Seçim öncesi Ak Parti ve 7 Haziran'ın bize öğrettiği
30 Temmuz 2015, Perşembe 11:07Bu satırları bir gazeteci kalemiyle değil, bir Ak Partili olarak yazdığımı, bir öz eleştiri olduğunu düşünerek okumanızı rica ediyorum. Katıldığınız taraflarını Ak Parti Genel Merkezine iletmenizi, katılmadığınız yanlarını da bana iletmenizi rica ediyorum. Bunu yaptığımızda Allah katındaki sorumluluğumuzu yerine getirmiş oluruz. Zira içerisinde bulunduğumuz gemi su alırsa hepimiz helak oluruz.
Ne kadar kısa tutup özetlemeye çalışsam da, konu başlıklarının çokluğu, aslında yanlışlarımızın büyüklüğü yazımı uzattı. Bununla birlikte yazımın uzunluğundan şikayet olacağı gibi, değinemediğim konular hakkında da sitemler olacaktır. Bilirsiniz ki, bir yazıda her şeyi yazabilme imkanı yoktur. Başından sonuna kadar okunduğunda, yazı bir bütün olarak anlaşılıp, maksat hasıl olacak kanaatindeyim. Amacım ne kimseyi yüceltmek, nede kimseyi üzmektir. Sadece rıza-i ilahiyi gözeterek belki de zarar göreceğimi bile bile yazıyorum.
13 yıllık Ak Parti iktidarı boyunca batının kahpe yüzü, Amerika'nın hain kalbi, İsrail'in düşman suratı hiç gülmedi. Ülkemizin geldiği yere zaman zaman olumlu açıklamalar yaparak sevindiklerini gösterseler de, kredi notlarımızda yükselme olsa da, avının büyümesinden rahatsız olmayan avcı gibi hep pusuda beklediler. Emperyalistlerin ve kapitalistlerin düşüncesi zaten bunun ötesine geçmez. Halkı açlıkla boğuşan bir ülkeyi kim takar ki? Gelişen, büyüyen, hazinesi dolmuş, bankaları tıkır tıkır çalışan, imf'ye borcu bitmiş bir ülke şüphesiz istilaya en yakın ülkedir. Tarih boyunca da yeraltı ve yerüstü kaynakları olmayan bir ülkeye bunların bir şey götürdükleri görülmemiştir.
Az da olsa Ak Parti iktidarına sabreden batılı sözde dostlarımız, adeta ambarın dolmasını beklemişler!. İstedikleri seviyeye ulaşınca da her taraftan saldırmaya başladılar. Bu saldırılara geçerken bir yerde yanlış yaptıklarının sonradan farkına vardılar. Zira saldırı için geç kalmışlardı. 17 – 25 Aralık operasyonları ve öncesinde Gezi olaylarıyla gecikmiş olduklarını gördüler. Çünkü onlar, Türkiye'de bu kadar kısa sürede istikrarın sağlanacağını, ekonominin düzeleceğini, Türkiye'nin büyüyüp itibar sahibi olacağını, ambarını bu kadar çabuk dolduracağını ve halkın iktidarının arkasında duracağını tahmin etmemişlerdi. Bir uyandılar, atı alanın Üsküdar'ı geçtiğini gördüler. Devi yıkmak için tüm imkanlarını seferber ettiler. Ama yinede deviremediler. Yaraladılar belki ama, hala dev onlarla kapışıyor ve güçleri yetmiyor. Dünya bir tarafa o dev bir tarafa. Dünya bir tarafa Cumhurbaşkanı Erdoğan bir tarafa. Savaşın adı yok ama hedefi var. Hedef, Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan'dır. Ak Parti yada Başbakan demiyorum. Direk Recep Tayyip Erdoğan diyorum. Çünkü intikam düşmandan alınır, onlara göre düşman Cumhurbaşkanımızdır. Gerisi hikaye. Bugün Cumhurbaşkanını diskalifiye edin, Türkiye'de her şey eskiye döner. Parti, pırtı, cemaat vs gelip geçici şeylerdir. Bir mahkeme kararı partiye, birkaç tane ajan ise bütün cemaatlere yeterlidir…
İçerde ve dışarıda kapışma devam ederken, Ak Parti iktidarının son iki yılını paralel yapıyla mücadele etmekle geçirttiler. Bizlerde paralel ile yatıp paralel ile kalktık. Biz paralel dedikçe başkaları da bize karşı nefreti körükledi. Onun için Başbakan Yardımcımız Sayın Bülent Arınç; “Eskiden seçmenin yarısı bizi desteklerken diğer yarısı da bize sempati duyuyordu. Şimdi ise diğer yarısı bizden nefret ediyor” demişti. Yerinde bir sözdü. Asla rücû ediş ve yeniden çıkış noktamız burası olmalıyken, Ak Parti içerisindeki neo paraleller neredeyse Bülent Beyi paralel ilan edeceklerdi. Paralel dedikçe insanlar kendilerini kahraman sanıyorlardı. Savaşı kimle yaptığımızın farkında değildik. Zira paralel ile mücadele meselesi bitmemeliydi. Birilerine nema oluyordu, taze kan oluyordu. Bunu anlamayan ise bizlerdik. Elbette her türlü paralel ve illegal oluşumlarla mücadele edilmelidir. Ancak bunu sadece devletin yetkili kurumları yapmalıydı. Beş yılda en az iki defa halkın önüne görücüye çıkacak, oylarına talip olacak siyasi bir parti, bu meseleyi ve bu mücadeleyi bu kadar büyütmemeliydi!.
Bizler iliklerimize kadar soğuğunu hissettiğimiz 28 Şubattan gelenleriz. Öncesinde askeri darbeleri yaşamış, defalarca partileri kapatılan partici ve seçmenleriz. Bir zamanlar İslam ve Müslüman ile akıl almaz derecede irtica adı altında mücadele edip bizleri mahkum edip zindanlara attılar. Yinede bu kadar oturup kalkıp halka şikayet etmediler veya isim vererek şu yapı bu yapı demediler. Kimse mücadele ettiği yapıyı halka bu kadar şikayet etmedi. Bir defa yaptık karşılığını aldık. İkinci seçimde o deriden aynı çarığı yapmaya kalktık. Belli bir noktadan sonra millete gına geliyor. Ne oluyor kardeşim! Devlet sensin beni niye bu işe bu kadar karıştırıyorsun demeye başladı seçmen. Çünkü mücadelemizi baba oğlun birbirine savaş açmasına kadar sürdürdük. Sistem, bugün düşman ilan ettiğimiz dostlarımızı bize karşı düşmanca kullandı. Çünkü bizim zaafımızı onlar biliyorlardı. Çünkü her şeyimizi onlarla paylaşmış, her sırrımızı onlara vermiştik. Kişi sırrını verdiği dostuyla sonradan düşman olursa, o'da kalkıp sırrını düşmana verebilir. Bir milletin zaafı düşmanının eline geçince de artık dönüşü olmayan bir yola girilir. Biz, paralel yapıyla mücadeleyi baba oğul kavgasına, kardeş kavgasına kadar indirgememeliydik. Bütün bunları söylerken kardeşlerimizin çok masum olduğunu iddia etmiyorum. Elbette ki yaptıkları yanlışlardan dolayı bunlar oldu. Ancak biz bu meseleyi kendi aramızda büyütmeden halledebilirdik. Fakat içimizdeki hainler, paralel olmak isteyenler buna müsaade etmedi. İslami cemaatlerin hepsinde kuyruk acısı vardı. Zira paralel dediğimiz cemaatin ulaştığı noktayı diğerleri hayal bile edemiyorlardı. Bunun üstüne birde iktidara ortak olmayı ekleyince, iktidar nimetlerini de kimseyle paylaşmayınca olanlar oldu. Cemaat resmen her şey sadece benim olsun istedi. Paylaşımcı olmadı. Birde siyasete o kadar çok bulaştı ki, asıl hedeflerini unutur oldular. Uhud'un okçularına döndüler. Verilen talimatı unutup ganimet dağıtılıyor diyerek mevziyi bırakıp ganimete saldırınca, düşman arkadan gelip sahabe ordusunu mağlup etti. Cemaatte böyle mağlup oldu. Bugün cemaatin düştüğü hataya düşenlerin akibeti daha kötü olacaktır. Bu savaşın galibi olamaz. Kardeşler arası ve Müslümanlar arası savaştan kimse daha galip çıkmamıştır. Büyüklüğüne bakmadan çarpışan iki aracın her ikisi de zarar görür. Bizim açımızdan da seçim sonuçları söylediklerimi kanıtlamıştır.
İktidar üstüne iktidar olurken, birileri kefen giydik bu yola çıktık derken başkaları da bu işin keyfini çıkarmaya başladı. Yavaş yavaş tevazuyu elden bıraktık. Ehliyet ve liyakati bir kenara koyup, milletin önüne kimi koyarsak koyalım bize oyunu verir havasına kapıldık. Hatta karılarımızın ve kızlarımızın arkadaşlarını olmadık yerlerde aday gösterdik. Bu durumda kimse bilmese bile Allah'ın bildiğini unuttuk. İnsanlarda gördü ve bildi. Ama kimse buna karşı çıkmadı, yanlış yapıyoruz demedik...
Ehil ve layık kişileri bir kenara koyarak, zengini, adeta yanlışımıza karşı çıkmayacak, bizi eleştirmeyecek, sadece oylamaya katılmasını düşündüğümüz kalitesiz ve değersiz insanları tercih ettik. Bunun yanında da elimizde kozları olan, bak sen bilirsin ha! Diyeceğimiz adayları da tercih etmedik değil… Bütün bunları hesap ederken halkı hiç düşünmedik. Halk ile genleri uyuşan, onların içinden çıkagelmiş, tekrar içlerine dönüp sorun ve sıkıntılarını dinleyecek, çözüm arayacak kişileri tercih etmedik. Kısacası öyle bir hal aldı ki, halk için değil, kendimiz için tercih yaptık. Oysa her ikisinin ortasını bulmalıydık. Halkında istediği adayları koymalıydık. Elbette herkes güvendiği ve istediği adayları gösterecektir. Ancak bir parti Türkiye'nin yarısının oylarını alıp, sonra da bu yarısı içerisinde hem kendisinin hem de halkın istediği 550 tane aday çıkaramıyorsa çok büyük bir sorun yaşıyor demektir. Bingöllünün Diyarbakır'da, Diyarbakırlının başka bir ilde aday gösterilmesinin anlamı nedir? Kim bu politikaları üretiyor? Eski köye bu yeni adet neyin nesi? Biz o seviyeye gelmiş bir millet miyiz ki!?...
En çok iş yapan biz olduğumuz için doğal olarak en çok hata yapanda biz olacaktık. Ama gel gör ki hiç bir hatamızı kabul etmedik. Tertemizdik ve hata yapanları içimizden temizlemedik. Temizlenmeleri için fırsat vermedik. Bir kez olsun evet ya, doğrudur biz hata yaptık ve düzelttik demedik. Biz hatalarımızdan dönme erdemliliğini gösteremedik. Bu durumda yanlışlarımız diğer partiler tarafından kullanıldı ve herkese ulaştırıldı. Duymayan duydu, mesele küçük iken daha da büyüdü. Muhalefetin ne yanlışı olacak ki? Ne yaptılar ki hataları olsun? Bir muhalefet görevidir onuda bir türlü beceremediler. Zaten Ak Partinin en büyük sorunu, karşısında güçlü bir muhalefetin olmayışıdır. Zira muhalefet ne kadar güçlü olursa iktidar da o kadar başarılı olur.
Ak Partinin tabanından en çok aldığı eleştiri, teşkilat yoklamaları iken, buna birde sivil toplum örgütlerini ekleyince durum dahada içinden çıkılmaz oldu. Teşkilat yoklamalarının hesabını tabanına veremeyen parti, birde sivil toplum örgütlerini aldatınca, millet öyle mi! Seni bir silkeleyeyim de aklın başına gelsin dedi. Buna rağmen bu düşüşü Ak Parti bir uyarı olarak almaz ise, zirveden iniş devam edecektir.
Ak Partiden nemalananlar yapılan yanlışlara karşı çıkmadıkları gibi, halkın şikayetlerini, ilgili yerlere ulaştırmasına da engel oldular. Vatandaş sesini kimseye ulaştıramadı. Adaylık süreci Ankara'ya kanca atanların istediği gibi geçti. Sonuç onların zaferiyle neticelendi. Vatandaş adeta robotlaştırıldı. Sizin düşünmenize gerek yok, biz her şeyi sizin yerinize düşünüyor ve adınıza yapıyoruz dedik.
Konum sahibi parti mensupları ne iyiliği emrettiler, nede kötülükten men ettiler… Yüce Allah Kur'anda İsrail oğullarının helak sebebinden bahsederken, onların yanlışlarından dolayı birbirlerini ikaz etmediklerini haber veriyor. Hiçbir hata ve yanlış karşılık bulmadı. Her yanlış yapanın yanına kar kaldı. Yanlış yapan bizdense yapması caizdir havasına kapıldık. Korktuk, bu konuda ne adalete, nede millete güvenmedik. Yanlış yapanları çorap söküğüne benzettik. Bir ilmik koparılırsa gerisi gelir dedik. Oysa kasadaki çürük elmaya benzetseydik, o çürüğü çıkarıp atacaktık ve kalanları kurtaracaktık...
Seçim propagandasını yanlış yaptık. Dinde yeri olmayan düşünce ve sözlerle seçim meydanlarında gezdik. Ölülerden ölülere, ölülerden dirilere, dirilerden ölülere selamlarla mitinglere başladık. Yaptıklarımızı her yerde her mitingde tekrar ettik. Oysa yapılanları halk biliyor, yapılacaklar için oy kullanacaktı. Mitinglerde rakiplerimizi devleştirecek kadar büyütüp onları konuştuk. Bazen de büyüklüklerini hiçe sayarak onlardan çok sıradan bahsettik. Ama vatandaş bunların hiç birisini yemediğini bize gösterdi…
Başbakanımız bir taraftan, Cumhurbaşkanımız diğer taraftan mitingler yaptı. Millet gerçekten bıktı. Savaş veriyoruz havasını estirdik. Sert dil kullandık. Bir türlü ılımlı olamadık. İnsanlara akılları nisbetinde konuşmamız gerekirken fanatiklere fanatizm aşılıyorduk adeta. Düşünenler için bir şey yapmadık. Taraf olmayanlar için bir şey yapmadık. Bizden nefret edenler için bir hamle yapmadık. Kararsızlar için bir girişimde bulunmadık. Emekli, asgari ücretliler için bir vaatte bulunmadık. Halinden memnun olmayanlara yaptığımız otoban yolları ve tünelleri söyledik. Oysa onlar, bana ne yoldan tünelden, kendi akıllarınca bana ne bunlardan deyip geçtiler. Böylece kaybedilmek üzere olanları kazanacağımıza, toptan kaybettik.
HDP'NİN üç milyona yakın oyu varken altı milyonun üstüne çıkarmasında bizim katkımız büyük oldu. Kimse kusura bakmasın ve HDP'YE oy verenlere sövmesin. HDP'YE oy verenleri eleştirenler, onlara oy vermek zorunda bırakanları da eleştirsinler. Suçu hep başkasında aramamak gerekir. Bir taraftan onları muhatap alıp eleştirilerin dozajını arttırarak onları halkın gözünde büyüttük. Öbür taraftan bunlara oy verme ihtimali olanların beklentilerine cevap veremedik. Hal böyle olunca sandığa da bu irade yansıdı.
Siyasi rakiplerimizi eleştirirken kullandığımız asıl argüman din ve dini değerler oldu. Din ile alakası olmayanları din üzerinden vurmaya çalıştık. Kıblesi taksim olanlar sözüyle birilerine saldırırken, bize oy verenlerin bizim ne kadar müslüman olduğumuzu sorgulayacaklarını, adaylarımızın dini hassasiyetlerine bakacaklarını, bize de bu pencereden bakacaklarını unuttuk! Evet her fırsatta Ak Partinin dini bir hareket olmadığını söylesek de, dönüp dolaşıp kendimize başka bir ideoloji bulamadığımız ve bulamayacağımız da malumdur. Başkalarını din üzerinden eleştirdik ama halkın önüne koyduğumuz adaylarımızın önemli bir kısmının din ile alakalarına bakmadık. Adaylarımızın kıblesini sorgulamayı unuttuk!... Ak Partiden aday olmuşsa bu Mekke'den gelmiş havasını estirdik.
Ak Parti ciddi bir manevi kimlik bunalımı yaşamaktadır. Ak Partinin ideolojisi belli değildir. Önce kimliğini oluşturmalı, buna göre de kendisine çeki düzen vermeli, hedefini ve kimlerle bu hedefe varacağını belirlemelidir. Hedefi belli olmayan bir gemiye hiçbir rüzgar yardım etmez. Türkiye'nin siyasi tablosuna baktığımızda sadece ideolojileri belli olan partilerin kaldığını, diğerlerinin tarihe karıştığını görüyoruz. Toplumsal hareketler, dini hareketler, sivil toplum örgütleri zaman zaman inişe geçebilirler, kaybedebilirler. Ama davalarından asla vazgeçmezler. Yenilgi yenilgi büyüyen zaferlere inanırlar. Kaybettikleri zaman döner hatalarını ve yanlışlarını telafi ederler. Hatta bazen kaybetmek kazanmaktır.
Bir taraftan cemaat ile mücadele ederken diğer taraftan listelerimize belli başlı cemaatlerden hatırı sayılır adaylar koyduk. Hatta siyaseti küfür sayan cemaatlerin, paralel ile mücadele sürecinde daha çok rol aldıklarını, akabinde onlarca adayın bu cemaatlerden partiye sızdığına şahit olduk. Tabanlarının rahatsızlığına rağmen, davalarını rant ve siyasete değişenlerin yarın paralel dediklerimizden daha kötü akibet yaşayacaklarını biliyorlar. Bu cemaatlerin tabanları bunu bildiği için karşı çıkmaktadırlar. Çok uzun zamandan beri dış bağlantılı hain bir elin islami cemaatlerin içerisinde dolaştığı inkar edilemeyecek kadar ayyuka çıkmıştır.
Suriye politikası nedeniyle çok eleştirildi Ak Parti. Ben Ak Partinin Suriye konusundaki politikasını çok doğru buluyorum. Ama milletin kafasındaki şüpheleri kafamdakilerle de tartınca bazı şüpheleri taşımıyor değilim!.
İslam tarihine bakıyorum, tarih boyunca savaşı sadece Müslümanlarla olan komşumuz İran var. Batılıların gerçekleştirdiği, sözde İslam inkılabı ertesi Humeyni denilen Hindistanlıyı Fransızlar İran'a getirdiklerini sonradan öğrendik. Bir zamanlar bütün islami cemaatlerin ilham kaynağı olmuş bu hareket ile Türkiye'deki İslam gençliğini zehirlediler. Bir zamanlar İslam devletine hasret, adalete hasret, dinini yaşayamayan Müslümanların inancı, akidesi, adeta İran olmuştu. Bu projenin devamında çeşitli cemaatler bu ülke tarafından beslendi. İslam alemi biliyor ki, İran inancı ile İslam Aleminin inancı bir mezhep farklılığı değil, din farklılığıdır. İran'ın takiyyeci nifak dinini ve muta çocukları olan sarıklı mollaların başını çektiği inancın adına dünyada sadece biz İslam diyoruz. Çünkü gençliğimiz İslam inancını ve fıkhını öğrenmeden onlara gönül verdi. İran virüsü Türkiye'yi kapladı. Bugün bu virüsün temizlenmediğini gördük. Bu virüs ile büyüyen bir çok kişinin Ankara'da, Başbakanlıkta, Cumhurbaşkanlığında üst düzey görevlerde olduğuna, hatta karar mekanizmalarında olduklarına şahidiz.
Suriye'deki savaşı devam ettiren tek unsur ve güç İran olmasına rağmen, bizim siyasetimizin İran ile bu kadar içli dışlı olması, onlarla adeta aşk modunda olması, Türkiye toplumunu ve Ak Parti tabanını son derece rahatsız ediyor. Esed denilince kükrüyoruz, savaşı devam ettiren, fiilen savaşan, kardeşlerimizi öldüren İran denilince, mezhep kavgalarını bırakınız biz ümmetin vahdetini düşünüyoruz palavraları bu toplumu rahatsız ediyor. Biz ne Şii, nede Sünni dinindeniz açıklamaları toplumu daha da şüphelendiriyor.
Ankara, içimizdeki İran'ın ekmeğiyle büyümüş ajanları, konumları ne olursa olsun, hangi görevde olurlarsa olsunlar bertaraf etmedikçe, onları siyasetten uzak tutmadıkça, eninde sonunda Lübnan'da, Irak'ta, Suriye'de, Yemen'de ne olmuşsa Türkiye'de aynı şey olacaktır. Çünkü batı, İran'ı Ankara'da siyasetin kalbine koymuştur. Ortadoğu'daki bütün hesaplar ve Müslümanların pasifize edilmesini, güçlerinin kırılmasını İran'a bağlamıştır. İran hiçbir zaman İslamın ve Müslümanların yanında yer almamış ve almayacaktır. İran'ın tarih boyunca batıyla, Amerika'yla, İsrail ile savaşı olmamış ve olmayacaktır. Lübnan Hizbullahının tek görevi, İsrail'in güvenliğini sağlamaktır. Suriye topraklarını İsrail'e veren Esed rejimi tehlikeye girince, Hizbullat savaşa girmiştir. Hala Müslümanlarla savaşmaya devam ediyorlar. Hal böyle iken Suriye politikamızı mı, yoksa İran ile olan ilişkilerimizi mi gözden geçirmemiz gerekir!?...
Aday adaylık döneminde binlerce kaliteli insanı bir tarafa bırakarak tam 99 kadını aday gösterdik. Allah Resulü S.A.V. buyuruyor ki; “Yöneticisini kadınlardan seçen toplum asla iflah olmaz” Biz bu emri unuttuk! Peygamberin bu düsturu işimize gelmedi! Çabuk kapıldık batının yalanlarına! Çabuk unuttuk inandığımız değerleri! Çok çabuk öbürlerine benzedik. Hatta onlar gibi olmak için koşan biz olduk. Başbakanımın söylediği şu sözler bu Müslüman toplumu çok üzdü: "99 kadın adayımız var ve 99 Esma-ül Hüsna'dır. 99 güzel ismimiz var. 2002'de temsil yüzde 4 idi. Şimdi yüzde 14'e çıkardık. Kadın adaylarımız seçilebilecek yerden gösterildi. İnşallah hep beraber Meclis'e gireceğiz"
Allah aşkına bu sözlere gerek var mi? Birileri kalkıp, Sayın Başbakanım böyle demeniz doğru değildir, benzetmeniz yanlıştır sözlerinize açıklık getirin demedi! Oysa Hz. Ömer, ben size adalet ile hükmetmezsem ne yaparsınız? dediğinde; sahabe kılıcını çekmiş, vallahi seni kılıcımızla düzeltiriz demişlerdi. İşte onların her biri Allah Resulünün seçilmiş arkadaşlarıydı. Bugünkü siyasetçilerin kaçı bulunduğu makamı hak ediyor ki, bir yanlışı düzeltsinler!?...
Ak Partinin tarihi hatalarından birisi ve belkide en önemlisi, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığını kurmasıdır. Halkın yüzde 99'unun Müslüman olduğu bu ülkede bir İslam Bakanlığı, Dinden Sorumlu Devlet Bakanlığı, Din İşleri Bakanlığı, Diyanet Bakanlığı vs isimler altında bir İslam Bakanlığı kurmayıp, aile bakanlığını kurması, başına da kadın bakan koyması bu ülkede aileyi bitirmiştir. Bizim kalan son kalemiz aile idi. Kusura bakmayın artık aile çatır çatır çatırdıyor. Namus mefhumu değişti bu ülkede. Tesettürü değiştirdiler. İffet haya kalmadı. Analık duyguları köreldi. İnsanlar vahşileşti. çok kısa bir süre önce boşanan bir koca, mahkeme çıkışında boşandığı eşini, kaynanasını, kaynını ve iki çocuğunu öldürüyorsa, aile ile ilgili bütün politikalarımız iflas etmiştir. Artık bu mesele, ülkenin en öncelikli meselesi haline gelmiştir. Aile bakanlığı ülkemizde cinayetleri, intiharları, ayrılıkları, boşanmaları getirmiştir. Kimse kadına kocanla çocuklarınla sorunlarını halledelim demedi. Aile içerisinde sorununuzu çözelim demedi. Kocasız kadına verilecek parayı kocasıyla çocuklarıyla birlikte verelim yiyiniz kavga etmeyiniz demedi. Boşanma sebebini aşırı maddi geçimsizlik diyenlere el uzatılmadı. Kocanı bırak gel, boşan gel, şikayet et gel dediler. Sana aş var, iş var, maaş var, barınak var dediler. Kocamdan şiddet görüyorum diyen her kadının kocasına kelepçe takıp evine yaklaştırmadılar. Baba artık okula gidip çocuklarını bile göremez oldu. Babalık onurunu ayaklar altına aldılar. Boşanan bir kadına ömür boyu nafaka bağlayıp erkeği mağdur ettiler. Yeniden kurduğu aile hayatını, ailesiyle çocuklarıyla zehir ettiler. Eski kocasından aldığı nafakayı sevgilisiyle yiyen kadınları çoğalttık. Sokak ortasında sevgilileri tarafından öldürülen kadınlar için erkek vahşeti dedik!. Peki bu erkekleri bu hale getiren nedir hiç düşündünüz mü? Öldüren koca, kendisinin de bir ölü olduğunu bilmiyor mu? Niye pozitif ayırımcılık? niye negatif ayırımcılık? Adil olmak neyimize yetmiyor!. Hayatı paylaşmak, hayata ortak olmak, hayatı bölüşmek neden olmuyor? Herkesin işini bilip görevini yapması kime batıyor!?.
Allah kadını kadın, erkeği erkek olarak yaratmıştır. Kadın ve erkeğin eşit olduğu, erkeğin üstün olduğu, kadının üstün olduğu yerler vardır. Kadının görevi belli, erkeğin görevi bellidir. Biz koca bir imparatorluğun devamıyız, bunu bilmeyen varsa kenara çekilsin!... Fıtratın tersine, batılıların keyfine göre hareket edersek onlar gibi oluruz. Kadınlarımız erkek, erkeklerimiz de kadın olur!... Erkekleştirilmiş feminist kadınların bu ülkeye katma değeri olmamış, kadınlaştırılmış erkeklerinde bir katkısı olmamıştır. Aile hukuku polis ile, mahkeme ile, ceza ile, nafaka ile korunmaz. Aile polis ile, mahkeme ile aile olmaz. Nesil böyle yetiştirilmez. Ailenin kerameti böyle korunmaz.
Sonra kalkıp falan parti eşcinsel aday göstermiş diyoruz! Bence bizim bu topluma reva gördüğümüz, o kişinin kişisel tercihinden çok daha vahimdir?...
Hangi toplumda bir babanın babalık hakkı alınmıştır?... Çocuklarına kim karışabilir? Bugün babalar neden ortaokuldaki veya lisedeki çocuklarını göremez olur? Çocuğuna en kötü babadan daha iyi baba olacak biri var mıdır? Şu aile mahkemeleri ne iş yapar diye bir gün soran oldu mu? hem zinayı suç olmaktan çıkarıyoruz, hem babayı aylarca aileden uzaklaştırıyoruz. Peki bu baba ne yapacak? Nerede yatıp kalkacak? Kimle yatıp cinsel ihtiyacını karşılayacak? Kimden çocuğu olacak? Evine kocasının gelişini yasaklatan kadın, koca ihtiyacını kimle karşılayacak? Çocuğu nasıl ve kimden yapacak? Aradan her iki tarafın başkalarının namusuyla haşir neşir olmasından kim sorumlu olacak? Bu açıdan hiç bakan oldu mu meseleye?... Mesele sadece koca dehşeti mi? Batı bize böyle mi fısıldıyor? Kocasızlaştıralım herkesi, kim kime dom doma olsun demi?!... Artan aile faciaları karşısında bakanlığımızın yaptıklarını mercek altına aldık mı?
Yahu Allah aşkına din adamları bu ülkede ne iş yapar? Diyanet İşleri Başkanlığına bu soruldu mu? Aile ile ilgili hangi konuda din adamlarının, kanaat önderlerinin, diyanetin görüşlerine başvuruldu? Bundan önce aileyi hangi kanunlarla bu millet bir arada tutuyordu? Fatihleri doğuran analar kocalarına kelepçe mi taktırıyorlardı? Fatihlerin babalarını evlerinden uzaklaştırarak mı nesil yetiştirdiler? Osmanlı imparatorluğu altı yüz yıl aile ile ilgili neler yapmış bir gün baktık mı? Osmanlı'yı yeri geldiğinde siyasi malzeme olarak kullanıyoruz ama, aile konusuna gelince neden örnek almıyoruz?!...
20 Nisan'da adaylar açıklandığında bir yazı yazmıştım. Bana 276 tane vekil verin gerisi sizin olsun demiştim. Ama yalaka dalkavuklar, hasetçiler, katma değeri olmayan verimsiz işe yaramazlar, bana seni aday yapmadıkları için böyle söylüyorsun demişlerdi. Ak Partiyi hayali olarak tek başına iktidar yapıyorlardı!. HDP barajı aşmayacak! Bilmem kim ne alacak! vs hesaplarla Ak Partiyi iktidara taşıyorlardı. Hocaya hanımı sormuş; borçlarımızı nasıl ödeyeceğiz? Hoca da; hanım, köyün girişine çalı ekeceğiz. O çalılar büyüyecek, köyün koyunları gidip gelirken yünleri bu çalılara takılacak. Bizde bu yünleri toplayıp, dokuyup halı yapacağız, pazara götürüp satacağız. Böylece borçlarımızı ödeyeceğiz demiş!... Biz bu politikalarla mı tek başımıza iktidar olacağız!?...
Seçim boyunca her ilde aynı şeyleri tekrar etmemiz seçmeni bıktırdı. Oysa bunun yanında yapacaklarımızı da söylemeliydik. Onlar konuşur Ak Parti yapar sloganını biz değil millet atmalıydı. Yaptığımız hizmetleri aşırı abarttık. Teşkilatlarımız bizi hemen hemen her ilde aldattılar. Bir yerin birden fazla temelini attık, bazı yerlerin de birden fazla açılışını yaptık. Açılışlarımızın hepsini seçim propagandasına erteledik. Açılışa gelmiş hizmet yerlerinin kullanılmasını engelleyip, seçim sermayesi yaptık. Sanki fazla bir şey yapmamışız gibi yaptığımız hizmetlerin çoğunu seçime erteledik. Böyle olunca da yapılanlar seçim yatırımı olarak algılandı.
Bazı illerimizi bazılarına ipotek ettik. Birileri nüfuzunu kullanarak çevre illerinin aday listesini bile etkiler hale geldi. İllere göre kanaat sahibi insanları hakim kılmadık. Parasına baktık. Ankara'daki konumuna baktık. Cemaatine baktık. Ankara'da kendisiyle ilgili söylenene bakıp halkın söylediğini kale bile almadık.
Sonunda sahada istenmeyen ve benimsenmeyen adayların da varlığı, düşük performansları, yanlış söylemleri, millete hitapları da Ak Partiye kaybettirdi. Mesela bulunduğum ilde aday gösterilen birinden halk nefret ederken, arkasından gitmeyi kendisine zül görürken, bu adayın milletin karşısına çıkıp; bu oyunu bozmaya var mısınız? demesi Ak Partiye kaybettirmiştir. Millet, evet varız diyordu. Ama senin oyununu bozmaya varız dediğini sonradan gördük. Yine bir diğeri ağzını açtığında küfürler ve galiz sözler kullanarak halkın nefretini hep körüklemiştir.
Basını rantabl kullanamadık. Çeşitli kanallarda bizi savunan insanların geçmişlerine baktığımızda, bunların bir zamanlar bize küfredenler olduğunu gördük. Halkımız, ne oldu da bizi bugün savunuyorlar demeye başladı. Zira onlar böylece hayatlarını kazanıyorlardı, bizde onlarla seçim kazanacağımızı sanıyorduk!...
Aynı şekilde Türkiye'de kendilerine dini kimlik verilen bazı şahsiyetler olaylara taraf oldu. Son iki yılda bu ülke üzerinde oynanan oyunların birer parçası oldular. Çözümün parçası olacakları yerde çözümsüzlüğün sebebi oldular. Ya fanatik Ak parti yanlısı olup diğer tarafa cephe aldılar. Yada cemaatten yana olup Ak partiye karşı cephe açtılar. Alimlerin konumu böyle olabilir mi? Toplumun dini önderleri bir tarafa yamanabilirler mi? Önce bir araya gelip hakkı beyan ederler. Sonra da kim uymazsa ona karşı dururlar...
Çözüm sürecinde Ak Partinin yaptığı tarihi hata, sadece HDP'Yİ muhatap alması oldu. Birileri muhatapları çoğaltırsak cepheyi genişletmiş oluruz sandı. Doğu halkı, kanaat önderleri, aşiret reisleri, tarikat şeyhleri, imamlar, mollalar, dindar kesim, Ak Partiye oy veren Müslüman kesim, Hüda-Par nerede? Eğer başından beri bunlar çözüme dahil edilmiş olsaydı, her ilde, her mahallede, her köyle hatta her ortamda HDP'YE karşı bir görüş olacak, PKK'NIN elini zayıflatacaktı. Fakat biz başkalarını katmayarak aslında HDP'Yİ büyütmüş olduk. Çözüm sürecine dahil etmediğimiz her kesimi aslında HDP'YE teslim etmiş ve potasında eritmiş olduk. Çözümde söz sahibi olmaları için öncesinde dağa çıkmaları mı lazım? Yoksa Ak Partinin karşısında durmaları mı lazım? Neden çözümü HDP ile aramıza sıkıştırdık!?...
Halkı en çok üzen, Ak Partiden uzaklaştıran, nefret ettiren şey ise; Devi öldürdükten sonra dev olmamız oldu. Fi tarihinde bir mağarada bir dev yaşarmış. Köyün delikanlıları, kahramanları sırayla tek tek devi öldürmeye gitmişler ama hiç biri geri gelmemiş. Bir gün köyün en cılız, en çelimsiz ve kuvvetsiz genci devi öldürmeye gideceğim demiş. Bunun üzerine köylüler, evladım nice kahramanlar gidip dönemediler. Sen nasıl devi öldürmeye gidersin? dedilerse de, genç dinlememiş ve devi öldürmeye niyetliymiş. Kılıcını alıp mağaraya girmiş. Ey dev çık karşıma diyerek bağırmış. İçerde büyük bir gürültü ile dev kalkıp gelmiş. Genç, korkusundan kılıcını bir sallamış, devin boynunu koparıp öldürmüş. Kendi kendisine, Allah Allah o kadar genç gelip bu kadar güçsüz devi nasıl öldüremediler diye düşünürken birde bakmış ki, tüyleri ve tırnakları uzayıp büyüdü ve kendisi devin yerine geçti…
Sonuç ve çözüm:
Başbakan yardımcımız Sayın Numan KURTULMUŞ seçim sonucunu çok güzel özetledi; “Millet bize abdestinizi tazeleyin” dedi. Bu teşkilatlarınızı ve adaylarınızı daha dikkatli seçin öyle gelin demektir. Burada şuna dikkat etmek gerekir; Bu abdest bir namaz abdesti olmayıp, bir boy abdesti de olabilir. Çözüm ise sonucun içerisindedir. Yapılacak tekrar bir seçim yada bir erken seçim için 550 tane adam gibi aday gösterilmelidir. Adaylar kendi illerinden seçilmelidir. Dışarıdan ithal aday getirilmemelidir. Başka illerde yaşayanlar ehil ve layıklarsa bulundukları illerde aday gösterilmelidir. Bu arada virüslü il teşkilatlarına da müdahale edilip temizlenmelidir. Aksi taktirde Malatya gibi bazı illerde çok oy kaybetmemize rağmen, bir önceki vekil sayısı kadar çıkardığımız yerlerde de, oy kaybının yanında vekil kaybına uğrayacağımızı da unutmayalım…
Ak Partili ve Ak Partiden aday adayı olmuş biri olarak nemalanmak isteyen, gelecek hesabı yapan, önümüzdeki muhtemel seçimlerde aday olma hesabı yapan biri olsaydım, teşkilatlarımızı, Başbakanımı ve de Cumhurbaşkanımı kızdıracak bu satırlar yerine, yıkama yağlama yapar, dünyalık emellerime ulaşmaya çalışırdım. Ak parti bu ülkenin geleceğidir. Bu milletin geleceği için Ak Parti gereklidir. Ak Parti iktidarına ihtiyacımız var. Siyaset de parti de araçtır amaç değildir. Devletimiz için, milletimiz için, dinimiz için hayırlı hizmetlerde bulunanı tercih etmemiz lazım.
Dedim ya, bazen kaybetmek kazanmaktır. Ak parti eğer yanlışlarını düzeltirse, millet kendisine kazanma fırsatı vermiştir. Millet bize içinizi temizleyip tekrar bize gelin dedi. Yok hatalarını düzeltmez ise, hem seçmenine, hem de Türkiye Cumhuriyeti'ne büyük bir yanlış yapmış olur. Çünkü sadece bu ülkenin ve bu milletin değil, tüm İslam aleminin Türkiye'ye ve Ak Parti iktidarına ihtiyacı vardır. Bizim kadar Suriye'nin, bizim kadar Mısır'ın, bizim kadar Filistin'in ihtiyacı vardır.
Fi Emanillah…
Ebuzer AYDIN
“Ey Kalemim! Bir Gün Doğru Bildiklerini Yazmazsan, Kolumla Beraber Kırar Atarım Seni”