Malatya’da cenazeler
14 Haziran 2022, Salı 23:31Eskiden mahalleden biri öldüğünde, en yakın komşuya haber verilir, o komşu da tüm mahalleye bu acı haberi yayardı. Cenaze sahibi kendi acısını yaşarken cenaze işleri tereyağından kıl çeker gibi halledilirdi. Mahalleden bir kaç kişi bu görevi üstlenir, öncelikle mahalle camisinden sela verdirilir, ölen kişinin durumuna göre selatin camilerden de sela verdirildiği olurdu. Seladan sonra müezzin "falanca kişi hakkın rahmetine kavuşmuştur, cenazesi bugün ikindiden sonra Cingenlik Mezarlığında defnedilecektir. Allah rahmet eyleye" diyerek ahaliye cenazeyi duyururdu. Ayrıca belediye hoparlörlerinden de anons duyardınız. Bu anons da şöyle başlardı, " Dikkat dikkat! Şehrimizin eşraflarından falanca vefat etmiştir. Cenazesi bugün ikindi namazını müteakip Cingenlik Mezarlığında defnedilecektir. Tüm dost ve yakınlarına duyurulur"
Duyuru işi halledildikten sonra, sıra mezar yeri bulma, mezarı hazırlama, sal taşlarını temin etme, kefen bezi alma işlerine gelirdi. Bu işlerin hiçbirine cenaze sahibi müdahil olmaz, O, acısını yaşamakla meşgul olurdu. Tüm bu işleri mahalleden birileri yapardı. Cenaze sahibi sadece yakınını hangi mezarlığa defnetmek istediğini söylerdi. Genelde her yerli ailenin cenazeleri aynı mezarlığa defnedilirdi.
O dönem bu işler çok kolay değildi. Önce bir mezar yeri ayarlanırdı, sonra buranın mezar için hazırlanması yani belli ölçülerde kazdırılması gerekirdi. Daha sonra, cenazenin üzerine toprağın direk olarak gelmemesi için, bir açı yaparak yerleştirilen "sal taşlarının" temini gerekirdi. Bunlar halledildikten sonra tüccar bazarından, kadınlar için sekiz, erkekler için yedi metre ölçüsünde kefen bezi (patiska) alınıp, telkin verecek hoca da ayarlandıktan sonra cenazenin yıkanması için evin yolu tutulurdu.
Tam bu noktada, dünyada başka bir benzeri olmadığını düşündüğüm ve kendi tuttuğu çeteleye göre 27100 kişiyi defneden, bütün bu işleri tek başına halleden Hadi Çekirdek amcamızı da rahmetle analım.
Cenaze yıkama işleri, evler bahçeli olduğu için evlerin bahçesinde yapılırdı. Bahçenin bir köşesine kazanlar kurulur ve su kaynatılırdı. Bu mahrem bölge herkesin özellikle çocukların görmemesi için bir perde ile kapatılır ve işlemler bu perde arkasında yapılırdı. Cenazenin cinsiyetine göre yıkayan hoca erkek veya kadın olurdu. Cenaze uzun kulplu bir tas ile kaynarlığı giderilmiş, sıcağa yakın, ılık suyla ovularak yıkanır ve kefenlenirdi. Yıkama işi bittikten sonra camiden getirilen tabuta itinayla yatırılır, yakınları ve komşuların omuzlarında cenaze namazı kılmak için camiye kadar yürünürdü. Camiye giderken yolda cenazeyi omuzlamak için insanlar birbirlerini iterlerdi.
Namazı kılındıktan sonra cenaze bir kamyona konur, cenaze sahibi hoca ile şoför mahalline, cemaat da kamyonun kasasına dolarak defin yapılacak mezarlığa gidilirdi. Yol boyu cenazeyi gören insanlar, ayağa kalkar cenazenin geçişini saygıyla izlerlerdi. Üzülerek söylüyorum, şimdilerde cenazeye böyle tazim gösteren insan sayısı yok denecek kadar azaldı.
Aklıma yıkama mevzusu gelmişken komik ve gerçek bir olayı sizinle paylaşayım. Hep diyorum ya eskinin her şeyi güzeldi, özellikle de insanları diye. Eskilerin şaka kaldırma konusundaki olgunluklarına her zaman şapka çıkarmışımdır. Kahramanımızın ismi bizde saklı, isterseniz ona Orhan diyelim. Bir gün Orhan'ın iş yerine arkadaşları gelirler, oldukça üzgündürler. Arkadaşlarını üzgün görünce sorar "nedir bu haliniz, suratlarınız bir karış". Arkadaşları kem küm ederler, Orhan üsteleyince, "abi bizden duy bari" diyerek söze başlarlar. "Orhan abi yenge sizlere ömür". Bunu duyan Orhan allak bullak olmuştur, "nasıl olur, sabah turp gibiydi" diyerek eve doğru koşmaya başlar. O dönem cep telefonu yok, normal telefon ise her evde yok, mecburen haber almak için ve gitmesi lazım. Bu arada diğer bir gurup da Orhan'ın evine gidip kapıyı çalar. Kapıyı Orhan'ın hanımı açar. Şaşırmıştır, "hayır mı?" diye sorar, aldığı cevap, " yenge başın sağ olsun, Orhan abi sizlere ömür. Suyu kaynatın birazdan cenazeyi getirecekler" Bunları duyan zavallı kadın ve diğer aile fertleri feryat figan kazanı kurarlar ve suyu kaynatmaya başlarlar. Bu arada Orhan kan ter içinde eve doğru koşmaktadır. Allah’ım inşallah doğru değildir, diye söylenmektedir. Evinin olduğu sokağa dönünce evin önünde ağlayan, ağıtlar yakan kalabalığı görünce içini bir korku kaplar. Evin bahçesine gelince kaynayan kazanı da görünce tüm umutları tükenir, demek ki dedikleri doğruymuş, diyerek oraya yığılır ve bayılır. Olay anlaşılınca neler oldu bilmiyorum, ama böyle de şaka olur mu, buna eşek şakası denir dediğinizi duyar gibi oluyorum. Ama o dönem böyle ilginç şakalar yapılıyordu ve dostluklar da bozulmuyordu.
Gelelim konumuza.
Mezarlıkta defin işleminden sonra, mezarlığa gelenler orada baş sağlığı verdikten sonra taziye yerinin neresi olduğu hatırlatılır ve dağılırdı. O zamanlar şimdiki gibi belediye çadırları, taziye evleri falan yoktu, öyle masalar, sandalyeler veren kuruluşlar da yoktu, herkes taziyesini kendi evinde kabul ederdi. Genelde en yakın komşu da evini açar kadınlar da orada otururdu. Gelen insanlar öyle uzun boylu oturmaz kısa bir başsağlığından sonra Fatiha okunup kalkılırdı. Cenaze sahibinin evinde uzun süre radyo açılmazdı, komşular bile saygısızlık olmasın diye radyo açmazdı.
Bizim o dönemki dejenere edilmemiş geleneklerimiz hakikaten çok güzeldi. Özellikle yemek vakitleri kimse taziyeye gitmemeye çalışırdı. O zamanlar cenazeler insanların karınlarını doyurmak için özellikle yemek vakitlerinde gittikleri yerler değildi. Taziyeye başsağlığı için gidilirdi. Şimdiki gibi yemek yiyip, üstüne çayları içerken hükümetler kurulan veya yıkılan, devlet kurtarılan yerler hiç değildi. Cenaze sahibine yemekler komşular tarafından verilirdi. Herkes kendi evinde, yemeklerini yapar komşusuna öyle götürürdü. Yemek yiyen sayısı ev küfleti ve gelen yakınlarından oluştuğu için komşuya da yük getirmezdi. Dışarıda yemek yaptırıp getirmek çok ayıp karşılanırdı.
Vah vah ki vah vah, bizim bu güzel adetlerimiz bizler farkına varmadan nasıl da dejenere edildi, maalesef çok geç anlayabildik. Şimdilerde komşuların yemek vermediğinden şikâyet ediliyor. Ne yapsın zavallı komşu, yüzlerce kişiye evinde yemek yapma imkânı yok, maddi durumu da müsait değil ki dışarıda yaptırsın, dolayısıyla cenazede komşuya yemek verme âdetimiz tarihin tozlu sayfaları arasına girmek üzere... Bu durumda çaresiz kalan cenaze sahibi, kendi imkânlarıyla bu işi çözmek zorunda kalıyor. Cenaze süresince her gün en az iki öğün yemek yaptırmak zorunda kalan ve bir de yine sonradan ihdas edilen üç mevlidindeki yemekle, beş yüz kişiye de yemek yaptırınca, kendi acısına yanarken bir de lokantalardan gelen faturayla acısını katmerleştiriyor.
Şaka bir yana, cenaze sonrası borcunu ödemek için banka kredisi kullanan insanları biliyorum.
Onun için siz siz olun geleneklerinize sımsıkı sarılın...
Bir de bakarsınız asimile olmuş gitmişsiniz...
Şu günlerde olduğu gibi...
Ebediyete intikal etmiş hemşerilerime rahmet diliyorum...
Selam olsun Malatya'mın güzel insanlarına...