’’Bu da böyle oluversin canım’’
30 Ocak 2022, Pazar 09:24Büyük bir giyim mağazasına girdim. Niyetim gömlek almaktı. Ama erkek reyonunun üst katta olduğunu duyunca ortaya tırmanmaktansa alışverişi ötelemeyi tercih edip çıktım.
***
İstanbul Maltepe’de bir giyim mağazasına girmiştik. Mağaza yöneticisi, kadınlar kıyafet bakarken kocalarının dakika başı “Daha beğenemedin mi? Bir buçuk saat oldu. Benim maille dosya göndermem gerekiyor, acele eder misin? Dükkânı mı satın alacaksın” gibi sözlerle ticaretlerine darbe vurulmasın diye bir bölüm yapmışlar. Maç yayını yapan kanallardan biri açık olan televizyon, sehpanın üstünde dergi ve gazeteler, sınırsız çay ve kahve servisi. Kocası burada oyalanırken hanımının alışverişi sekteye uğramasındı amaç.
Böyle olmayan bir alışveriş merkezinde eşinize alışverişinde eşlik etmek, bir erkeğin tüm hayatı boyunca karşılaşabileceği en sıkıcı görevlerden biri sayılır. Eşinin satın alımlarını tamamlamak için saatlerce beklemek zorundadır. Birçok çalışma ve araştırma bu gerçeği şimdiden kanıtlamıştır. Evli değilseniz, ileride bir gün ne hakkında konuştuğumuzu daha iyi anlayabileceksiniz.
Erkekler alışverişte geçirilen zamanı kaybedilmiş zaman olarak kabul eder. Girer alışverişini yapar ve çıkar. Kadın için bu durum farklıdır. Aynı elbisenin birkaç rengini bile giyip dener. Her seferinde de “Bu nasıl durdu?” diye sorar. Cevabınız onun için önemli değildir. Bildiğini, beğendiğini alır. Ayakkabı almakla başlayan alışveriş ayakkabıya uygun ceket, ceketin üstüne uyumlu bir pardösü, bunlarla uygun Eşarp ve ona uygun pantolon veya etek. Eğer biri aksarsa “Bu da böyle oluversin canım” demez. Tüm seçimleri yeniden yapmak zorundadır.
Büyük bir alışveriş merkezine bir genç satış görevlisi olarak iş başvurusunda bulunur. İşe alınır. Akşam işler bitip hesaplar yapıldığında ciroda olağanın üzerinde bir satış fark eden müdür satışın kahramanının yeni başlayan eleman olduğunu görür. Hemen odasına çağırır. Tek müşteriye yapılan satışın hikayesini sorar. Nasıl olduğunu merak etmektedir. Eleman anlatmaya başlar:
-“Önce adama olta sattım. Oltada otomatik olanını ve çok büyük balıkları bile çekebilecek, kolay sarılan, ama pahalı bir oltayı tavsiye ettim. Adam oltayı aldı. Ucuna takılacak yemle uğraşmaması için suni balık yemlerinden verdim. Sonra Balık tutarken bu mevsimde ıslanmanın hoş olmayacağını söyleyerek su geçirmez pantolon ve Pahalı çizmelerden tavsiye ettim. Aldı. Ona “Neden sahilden balık tutmaya çalışasın ki?” diyerek küçük ve basit bir tekne tavsiye ettim. Böylece gölde açılıp istediği yerde balık avlayabilirdi. Küçük bir tekne beğendi. Aldı. “Balık tutmak gibi zevkli bir işi yorulmadan yapmak lazım” diyerek teknesine motor tavsiye etim. Bu fikrimi harika buldu. Motoru satın aldı. Ona bir iyilik daha yapıp aldığı motoru rahat kullanabilmesi için küçük teknesini bir büyük tekne ile değiştirmesini sağladım. Tekneyi arabası ile kolayca götürebilmesi için tekne römorku verdim. Balığı yakaladığında sahile gitmesine gerek kalmasın diye devrildiğinde otomatik sönen, yangına sebep olmayan pahalı mangallardan birini tavsiye ettim. Aldı. Yüzme bilse de herhangi bir kazada su üstünde kalabilmesi için can yeleği verdim. İçeceklerini soğuk tutabilsin diye teknede muhafaza edebileceği küçük bir buzdolabını da tavsiyeme uyup aldı. Toplamında 436 bin 826 liralık alışverişine bankanın uyguladığı 12 takside ek 2 taksit fazladan yapılmasını sağladım. Çok sevindi.“
Müdür şaşkın şaşkın dinlerken sordu:
-“Bütün bunları alan müşteri sadece olta almak için mi gelmişti?”
-“Hayır efendim. Elindeki bayan pedinden eşinin muayyen günlerinde olduğunu anladım. Ona “Hafta sonu evde kalmak sıkıcı ve baş ağrıtıcı olur. İyisi mi sen balığa çık” deyip oltaya yönlendirerek başladım.”
Bundan 20 sene önce Türkiye’de birkaç iş adamı ve birkaç esnaf bankaların Genel Müdürlüklerinden randevu alıp ziyaret ederler. Onlara yeni bir fikir götürürler.
-“Bankalar sanayicilere, iş adamlarına yüklü krediler açıyorlar. Bu krediler bir şekilde bankalara dönüyor. Biz esnaf ve iş adamları tüketicilerimize, müşterilerimize senet ile taksitlendirme yapıyoruz. Senet olduğu için ödemediğinde müşteriye yaptırım zor. Müşteriyi kaybetme korkumuzla birlikte peşinde koşturuyor üç kuruş paramızı kurtarmaya çalışıyoruz. Bankalar müşterilerinden gereken garantileri zaten alıyorlar. Kredi kartlarına taksit yapsalar, esnaf çekilen paradan kendi nakit parasını alsa, tüketici de bankaya taksit, taksit ödese daha iyi olmaz mı? Arada banka olduğu için tüketici ödemesini ciddiye alır. Esnaf ürününün bedelini hemen almış olur. Banka da çok geniş bir kesimi müşterileri arasına katmış olur.”
3 banka fikri ciddiye bile almaz. 4. Banka bu fikri 15 kişilik bir ekiple dinler ve notlar alır. Gelenleri teşekkür ederek uğurlarlar.
Aradan 3, ya da 4 ay geçer ki dünyada ilk defa kredi kartına taksit olayı Türkiye’de o banka tarafından çıkartılan “Taksit Kart” ile uygulanmaya başlar.
Esnafın ve iş adamlarının müşterilerinin senetlerinden kurtulmak için ürettikleri o günkü masumane (!) bir fikir bugün çok dallanıp budaklandı. Her bankanın taksitlendirilebilen kartları “Diderot etkisi” ile de alışveriş çılgınlığına ve kredi kartı ve faiz mağdurları gibi bir kesimin oluşmasına neden oldu. Çok canlar yandı çook!
Diderot etkisi ne midir?
Fransa’da zamanının en kapsamlı ansiklopedilerinden biri olan Encyclopédie‘nin kurucu ortağı ve yazarı Diderot çevresinde çok tanınmış biri olmasına rağmen neredeyse tüm yaşamını yoksulluk içinde yaşamış.
1765 yılında Diderot 52 yaşındadır ve kızı evlenmek üzeredir. Ancak diderot’un cebinde bırakın kızının düğün masraflarını karşılamayı, yarın için yiyecek alacak parası yoktur.
Rusya İmparatoriçesi Büyük Catherine ünlü yazarın maddi sıkıntısını duymuş ve ona yardımcı olabilmek için Diderot’un evini ve kütüphanesini ondan çok yüklü bir bedel karşılığında satın almayı teklif etmiştir. Diderot sıkıntılarından kurtulabilmek için bu teklifi hemen kabul eder. İmparatoriçe bu yüklü bedeli ödedikten sonra büyük bir jest daha yapıp kütüphanesini ve evini kendisine geri bağışlar.
Artık varlıklı sayılabilecek imkanlara ulaşan Diderot kızını evlendirir ve çok büyük paraya sahip olmasının getirdiği heyecanla kendisine de küçük bir ödül olarak kırmızı bir sabahlık alır. Bir sabah kalktığında yeni sabahlığını giyerek kütüphanesine geçer. Her zaman çalıştığı masanın başına geldiğinde masasına, bir de yeni sabahlığına bakar. Masa çok eski ve çirkindir. Böyle güzel ve hatta harika bir sabahlıkla o masada çalışmak çok komik ve garip gelir.
Parası çoktur. Şimdiye kadar parası olmadığı için yeni masa almak aklının ucundan geçmemiştir. Ama artık alabilir.
Çok güzel ve pahalı bir masayı satın alır. Masa getirilip konulduğunda çalışma koltuğu dikkatini çeker. Koltuğun oturma kısmı çökmüş, ahşap kısmının yer yer boyası dökülmüştür. Bu masanın önünde de çok berbat görünmektedir. Rahat bir çalışma ortamında daha güzel eserler yazabileceğini düşünerek hemen giyinip çıkar. Zamanının en iyi döşemecisinden lüks bir koltuk alır.
Yeni koltuğu eve gelip masanın önüne konduğunda perdeler, perdenin önünde duran kanepe, halılar… Derken bütün eşyaları değiştirir. Yeni bir duvar halısı, yeni tablolar, yeni baskılar, yeni bir sandalye, gardırop, ayna, yeni bir yemek masası ve pahalı bir saatle, bütün dairesi tamamıyla değişir. Nihayet tüm ev yeni sabahlığının gösterişine uyumlu hale gelir.
Çok geçmeden, tükenmeye ve mutsuz olmaya başladığını, başladığı noktaya dönüşünün hırslarından kaynaklandığını fark eder.
“Eski sabahlığım için pişmanlık” adlı eserini bu dönemde yazar. Ardında tarihe geçecek şu sözü bırakır:
“Eski sabahlığımın mutlak efendisiydim fakat yenisinin kölesi oldum.”
Bu tüketim hırsı literatüre “Diderot etkisi” olarak geçti.
Değerli okuyucularım. Geçen hafta baba kahvaltısı için verdiğim tarif makaleme yazılan ve whatsapp hattıma gelen mesajlardan anladığım kadarıyla beğenilmiş. Hatta bazı okuyucularım işi daha ileri götürerek farklı malzemeler bile denemişler. Bu kahvaltı olayı bir diderot etkisi oluşturmaya başladı. Her Pazar sabahı “Ersoy Baba bu hafta şunu tarif etti” diye sabahın köründe markete malzeme almaya gitmeyin. Size kıyak yapayım. Bu hafta sade bir kahvaltı tavsiye edeyim.
Çayı güzelce demleyin. Masaya hafta içinde sütçüden aldığınız sütü kaynatıp serin balkonda bir gün beklettikten sonra oluşan kaymağını süzgeçli kepçe ile alıp yayvan bir tabağa koyun. Üzerine ekstradan bir tatlı kaşığı sütü gezdirin. Bunu masaya servis ettikten sonra Hopa’dan özel sipariş verip getirteceğiniz Kamilet balını (ki muhtemelen paranızla bile bulamayacaksınız)ya da oraya özgün kestane balını porselen bir kahvaltı tabağına koyup ahşap bal kaşığını da içine bırakıp masaya yerleştirin. Taze süt kaymağı ekmeğe sürüldükten sonra üzerine bu ballardan birini gezdirip ağza atmak harikadır. Uygulayın. Kaymağa alışık olmayanlar için de tereyağı koyabilirsiniz. Tavsiyem Trabzon tereyağıdır ama size ağır gelebilir. Bunların yanına Şanlıurfa’dan getirteceğiniz Urfa peyniri koyabilirsiniz. Ama önce kalın dilimleyip sıcak-ılık arası bir suya geceden bırakmanız lazım. Hem tuzu gitsin hem de sertliği. Sabah da dilimleyip sıcak sudan hızlıca geçirip masaya servis edebilirsiniz. Onun yanında Kars’ta bilinen bir üreticiden satın alıp getirteceğiniz eski kaşardan (Genellikle teker halinde komple satılır) keseceğiniz küçücük parçayı dilimleyip kenarına da bir-iki maydanoz yaprağı ekleyerek masaya sürebilirsiniz. Bu arada ara ara ekmeği banıp yemek için soğuk sıkım özel bir zeytinyağını da yayvan bir tabağa koyun. Üzerine kekik, nane ve pul biber serpiştirin.
Ekmeğe gelince uzunca bir süredir beyaz ekmek yemiyoruz. Çavdarlı ekmek tavsiyemdir. Dilimleyip tavada hafiften kızartınca da bu nevalelerle harika olur.
Gelelim ara sıcaklara; Artvin Arhavi köy peyniri bulabilirseniz ince ve yassı yassı dilimleyip geniş bir tabağa yatırın. Trabzon tereyağını tavada eritin. Köpüğü inip içinde siyah taneler oluşup yanmaya meylederken az önce dilimlediğiniz peynirin üzerine güzel bir dağılımla dökün. Tavada kalan kısmı için ocak yanıyorken yarım su bardağı sıcak suyu tavaya döküp kalan tereyağının ve kavrulmuş parçalarının katılımını sağlayıp bunu da tabağa ekleyin. Hiç su katılır mı demeyin. Katılır. Arhavi’de bu sonradan katılan suya “kukumaşyaği” yani güğüm yağı derler. Lezzet katar. Merak etmeyin. Bunun adı Getağaney’dir. Bunu da ellerinizi çatal olarak kullanıp ekmeği bana bana yiyebilirsiniz.
Bir baba kahvaltısında ikisi de doktor karı-koca misafirimiz vardı. Bu Getağaney’i masaya getirdiğimde “Yağ içinde. Çok sağlıksız. Bu yenir mi?” gibi tepkiler verdiler. Tadına bakmaları için ısrar ettiğimde tadına baktılar. Başka hiçbir şeye dokunmadan 3 tabak götürdüler. Arhavi köy peyniri ha deyince bulunmuyor. Bulunduğunda da kolayca, ucuzca alınmıyor. Tamam yiyin de 1 tabak yiyin. 3 haftalık değil. Dokunuyor işte!
Ha! Bu arada yumurta önemli. Yumurtayı suda pişirin. Kabuklarını soyup 1’er santimlik yuvarlaklar halinde dilimleyin. Getağaney için tereyağı kızdırdığınız tavada tekrar tereyağı eritip üzerine dilimleri yatırın. Kekik başta olmak üzere bolca baharatlar serpiştirip kısık ateşte üzeri kapalı olarak bekletin. Kızarma alametlerinde kaldırıp masaya servis edin.
Baba kahvaltısını bu hafta kolaydan geçiştirdik. Hazırladığınızda “alo” demeniz yeterli.
Atlar gelirim.
Kalın sağlıcakla.