu mabûdundan perdeler. Nimetlerin öylesi de vardır ki; nimet sahibini görmeyi engeller.
Nice günâh sahipleri vardır ki; Cenâb-ı Hakk'ın dostluğu ile rızıklandırılarak en âlâ mertebelere ulaşır. Nice zâhidler de vardır ki; Cenâb-ı Hakk'ın dostu iken, günâh sahiplerinin yolunu tutarlar.
Âmellerini beğenip, kâfi görmesi o kulu, Rabbinin ihsânını görmekten mahrum eder.
Enâniyeti gözünü öylesine kör eder ki; Allah'a vâsıl olduğunu zannettiği yer, Allah'ın huzurundan defedildiği yer olur.
İrfân sahipleri için Cenâb-ı Hakk ile aralarında perde olması, en şiddetli, en yakıcı ayrılık acısıdır.
Böyle bir kul için en büyük ceza, kendisine Allah tarafından gelen uzaklık ve perdedir.
Geçmiş ümmetlerden bir kulun şöyle dediği rivâyet edilir:
"İlâhi! Sana karşı ne kadar günah işlesem de, ne kadar isyânda bulunsam da beni cezâlandırmıyorsun?"
Bunun üzerine Allah-u Teâlâ o zamanın peygamberine şöyle buyurur:
"Git ona söyle; onu nicedir cezâlandırıyorum da bilmiyor mu? Onu dostluğumun lütûflarından mahrum etmedim mi? Onun kalbinden bana yalvarmanın zevkini çıkarmadım mı? Bunlardan daha büyük bir ceza ve musibet olur mu?"
Bundandır ki insanlar dört sınıfta değerlendirilir:
Cenâb-ı Hakk'ın, kalbine basiret ve iz'ân verdiği kişi; yakînin nûruyla Allah'ın sanatının inceliklerini, kudret ve azâmetinin yüceliğini seyreder.
Cenâb-ı Hakk'ın, aklına basiret ve iz'ân verdiği kişi; idrâk ve şuur nûruyla Allah'ın mükâfat ve cezasını seyreder.
Cenâb-ı Hakk'ın, iç âlemine, mânâsına basiret ve iz'ân verdiği kişi; her ân marifet nûruyla Allah'ı seyreder.
Bir de Cenâb-ı Hakk'ın, gözlerini kör edip, hiçbir şey göremeyen, anlayamayan kişi; o da Allah'ın şu emrinin tehdîdi altında ezilir ve mahvolur: "Bu dünyada kör olan kimse, âhirette de kördür; üstelik iyice yolunu şaşırmıştır." [İsrâ, 72.]
Kâfirler ve münâfıklar güruhu, delâlet karanlığıyla, hidâyet nûrundan perdelidir. Günâh işleyenler ve günâhlarında ısrar edenler; gafletin zifiri karanlığıyla takvâ nûrlarının aydınlığından perdelidir.
İbâdet edenlerin, ettikleri ibâdetleri enâniyet ve kendini beğenmelerinin verdiği derin karanlıkla, Cenâb-ı Hakk'ın tevfîk ve inâyetinin vereceği nûrlardan perdeli olduğu gibi.
Hakîkî mânâda tövbeye mazhar olanların, Allah üzerlerindeki perdeleri kaldırdığında ancak nûru nûr ile seyrederler. Ancak o an O'ndan gerisine perdeli olurlar.
Ubûdiyette hâl ve fiillerine dikkat kesilerek kendini beğenen ve yeterli gören kimse, ibâdetin hakîkâti ve lezzetinden perdelenmiş bir müflis olur. Yalnızca ibâdetin hakîkâti ve mânâsına önem veren kimse için onun suretinde kalmaktan azâd edilmek vardır.
Çünkü böyle bir kul, Cenâb-ı Hakk'a kulluğunu hakîkî mânâda gerçekleştirmekten aciz olduğuyla yüzleşerek, Allah tekaddes hazretlerinin cömertliğine gark olur.
Öyle insan vardır ki; ibadetin suretinde takılarak onun tadına varmaktan perdelenir. Öyle de insan vardır ki; nimetin suretinde takılarak nimeti veren Subhan'dan perdelenir.
Bu minvalde Hz. Nessac (ra) şöyle buyurur:
"İbadet ettiği zaman nefsini gören kişi; ucûbdan (kendini beğenmişlikten) kurtulamaz. Halkı gören; riyâdan kurtulamaz. İbâdetini gören; gururdan kurtulamaz. Sevâbı gören; hicâptan kurtulamaz. Rabbi gören ise; her şeye gücü yeter Sultan'ın katındaki sıdk makâmındadır."
Tıpkı bazı iyiliklerin, bu iyiliği yapan sahibine kötülükten daha çok zarar verdiği; bazı kötülüklerin de, bu kötülüğü yapan sahibine iyilikten daha çok yarar sağladığı gibi.
Bu hâli de izâh etmek gerekirse; kul, iyiliğin suretinde kalarak iyilik yapmaya enâniyetle devam ederse; kendini beğenme ve kibir hâli üzere kalır. Kul, istemeyerek kötülük yapmayı sürdürürse, pişmanlık ve acziyet hâli üzere kalır. Acziyet hâlinde kulun hakîkî pişmanlığıysa; hâllerin en güzelidir.
Seyyid Mansur Rabbanî (ra)'a: "Kul, Allah'tan perdelenmiş olmadığını nasıl anlar?" diye soruldu. Bunun üzerine şöyle buyurdular:
"Kul yalnız O'nu arar ve O'ndan başkasını da istemez. Şayet kul, Allah'ın seçtiğinden başka bir şey istemiyorsa, velev ki onun için cehennemi seçmiş olsun; Allah'tan perdelenmemiş demektir. Kalbinde heybetin iktidârı, muhabbetin ateşi ve sohbetin yakınlığı olmayan kimse; Allah'tan perdelenmiştir."
Akabinde şöyle devam etti:
"Allah'ın senin her hâlinden haberdâr olduğunu bilmen; mârifet olarak sana yeter.
Allah'ın senin hiçbir şeyine ihtiyacı olmadığını bilmen; ibâdet olarak sana yeter.
Sen Allah'ı sevmezden evvel, O'nun seni sevdiğini bilmen; muhabbet olarak sana yeter.
Sen Allah'ı zikretmezden evvel, O'nun seni zikrettiğini bilmen; zikir olarak sana yeter.
Kalpler heybet yaygısı üzerine oturduğunda, beşerî arzular kalplerden silinir.
Kalpler mârifet yaygısı üzerine oturduğunda ise; gaflet veren her şey kalplerden silinir.
Kalpler ferdâniyyetin hakîkâti üzerine ferd olan Allah'la, ferd olan Allah için oturduğunda, işte bu; hakîkî bir oturuştur."
Velhasıl, sıdk; ancak sağlam bir kalple müstakîmdir.
Vesselâm...