Ölüm, hayat ve insan
18 Ocak 2023, Çarşamba 12:29Dini, peygamberi, kitabı… bütün kutsal öğütleri bir kenara bırakın sadece ölümü ibret alsaydı insanoğlu, yeryüzünde hiçbir kötülük hüküm sürmezdi.
Bu ölüm ki, insanın hayatı boyunca defalarca gözüne, beynine, aklına, bütün duyu organlarına çivi gibi çakılıyor. Teori, zihni bir bilgi olmaktan öte her gün ölümle içiçe yaşayan varlıklarız. Ölüm hayatımızın bir parçası… Adem türünden olan, içimizde yaşayan, daha dün dünya için kendini paralayan bir insan gözümüzün önünde “yok” oldu.
Daha dün konuşuyor, çalışıyor, hayaller kuruyor, kavga ediyor, seviyor, nefret ediyor, gözümüzün önünde hayat fışkırıyordu. Tıpkı bizim bugün yaptığımız, aynı hayatı yaşadığımız gibi… Bizim gibi… Bizde böyleydik. Ama bugün “yok”… Nereye gitti?
Şu anda yerin altını kazıyor, iki metre kare yer açıyor, bir beyaz beze sarıp, nefes alacak bir nokta bile bırakmadan üstünü toprakla kapatıyoruz. Bir insanı yerin dibine sokup çürümeye, kendi elimizle, en sevilen dostu vasıtasıyla “hiç acımdan” yok olmaya mahkum ediyoruz.
Hepimizin gözü önünde cereyan ediyor bu ölüm hakikati… Bu namütenahi acı törenin uygulayıcılarından ya da seyircilerinden biri, onların içinden biri belki de yarın aynı çukura gireceğini adı gibi biliyor.
Kendi elimizle çukura bıraktığımız gibi biri de gelip beni bu çukurun içine bırakacak. Bu hakikat mi? Hakikat! Bu artık bir “bilgi” olmaktan çıkmış, hakikat ete kemiğe bürünmüş, temas ediyoruz, bütün uzvumuzla yaşıyoruz, bütün duygularımızla birebir etkileşiyoruz.
Ölüm kadar bir insanı esir alacak, kendisini hakikat mevkiine çıkartacak başka ne olabilir ki? Yaşadığımız hayatın bir hayal alemi, bir rüya olduğunu söyleyebiliriz belki ve fakat ölüm işte önümde, buz gibi, suratımıza vurulmuş bir tokattan daha gerçek.
Sonlu bir hayatın beni bekliyor olması gerçeği, dünya hayatıyla olan ilişkimi düzenlemede hiç mi bir rolü olmaz? Ölen Ahmet Efendi, Fatma Hanım… Eğer ölüme böyle bakıyorsak sorun değil. Ölüm bizim yaşayacağımız sonraki hayatı sadece mezarda etkiler. Mezar dışına çıktığım anda ölüm düşüncesi de hafızamdan çıkar. Hayatım boyunca “öleceğim” düşüncesini hatırımda tutamam. Çünkü hayatın bütün lezzetleri bana acı gelir. Fakat “benim de öleceğim” düşüncesi bende sadece bir fikir olarak kalıyor. Bir düşünce olmaktan öteye gitmiyor.
Ölen bir insan... Ben de insanım. Ben de öleceğim. Öyle mi? Demek ki insanlar ölüyor. Ve ben bir gün gelecek ki, bu mezara gireceğime göre, dünyadaki bütün uğraş ve çabalarımın ne anlamı var o zaman? Kazandığım hiçbir mal, mülk, itibar, mevki… benimle beraber gelmeyecekse (ya da bu dünyada sonsuza kadar var olmayacaksa) ben niye kendimi paralıyor ve kavga ediyorum? Eğer “ölüme” inanıyorsam, daha doğrusu “benim de bir gün öleceğime” inanıyorsam niye kötü bir insan olayım ki? Ya da dünyevi çıkarlar uğruna niye kötülük enstrümanlarını kullanayım ki?
Ebedi yaşıyor olmam lazım ki hırslı olayım, ölümüne savaşayım, çıkarım uğruna her yolu mubah göreyim!
Ha demek ki, ben ölüm var diyorum ama “ölüme” inanmıyorum. Sonu ölümle bitecek bir hayatta “ölümsüz” gibi yaşayan insanlar aslında “ölüme” inanmıyor demektir. Bu ne yaman bir paradoks! Ölümü her gün yaşadığı halde, hayattan çok ölüm hüküm sürdüğü halde, “ölüm” yokmuş gibi yaşamak!
“Ölüm” tek başına insanoğlunu terbiye edecek kadar güçlü bir realite… Bu yüzden yazının girişinde dedim ki;
Kitab, peygamber, din ve bütün kutsal öğütler olmasaydı bile salt “ölüm” insana yeter de artar bile…
Ama ders alan, ibret alan, ölüm duygusuyla yaşayan, ölümle dost olan kim ki…
Ne yazık ki, bize en yakın olanı en uzaktaymış gibi görüyoruz.
Allah biz kullarına öylesine acıyor, merhamet ediyor ve koruyup-esirgiyor ki, her gün içimizden birini eksilterek geride kalanlara en güzel ve en etkili mesajını iletiyor.
Kusura bakma da ey insanoğlu, ne kadar kalın kafalısın!
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.