Mevtalar sağ olsunlar. Onlar sayesinde…
08 Ağustos 2021, Pazar 11:5012 Eylül darbesinden 2-3 yıl önceydi. Her gün anarşiden dolayı 15-20 kişinin öldürüldüğü, silah sesinin normal sayıldığı, bombaların patladığı yıllardı. Lisedeydim. Son senemdi. O sene mezun olup kurtulacaktım tüm buranın streslerinden. Okulda sol gruplar o kadar hakimdi ki; saldıracakları, vuracakları sağcı kalmamış bir sol grup diğerine karşı hakimiyet kurmak için birbirlerini denk getirip dövmeye, tartaklamaya başlamışlardı. Sağcı kalmamıştı dediysem eli silahlı sağcı kalmamıştı. Bir Zübeyir abim bir de ben vardık koca okulda. Biz de Ülkücü veya Solcu değildik. Onlar gibi düşünmüyor olmamız rahatsız ediyordu belki de onları…
Dönem sonuydu ve bitirme sınavı vardı. Biz okulun arka tarafında okula inen yüksek merdivenlerin başına henüz gelmiştik.
Yanımıza sınıf arkadaşlarımız Fazıl ve Gani yaklaştı. Fazıl biraz sessizce:
-“Ersoy, Zübeyir… Bunlar dün gece karar aldılar. Bugün sınavdan sonra sizi vuracaklar. Sınava girmeyin kardeşim. Uzaklaşın buradan.”
Bu sınava girmezsek bir yıl daha aynı sıkıntıları, baskıları çekecektik. Girsek çıkışta vuracaklar.
Sonra sınava girmeye karar verdik. Yaklaşık 2 saat sürecek sınavda ilk 15 dakikada bildiklerimizi hızlıca yazıp çıkmaya karar verdik. Onların hazırlıklarının 2 saat sonrası için olduğunu varsayarak…
Merdivenlerden inip sınavın yapılacağı salona yürürken o militanların bazıları ile göz göze geldiğimizde bu kararlarını hissetmiştik. Sınav salonunda 15 dakikada bildiğimiz cevapları hızlıca yapıp kağıtlarımızı hocamızın eline tutuşturduk ve çıktık.
Salondan çıktığımızda militanların şaşkınlıkları ve hemen birbirlerine seslenmeleri üzerine koşarak arka merdivene ulaştık. 150-200 basamaklı bu merdivenden yukarı tırmanmaya çalışırken aşağıda 15-20 kişi olmuşlar ve peşimize takılmışlardı. Liderleri konumundaki Demir isimli militan bize seslendi:
-“Ersoy, Zübeyir. Bekleyin sadece konuşacağız, bir şey yapmayacağız” diye seslendi. Biz koşmaya devam edince, bunlar da merdivenlerden tırmanmaya başladılar.
Merdivenlerin yukarısına ulaştığımızda da 150 metrelik bir dik yokuş vardı. Yokuşun sonunda ülkücü bölgesi diye bilinen semt başlıyordu. Hiçbirini tanımazdık. Onlar da bizi tanımazdı. Ama en azından arkamızdaki militan sürüsü oraya girmeye çekinir diye güzergahımızı o yöne çevirdik. Yokuş yukarı koşmaya başladık. Bu arada merdivenin üst kısmına ulaşmış olan militan sürüsü bize doğru ateş etmeye başladı. Mermiler sağımızdan solumuzdan vızıldarken denk getiremesinler diye kavisler çizerek koşmaya başladık. Ama bu da bizi yavaşlatıyor, onlarla aramızdaki mesafeyi azaltıyordu.
Aklıma bir fikir geldi. Yokuşun tepesine doğru bağırarak seslendim:
-“ Osmaaaan, Aliii, ne bekliyorsunuz ateş etsenizeee!!!” Ben böyle bağırınca:
-“Çocukları çağırıııın, ateş ediiiin!” diye bağırıyordu hiçbir silahlı çatışmaya girmemiş hatta eline silah almamış Zübeyir abi.
Biz yokuşun yukarısına doğru koşmaya devam ettik. Bizi kovalayanlar gerçekten yukarda birilerinin olduğunu zannedip durakladılar.
Bu duraklamaları bize çok zaman kazandırdı. Tepeye varmıştık. Yukardan kimse ateş etmeyince bunun blöf olduğunu anlayan guruplar tekrar bize doğru koşmaya başladı. Yukarıya vardığımızda ilk sağa saptık. Gecekondular arasında küçük yeşil bir cami vardı. Kapıyı açıp içeri daldık. Ayakkabılarımızı yanımıza alıp alelacele üst kata çıktık dip köşeye uzanıp saklandık. Az sonra bunlar caminin yanına gelmişlerdi. Kafalarını uzatıp pencerelerden baktılar. 3-5 dakika sonra tekrar gelip pencereden baktılar. Bu arama tarama işini bir saate yakın sürdürdüler. Güya ülkücülerin kurtarılmış bölgesiydi. Ama bölgenin sahiplerinin dünyadan haberleri yoktu.Ya da hedef kendileri olmadığı için akışına bırakmışlardı.
Biz çıt çıkarmadan siper almış yatıyorduk. Öyle ya, sessizce camiye girmiş de olabilirlerdi. Yaklaşık 3 saat sonra birkaç ihtiyar camiye geldi. İmam geldi ve öğle namazını kıldırdı. Bizler konumumuzu hiç değiştirmeden beklemeye devam ettik. Camiye sığınmamızın üzerinden yaklaşık 5 saat geçmişti ki, üst kattan etrafı inceledik. Kimsenin oralarda olmadığına kanaat getirince de tedbiri elden bırakmadan camiden çıkıp evimize doğru uzadık.
Bize o gün bu kararı iletip hayatımızı kurtarmaya vesile olan o iki arkadaşımdan biri Ankara’da Siyasal Bilgiler Fakültesinin karşısında “Kırık Oklava” isimli küçük bir gözlemeci dükkânı işletiyor. Öğrenci bölgesi olduğundan dükkanına çok öğrenci geliyor. Fazıl öğrencileri çok seviyor ve her zaman yardımcı oluyor. Kendi söylemez, ama birçok öğrenciye de burs ve harçlık verdiğini, bazılarından yemek parası dahi almadığını duyuyorum. O öğrencilerinden Vali ve Kaymakam olanlar var.
Fazıl’ın yaptığı soslu gözlemeyi Türkiye’nin başka bir yerinde bulmanız, tatmanız mümkün değil. Bir gün okuyucularımla beraber gidip bu can dostumun dükkanında gözleme yesek diyorum. Oraya gidince de okuyucularımın ellerini bağlasalar, benim de ayaklarımı ne güzel olur. Bütçem de zorlanmaz.
Diğer arkadaşım Gani de Sivaslıydı. O da Ankara’da müteahhitlik yapıyor. Çok güzel binalar yapıyor. Benim çokça daire alabileceğim maddi gücüm varken o halı-mobilya dükkânı çalıştırıyordu. Şimdi anca halı alabilecek bir maddi durum varken onun daire satıyor olması da kaderin cilvesi. Çok sık görüşemesek de can dostlarımı seviyorum.
Fazıl ile Gani’nin o gün yaptığı bilgilendirme çok büyük bir cesaret işi idi. O insanlar dostları, arkadaşları zarar görmesin diye kendilerini riske etmişlerdi.
O gün benimle beraber cesurca karar vererek beni yalnız bırakmayan (Tabi ben de onu yalnız bırakmadım) Zübeyir abimle birlikte geçirdiğimiz güzel yıllardı. Kendisi ile genellikle cenazelerde karşılaşıyoruz. Mevtaların dünya yüzeyindeki son anlarında eski dostları bir araya getirmek gibi güzel bir amelleri var. Sağ olsunlar.
İnsanın çok arkadaşı olması önemli değildir. Dostları olması önemlidir. Ha, bir de çok okuyucusu olması. Okuyucu derken sadece okuyup başka sayfaya geçen okuyucular değil. Makalemi diğer dostlarıyla paylaşan okuyucudan bahsediyorum. Bana böyle gelin…
Allah sizi de en zor zamanınızda Fazıl ve Gani gibi vesilelerle karşılaştırsın.
***
Gürcistanlı bioenerji uzmanı bir hanımefendi vardı. Sağlık sebebiyle birçok kez görüşmüşlüğümüz vardır kendisiyle. Onun söylediği bir şey vardı:
-“ Huzur evlerinde çalışan bakıcılar akşam evlerine pestil gibi dönerler. Bütün enerjileri hasta ve yaşlı insanlar tarafından adeta emilmiştir. Hasta ve yaşlılar yani enerjileri az olanlar enerjileri çok olanlardan enerji çalarlar. Ama ilkokul öğretmenlerine bakın. Hepsi enerji yüklüdür. Yorulurlar, ama enerji doludurlar. Çocuklardan enerji yüklenip gelirler evlerine. Eve geldiklerinde de oturamazlar. Sınav kâğıdı okurlar, program yaparlar. Siz yaşlı ve hastaların yanında fazla durmayın. Olan enerjinizi de kaptırmayın.” Derdi.
MalatyaTime okurlarının yaş ortalaması ve sağlık durumları idare eder. Çok şükür yaşlı ve hastalardan değiller. Ben bu sebeple burada yazıyorum. Yazımı da gençler daha çok okusun. Yaşlılar direk okumasınlar. Yazımı internetten indirip, çıktı alıp okusunlar. Yani uzaktan okusunlar. Enerji enerjidir. Kaybetmeye gelmez. Zor topluyoruz zaten.
***
Siz siz olun bu tavsiyeyi siz de uygulayın. Benim makalemden fazla uzaklaşmayın. Tekrar tekrar okuyun.
***
Hay’dı, Huy’du derken geldik yazının sonuna. Bu haftaki makalem baya bi uzun oldu.
Bir haftada anca toparladım. Fındık kabuğunu doldurmayan konuları derlemek zor ve zaman alıyor.
Daha kısa aralıklarla lüzumsuz konularda önemli açılımlar yapmak için gayretlerim devam edecek.
Kalın gene sağlıcakla.