’’Temel sorunumuz!’’
30 Mayıs 2022, Pazartesi 13:01Eğitim hakkında serdedilen o büyük laflara ve geride bırakılan onlarca yıla rağmen neden doğru dürüst bir başarı kaydedilemediğini, biri bana içinde "dış güçler","yabancı mihraklar" geçmeyen bir cümle kurarak anlatabilir mi acaba?
Veya Fen, Matematik ve Sosyal Bilimler alanında giderek artan bir başarı grafiğini nerede bulabilirim mesela? Neden gençlere sürekli, hayalleri tasvir etmekte mahir bir kısım şairler örnek verilirken, bilim insanları rol model olarak ortaya konulmaz ki? Hadi şiirden ve şairden dem vuruyoruz diyelim, örneğin kaç öğrenci Klasik Türk Edebiyatının zirvesi sayılan Fuzuli’nin Leyla ve Mecnunundan birkaç örnek vererek söz edebilir, ya da Mehmet Akif’in sadece İstiklal Marşı yazmayıp, köhneleşmiş, mürteci fikirlere karşı nazmı mitralyöz gibi kullandığını örnekleriyle gösterebilir acaba?
Kuran, "peygamber bir şair değildir, size şiir de söylemiyor, böyle bir şey ona yakışmaz da" diyerek dikkatleri hayalden gerçek dünyaya çevirmeye çalışırken biz ne ara -hem de din adına- kurguladığımız sanal bir dünyayı her konuda politika edinmeyi başardık. Aldanmışlığımız o boyuttaki sürekli sitayişle söz ettiğimiz Osmanlının parlak dönemlerinin hukuk klasiği sayılan Molla Husrev bugün yaşasaydı yargıda hiç bir yere atanamaz, hür düşüncesi ile fikir tarihine büyük ün bırakan Molla Lutfî YÖK'ten içeri giremez, hükümdara nasihatleri ve medeni cesareti ile şöhret bulmuş olan Zembilli Ali Efendi’yi azılı muhalif ve vatan haini ilan eder, fıkıh ve felsefede zirve yapmış olan İbn-i Kemal’e tartışma programlarında hakaret eder, Taşköprülüzade'yi ise emekliye sevk ederdik.
Şimdi biri İHA'lardan ve askeri sanayide bazı başarılardan söz edebilir. Fakat ben toplumsal tabana yayılmayan başarılardan ve kolektif bir bilinçten söz ediyorum. Aksi takdirde bu tür başarılarda tarihteki Nizam-ı Cedid, sekban-ı Cedid gibi kalabilir.
Bugün pek çok sayıda insanın her türlü olumsuzluğu sineye çekerek, durduğu yeri koruma çabasının bir ontolojik güvenlik sorunundan kaynaklandığını anlamamız gerekir. Bu noktada temel sorun ise; kaygı duyulan ontolojinin yanlış bir paradigmaya dayandığı ve bu paradigmanın ise şairler tarafından dokunduğu realitesidir. Okumaya ve yazmaya ilgi duymayan toplumların gayretlerini şiire verdiklerini biliyoruz ve "öyle şiir vardır ki sihirdir, öyle şiir vardır ki hikmettir" hadisi mucibince düşünürsek son soru şu olabilir: bir sihrin etkisinde miyiz yoksa hikmetin mi?
Son söz; ontolojik güvenlik kaygıya dayalıdır ve kaygı insan zihninin ve duygularının arka planında işler. Muhafazakâr kazanımları bir rutine bindirmeden kaygıyı ortadan kaldıramazsınız. Kaygı kaldığı sürece de ne yapılsa beyhude.