Nurhak dağlarında özgürlük şarkıları söylemek
12 Temmuz 2022, Salı 18:07
Nurhak Dağlarına gezimiz gece yarısı saat 02.00’de başladı. Doğa Reklam Sahibi Tabelacı Nihat Toramanoğlu, Biyolog ve Bitki uzmanı Şükrü Karakuş hocamız ve Bayram abiyle birlikte dört kişi karanlıkta Elbistan yoluna düştük. 1,5 saatlik bir yolculuktan sonra 125 kilometreyi bitirip Elbistan’a vardık.
• Elbistanlı dostlarla buluşma
Bizi Elbistan’da, rehberlerimiz Vedat Dilek, Ali Kurt ve Mehmet Işık karşıladı. Çifte batonları, sırt çantaları, sağlam ayakkabıları, dağda ihtiyaç duyulan her malzemeleri ile tam bir dağcı havası vardı Elbistanlı gardaşlarımızın... Havası demeyeyim, hakiki dağcılar zaten…
Saat 04.00… Sabah namazı ezanı okundu okunacak. Gökyüzü hala karanlık... 3’ü Elbistanlı, 4’ü Malatyalı toplam yedi kişi Nurhak dağları yoluna uzandık. 22 kilometrelik asfalt yoldan sonra toprak yola düştük. İşte asıl zorluk da bu yolda... 10 kilometre boyunca tozlu, toprak, çukurlarla dolu ve kayalık yolda kaplumbağa hızıyla ilerledik. Bu yoldan traktörler bile zor geçer. Nurhak dağlarına (Ali Gölü’ne) doğru yaklaştıkça yolumuz üzerinde çadırlar gördük. Henüz yayla çadırlarında bile ses seda yok, herkes derin uykuda… Biz ise ta Malatya’dan gelip dağlara tırmanıyoruz. Gören belki de bize deli der.
• Herkesin beklentisi başka
Aslında yedi kişilik ekibimizin ortak noktası dağ yürüyüşü yapmak olmakla birlikte hepimizin ayrıca başka başka beklentileri de var. Mesela ben en iyi fotoğraf nasıl çekerimin derdindeyim. Malatya Üniversitesinden bitki uzmanı Şükrü Hocamız acaba yeni ve endemik bitki bulabilir miyim derdinde… Bayram hocamız tarihi kalıntılar var mı, diye düşünüyor. Nihat acaba yabani bir hayvan görebilir miyiz, diye hayal kuruyor. Elbistan’daki arkadaşlarımız ise sadece dağ yürüyüşü derdindeler. Ellerinde fotoğraf makinesi bile yok. Cep telefonları ile bir kare bile çekmediler.
Neyse bir saatlik yolculuktan sonra arabaları park edeceğimiz yere ulaştık. Artık tırmanma zamanı… Bizi yaklaşık 4-5 saatlik zorlu bir tırmanış bekliyor. Ya Allah bismillah dedik ve kendimizi Nurhak dağlarına ve Ali Gölü yoluna vurduk. Patika yoldan yürüyüşe (tırmanışa) başladığımızda saat 06.00’yı gösteriyordu. Güneş henüz üzerimize düşmemişti ve üşüyorduk. Evet üşüyorduk. Fakat güneş doğdukça ve yukarı tırmandıkça güneşin bizi kavuracağını da biliyorduk ve bu yüzden üşümenin tadını çıkarıyorduk.
• Ali Gölü kurumuş
1,5 saatlik tırmanıştan sonra nihayet kahvaltı yapacağımız pınar başına ulaştık. Sağolsunlar, Elbistanlı gardaşlarımız bize muhteşem bir kahvaltı sofrası hazırlamış, inanır mısınız sadece kuş tüyü eksikti. Kahvaltımızı yaptık, buz gibi kaynak suyumuzu içip, şişelerimize de doldurup tırmanmaya devam ettik.
Artık Ali Gölü’ne çok az kalmıştı. Acaba Göl’de su var mıydı, yoksa kurumuş muydu? Geçen yıl 18 Temmuz’da geldiğimizde göl tamamen doluydu. Ama biliyorduk ki, bu sene kuraklık vardı ve gölde su olacağından umudumuz yoktu. Ve aklımıza gelen başımıza geldi, korktuğumuz gibi varmış, gölü karşıdan gördüğümüz de baktık ki bir damla bile su yok. Yaşadığımız kuraklığın, iklim felaketinin korkunç boyutlarını gösteren çarpıcı bir sahneydi bu… El birliğiyle çevremizi yaşanmaz hale getirdik, suyumuzu, toprağımızı, havamızı kirlettik, dağdaki canlıları vura vura yaban hayatı yok ettik, ağaçları kestik çocuklarımıza çıplak dağlar bıraktık, kuyu ve artezyen vura vura yeraltı sularımızı kuruttuk, kısacası elbirliğiyle dünyamızı küresel bir felaketin eşiğine getirdik.
• Tabiat ölüyor, kimse tınmıyor
Zaten her bahar tabiatı gözlemleyen, sürekli iklim değişikliklerini takip eden, dağlarda ve derelerde ömür tüketen bir gezgin olarak bu yıl yaşadığımız kuraklık ve tabiatta gördüğüm anormallik hiç hayra alamet değildi. Aslında yaşadığımız bu hastalıklı hali kuraklıkla ifade edemeyiz. Tabiattaki bozulmayı bu bahar derinden hissettim. Çiçekler eski canlılığında ve renklerinde değildi, kaynak sular ve dereler yarı yarıya azalmıştı, otlar ve yabani bitkiler yetişmemişti, kısacası bu bahar hiç bahara benzemiyordu. Anladım ki, iklimler bozulmuş, doğanın eski tadı kaybolmuştu.
Tabiat, kendisine yaptığımız kötülüğe tepki veriyordu. Hiç birimiz tabiatın da bir canının olduğunu, onun da bir yere kadar sabır taşıyacağını, belli bir süre sonra patlak vereceğini bilmiyorduk. Tabiatta yaptığımız iyi ya da kötü fiilin hiç biri asla karşılıksız kalmaz. Üzerinde yaşadığımız tek gezegeni hor kullanıyoruz. Bunun bir bedelinin olduğunu, tabiat bize bu bahar çok iyi hatırlattı. Peki, uyandık mı, ders aldık mı, uslandık mı? Sanmıyorum. Doyumsuz, bencil ve kârdan başka bir amacı olmayan insanoğlu asla bu kötü gidişattan ibret alacakmış gibi görünmüyor.
Neyse, biz dönelim gezimize… Nurhak Dağları eteğindeki Ali Gölünden eser yoktu. Göle doğru baktım, derin bir iç çektim, tarifi imkansız bir hüzne kapıldım, biraz geride kaldım, ki gözlerimden dökülen iki damla yaşı ekibimiz görmesin…
• Dağ keçileri
Moraller bozulmuştu. Fakat biz yine de Ali gölünün kenarından zirveye doğru tırmanmaya devam ettik. Ekibimizin yaşlı üyelerinden biri olan Ali abi, birden karşı zirveyi göstererek, “İşte dağ keçileri!” dedi. Ta uzaktan bizim hareketlerimizi izliyorlardı. Zavallı hayvanlar, biz insanoğlundan o kadar zarar görmüşler ki, insan kılıklı birisini görseler nasıl kaçacaklarını bilemiyorlar. Biz, her ne kadar “Bizden korkmayın, biz sizin dostunuzuz” diye bağırsak da bize inanmadılar. Niye inansınlar ki… Ben olsam ben de kaçarım.
Ali Gölünü arkada bırakıp Nurhak Dağlarının zirvesine biraz daha yaklaştık. Dağların kuytu köşelerinde kalan karlı patikaları zorlukla aşarak yukarı tırmandık. Artık zirveye biraz daha yaklaştık.
Ekibimizden sadece dört kişi zirveye çıkma kararı aldı. Biyolog hocamız da dahil üç kişi endemik bitki aramaya başladı.
Yukarı zirveye doğru önceden hızlı bir tempoda tırmanmaya başladığımda, arkamdaki iki kişiyi çok geride bırakmıştım. Zirveye tam yaklaştığımda beni bir sürpriz bekliyordu.
• Çocuk çoban Erkan
Nurhaklı çoban Erkan’la karşılaştım. Keçileri otlatan bu çobanın 13 yaşında bir çocuk olduğunu görünce hayli şaşırdım. Bu dağlara çıkmak, buralarda kalmak çok büyük cesaret, güç ve dayanıklılık ister. Kurtların cirit attığı bu dağlarda çobanlık yapmak her babayiğidin karı değildi.
8 yaşından beri bu dağlara gelip keçi otlatıyormuş, her gün günde en az 20 kilometre yol kat ediyormuş… Çantasında ne olduğunu sordum. Öğlen yemeği dedi. Peynir, çaydanlık, ekmek ve bir adet domates… Dağda hemen bir ocak kurup çayını demliyor ve yemeğini yiyor.
Peki, ne olmak istiyorsun? Pilot dedi… Muhtemelen dağda ona arkadaşlık yapan tek şey uçaklardı, her uçak geçişinde bağırıyor ve “Hey pilot abi, ben de senin gibi olmak istiyorum, hep uçmak istiyorum, bir gün bu dağlardan kopup gökyüzünde yaşamak istiyorum” demiştir. Belki de bu yüzden pilot olmaya karar vermiştir. Dersleri de çok iyiymiş, inşallah hayal ettiği mesleğine kavuşur. Dedim ki, eğer lisede de derslerine iyi çalışırsan, söz veriyorum, her sene yardımcı ders kitaplarını ben alıp hediye edeceğim sana…
Çoban Erkan, bugün kendisinin misafiri olmamı istedi, ekmeğimizi bölüşelim dedi. Ne tatlı, ne saf ve ne yürekli bir çocuk… Hayran kaldım. Bir çocuğun, kartalların bile korku ile uçtuğu bu yüksek ve ıssız dağlarda tek başına çobanlık yapması beni çok etkiledi. Gerçi, dağlarda ve köylerde çocuk çoban çok gördüm ama hiç biri Erkan kadar beni duygulandırmadı. Şehirde 13 yaşındaki bir çocuğu anne babaları ekmeğe bile gönderemiyor, gitse bile geri dönüşüne kadar pencerede bekliyoruz. Köylü çocukların kaderi bu… Nurhak dağlarındaki gezimiz sırasında en büyük kazancım çocuk çoban Erkan’ı tanımak oldu. Allah sürüsüne zeval vermesin, Rabbim kendisini esirgesin.
• Zirve
Çoban Erkan’dan sonra Nurhak dağlarının en yüksek yerine, zirveye nihayet vardım. Rakım, tam tamına 3 bin 50 metre… Türkiye’nin 3 bin rakımı geçen en önemli, her dağcının mutlaka görmesi gereken dağlarından biri… Zirvede esen rüzgârı arkama alıp özgürlüğün ve yüksekliğin tadını çıkardım. Avazım çıktığı kadar bağırdım, geri kalan sesimle de dağlar türküsünü mırıldandım.
Annem bana hep der ki, “Oğlum ne işin var dağlarda derelerde, sana para veriyorlar mı? Ne kazanıyorsun? Kendini oralarda heder etmenin ne gereği var?” Kızıyor bana hep… Anneme, dağlarda neler kazandığımı nasıl anlatabilirim ki?
Yeryüzünden ayağımızı kesip gökyüzüne yükseldiğimiz, bulutlar içinde yüzdüğümüz havası veriyor… Şehirden bir süreliğine kaçış insana ilaç gibi geliyor. Dağda sanki daha özgür hissediyorsunuz kendinizi… Doğa ile başbaşa kalınca ruhunuz dinleniyor, içiniz ferahlıyor, sanki tam teşekküllü bir iyileştirme merkezinde bakıma alınmış gibi rahatlıyorsunuz.
Bedava ve yan tesiri olmayan bir tedavi süreci…
Bütün hastalıkların temelinde oksijensizlik ve kötü beslenme yatar. Bedeninizi kimyasal ve hormonlu gıdalardan ayrıca kirli havadan, ruhunuzu da stresten koruyacaksınız. Bunun en kestirme ve kolay yolu zirvelere çıkmaktır.
Şairin dediği gibi;
Uzasan, göğe ersen,
Cücesin şehirde sen;
Bir dev olmak istersen,
Dağlarda şarkı söyle!
• Büyülü dağ: Nurhak
Nurhak dağlarının zirvesinden bütün Elbistan ovasını, Nurhak köylerini, Sürgü Barajını, Akçadağ tarafındaki dağları görmek mümkün… Nurhak, bütün bir bölgeyi ayaklarınızın altına seriyor.
Nurhak, öyle sıradan bir dağ değil… Zirveye çıkmak hayli zor ve meşakkatli… Son derece geniş bir alana yayılmış… Temmuz’un yaz sıcağına rağmen devasa buzullar oluşmuş, hatta bu buzulları aşmak için üzerinden riskli geçişler yaptık. Her an kayıp düşme ve bir kayaya düşüp parçalanma riski bile var. Tırmanırken en önde olmama rağmen, maalesef dönüş yolculuğunda sağ ayak dirseğimdeki lif kopması yüzünden hep geride kaldım. Sürekli zorlu iniş yüzünden ayaklarımızda derman kalmadı. Eve geldiğimde, merdivenlerden yukarı çıkacak gücüm bile kalmamıştı.
• Endemik bitki bulundu
Artık geri dönüş başlıyor. Zirvede geçirdiğim birkaç dakikalık zamanı, şehrin modern ve lüks imkânlarıyla geçirdiğim birkaç yılına değişmem.
Aşağı indim. Zirveye çıkmayan, kayalıklar arasında bitki arayan ekibimizle buluştuk. Müjdeli bir haberle sevincimize sevinç katıldı. Meğer bitki uzmanı hocamız yıllardır aradığı endemik bitkiyi bulmuş. Hadi hayırlı olsun. Herkes aradığını buldu.
• Üzerimize bulutlar gölge yaptı
Aslında biz kavurucu bir sıcakta çıktık zirveye… 3 bin metrede güneşin yakıcılığı ve zararlı ışınlarını düşünün, nasıl etkiler yüzünüzü ve açık yerlerinizi… Fakat Allah tarafından o gün üzerimize bir bulut çöktü. Sıcaklığın doruk noktasına ulaştığı saat 10.00 ile 15.00 arasında, Yüce Yaradan bize acıdı ve merhamet etti. Katından inen rahmet bulutu bizi kavurmaktan kurtardı. Eğer bulut olmasaydı, gölge düşmeseydi, serinlik olmasaydı o gün biz Nurhak dağlarından eve zor gelirdik. Gelirdik ama kavrulmuş bir halde… Allah’a ne kadar şükür etsek azdır. Ekibimiz kendi aralarında latife yaptı, “Sen Şeyh Hasan’ın oğlusun, tabi ki Allah seni ve bizi koruyacak” Şaka bir yana o gün büyük bir risk ve tehlike atlattık. Bu mevsimde, güneşin kavurucu sıcaklığında mutlaka tedbirli çıkmak gerekiyor. Bu da bize iyi bir ders oldu.
Bu gezimizde bize mihmandarlık ve rehberlik yapan Elbistanlı dostlara başta Vedat Dilek’e, Ali Kurt’a ve Mehmet Işık’a çok teşekkür ediyoruz. Unutulmaz bir gezi oldu. Herkes aradığını fazlasıyla buldu ve mutlu bir şekilde evlerinin yolunu tuttu.