Ne gerek var arabaya. Yürüyerek gitsin
06 Mart 2022, Pazar 16:54Ankara’da iken şimdi rahmetli olmuş olan bir abimiz vardı. Sevdiğimiz saydığımız bir abimiz.
Birgün ofis olarak kullandığımız yeri ziyaret etti. Çaylar içillip sohbetler edildi. Ersoy Baba makalemi hazırlamış, çizimlerin bitmesi için Kasım Bey'i bekliyordum.
O sırada abimiz ekranda karikatür çizildiğini görünce masanın arkasına dolanıp üstadı seyretmeye başladı. Masanın üstündeki çizim tabletinde kalemi gezdirdikçe ekranda çizim oluşuyordu. Boya tüpleri vaya fırçalara gerek kalmadan ekranda kolayca boyama yapabiliyor, beğenmediği yerlerin rengini hemen değiştirilebiliyordu. Biraz seyrettikten sonra Kasım Bey'e:
-”Vay be! Teknolojiye bak. Pratik bir şekilde çizebiliyorsun. Sistem harika. İşin kolay. Herkes çizebilir yani.”
Abimi sever ve sayarız. Ama gene de işi bu kadar basitlemesi Kasım Bey'in zoruna gitmişti. Hemen masadan kalktı. Çalışma koltuğunu abimizin hemen oturabileceği şekilde ona doğru döndürdü. Çizim tabletinin elektronik kalemini kendisine uzattı.
-”Buyur abim kavuğu. Otur sen de çiz.”
Kısa bir şaşkın bakışmadan sonra abimiz hatasını fark etmişti.
Özür dileyip çayını içmeye devam etti. Rabbim onu cennetiyle şereflendirsin.
***
Yaşlı bir bilge, çölde bir vahada ilmiyle iştigal ederken genç birisi, ona yaklaşır ve der ki:
-“Lütfen beni öğrenciniz olarak kabul edin.”
Bilge, parmağıyla kumların üzerinde düz bir çizgi çeker;
-“Çizgiyi kısalt” der.
Genç, avuçlarıyla çizginin yarısını siler.
Bilge der ki:
-“Git, düşün, öğren ve öyle gel!”
Aradan bir süre geçtikten sonra delikanlı tekrar gelir. Bilge, yine bir çizgi çizer:
-“Kısalt!” der.
Delikanlı, bu kez çizginin yarısını avucu ve dirseğiyle kapatır. Bilge, onu da kabul etmez:
-“Git, öğren de gel! “
Uzun bir zaman sonra delikanlının tekrar yanına geldiğini gören Bilge, kumların üzerine yine bir çizgi çeker ve onu kısaltmasını ister.
Delikanlı:
-“Çok düşündüm ama bulamadım. Siz kısaltın!”
Bilge, çizginin yanına daha uzun bir çizgi çeker:
-“Şimdi o çizgi kısa bir çizgi” der...
Bir zamanlar Dünyanın en çok satan Nokia diye bir telefon vardı. Koreliler rakiplerini bitirmek için Nokia’nın fabrikasını yerle bir etmeyi hiç düşünmediler. Ondan çok daha iyisini Samsung’u çok daha uygun fiyata yaparak bitirdiler Nokia’yı.
Almanların çok övündükleri Sig Sauer diye bir silahları vardı. Canik diye bir Türk şirketi çok daha iyisini yaparak bitirdi Sig Saueri. Geçenlerde pes edip fabrikasını bile kapatmışlar.
İsrail’in çok övündüğü Heron, Amerikanın da Predator denen İHA’ları vardı bir zamanlar. Silahlı olanını parayla bile vermiyorlardı bize.
Ama çılgın bir delikanlı çok daha iyisini, çok daha ucuza yaparak Bayraktar ve Akıncı’yla bitirdi saltanatlarını.
Karikatür zor bir sanat. Kolayca, boyacı küpüne daldırılıp çıkarılınca hemen oluveren bir şey zannedildiği için önemsenmez ve değer görmez. Mizah da öyle. Ama bu bizim cenahta böyle. Kabiliyetli bir çocuk üniversite için büyük şehre okumaya geldiğinde sağ cenah dediğimiz Müslüman kesimde sanatına önem verilmediği için, solcuların ateistlerin kıymet göstermesine aldanıp kolayca saf değiştiriyor. Vav kuşağı iken Z kuşağına dönüşüveriyor.
Değer göstermeme, önemsenmeme sadece camia olarak değil aile içinde bile aynı.
Genç bir çizerimiz vardı. Başarılı. Güzel işler de çıkarıyordu. Ama elde çizdiği için hem çok zaman alıyor hem de en ufak hatada çizim çöpe gidiyordu. Kendisine çizim için özel, kalemli tablet almasını, hatta eğitimini bile verebileceğini söyleyen Kasım Bey'e:
-“Ben de çizim tabletini çok istiyorum, ancak babam gereksiz görüyor. El ile çizmeye devam etmemi istiyor ve almıyor” demişti. O da:
-“Baban işe ne ile gidiyor?” diye sordu.
-“Arabasıyla.”
-Ona söyle “Ne gerek var arabaya. Yürüyerek gitsin. Ayaklar ne işe yarıyor?” dedi.
Muhtemelen onun söylediği kadar sert ve net söylememiştir. Etrafından dolanıp gerektiği kadarını söylemiş olmalı ki bir süre sonra çizim tableti alındığının haberi geldi. O genç arkadaşımız sosyal medyada her gün bir şeyler çizerek davasına destek oluyor.
Belki bizim çizgimizin daha uzunu odur. Ama yetmiyor işte.
Değer verilmeyen, önemsenmeyen, destek olunmayan sanatçılar, yazarlar, çizerler yerlerini desteklenen, önem verilen karşı görüşün fikirlerini, düşüncelerini yayan sanatçılara terk edecekler.
Bu çok da uzak olmayan, her gün yaşanan gerçekler.
Bu arada bir yazı okudum. İlginç geldi. Şehir efsanesi olabilir. Belki de gerçektir.
Rusya'nın kaderinde belki de bir çift ayakkabının önemi çok büyük olmuştur.
İkinci Dünya Savaşında savaş bölgesinden memleketi olan Leningrad'a (St. Petersburg) izne gelmiş bir asker, evinin bulunduğu caddeye doğru giderken, Alman bombardımanı sonucu ölenleri taşıyan bir kamyonla karşılaştı. Ölüler “toplu gömülmek” üzere mezarlığa götürülüyordu. Cesetlerin arasında askerin dikkatini çeken bir şey vardı; bir ayakkabı…
Eşine aldığı ayakkabıya benziyordu. Eve gidip gitmeme konusunda tereddüt geçirdikten sonra, görevliye,
-“Ayakkabıyı giyen cesedi görebilir miyim?” diye sordu.
Görevli izin verdi. Asker kamyona çıktı, cesede baktı. Karısıydı…
Görevliye “cesedin kendi karısı olduğunu, onu alıp kendisinin gömmek istediğini” söyledi.
Görevlinin yardımıyla ceset indirildi. Asker karısını taşırken zor da olsa nefes aldığını fark etti ve onu alıp hastaneye götürdü…
Yapılan müdahaleler sonucu kadın kurtarıldı, iyileşti ve normal hayata döndü…
İşte o kadın hamile kaldı ve 7 Ekim 1952’de Rusya Cumhurbaşkanı Vladimir Vladimiroviç Putin’i doğurdu…
Bu pek inandırıcı gelmese de “Dünyanın en kötü adamı” nın bankada çalışan bir Alman olduğu hikayesine benziyor. Bu banka memuru milyonlarca insanın ölümünden sorumlu imiş. Tek yaptığı tren yolunda oynamakta olan küçük bir çocuğu trenin altında ezilmekten son anda kurtarması imiş.
Küçük çocuğun adı “Adolf” imiş. Adolf Hitler.
Gülüp geçin.
Yeter ki kalın sağlıcakla.