Siz bu yazıyı okurken ben çok uzaklarda olacağım
22 Ağustos 2021, Pazar 12:11MalatyaTime’ın çok değerli okuyucuları. Sizlere beyninizi dinlendirmeniz için bir hafta süre tanımıştım. Yeterli. Son yazımı yazdığımda “böyle de makale mi olurmuş canım”,lütfen biraz ciddiyet”, hatta “nerden geldi bu kalas bu kadar değerli yazarlar arasına” gibi söylenmeleriniz kulağıma çalınmıştı.
Nezaketinizden bu sözleri yazıya döküp değişik mahlas isimlerle yorum kısmına yazmadığınızın da farkındayım yani. Eğriye eğri, doğruya doğru. Bu kadar ciddi, kaliteli, gündeme bu kadar hakim, değerli yazarların arasında ne işim var diye düşündüm. Ama sonradan aklıma düşen de mantıklı geldi; Sofraya oturuyorsunuz; çorbayı götürüyorsunuz. Ardından ana yemekler, mesela ben musakkayı severim. Yanında da tereyağlı, arpa şehriyeli pirinç pilavı (hoş bunu en iyi yapan da eşimdir. Lakin kilo alırım endişesiyle yapmıyor), birde salata, ezme, haydari… ee doydunuz. Hemen kalkıyor musunuz sofradan? Tatlı yoksa elbette kalkarsınız. Ama varsa onsuz da olmaz. Oturur beklersiniz. Benim yazılarım işte o harika yemeklerden sonra gelen tatlı gibi. Bazen Sütlaç, bazen üzeri fındıkla kapanmış Kabak Tatlısı, bezen de Laz Böreği tatlısı. Her yazım başka bir tatlı kıvamında. Alçak gönüllüyümdür, az bile yazdım.
Tatlı olmadığı zaman duasını yapıp kalkarsınız yemekten. Olmaz değil, olur. Ama tatlı tamamlayıcıdır. Duasına da doyum olmaz.
Ramazan deyince bir hatırayı anlatmadan geçemeyeceğim.
Şimdi ben hatıraya böyle başlayınca bazı okuyucularım: “Allah Allah! Ramazan kelimesi nerede geçti de ben atladım” diye yazımın üst kısmını birkaç kere okumuş olabilirler. Ben bu Ramazan hatırasını bir şekilde anlatacağım. Başka bahaneler de bulurum, anlatmak için.
10 veya 15 sene önce bir Ramazan günü sevdiğimiz bir tüccar arkadaşımız Adapazarı’ndan kalkıp Ankara’ya gelmişti. Yemek konusunda zevk sahibi ve boğazına da düşkün olan Mahmut Bey çevresinde Mahmut Hoca olarak saygı duyulan bir zat idi. Misafirimiz olduğu için iftarı da beraber yapmamız gerekiyordu. Ancak tekstil sanayicisi arkadaşımız Mehmet Bey bizi ve diğer sanayici dostlarını Kızılay’da bir lokantaya davet etmişti. Ona da söz verdiğimiz için gitmemek olmazdı. Kendisini arayıp Mahmut Hoca’dan bahsettik. Misafirimiz olduğundan dolayı birlikte gelip gelemeyeceğimizi sorduk. Mehmet Bey çok ısrarla misafirimizi de getirmemizi rica edince hep beraber iftar etmek üzere davete icabet ettik.
Lokanta; Sanayici Mehmet Bey’in daveti için biraz hafif, esnaf lokantası gibi bir yerdi. Ancak ne biz ne de misafirimiz burun kıvırmadan gayet nezaketli karşılandığımız lokantada yerimize oturup iftarı beklemeye başladık. Masalarımızda kişi başı hesaplanmış birer hurma, dilimlenmiş ve sepete konmuş ekmek, sürahi ile su hazır bekliyordu. Ezana yakın da çorbalarımız geldi. Ezan okundu, iftarımızı yaptık. Çorbalar bitti. Birer tabak kuru fasulye ve pilav servisi yapıldı. Yazın sıcağında oldukça uzun saatler süren günün ardından kuru fasulye ve pilavın aperatif olmadığını, ana yemekler olduğunu ardından gelen tulumba tatlısı ile anladık. Misafirimiz boğazına oldukça düşkün ve yemek konusunda çok hassas zevklere sahip olan Mahmut hoca olunca biraz mahcup olduk. Ama kendisi hiç renk vermeyip, hissesine düşen 2 adet tulumba tatlısını midesine indirmiş olarak huşu içinde bekliyordu. Davet sahibi sanayici Mehmet Bey ayağa kalktı. Gür bir sesle:
-”Değerli dostlarım. Afiyet olsun. Aramızda Adapazarı’ndan misafirimiz Mahmut Hocamız var. Yemeğin duasını ondan bekliyoruz” dedi.
Mahmut Hoca herkesi başıyla selamlayıp ellerini kaldırdı:
-”Elhamdulillah. El Fatiha!”dan ibaret çok kısa bir dua yaptı. Sonra bize dönüp Mehmet Beyin de duyacağı bir ses tonuyla:
-”Hadi Ersoy kardeşim. Kalkalım da yemeğe gidelim. Karnımızı doyuralım”
Yani davetteki yemeklerden sonra gelen tatlı da tatlı. Ama, harika bir yazar kadrosunun muhteşem yazılarından sonra gelen Ersoy baba makalesi Süper lezzetli yemeklerden sonra servis edilen baklava, şöbiyet veya Laz Böreği Tatlısıdır. Kıymetimi bilin diye yazıyorum.
Ben böyle yazıyorum ama yazımın yolunu gözleyenin bi Murat Bey olduğunu da görüyorum. Hangi sokakta karşılaşsak hemen yazımı ne zaman yazacağımı soruyor. Sağ olsun bu yazılarımı bu kadar sık yazmamdaki en büyük etkenlerden biri odur. Bir de yazımın altına sırf kırılmayayım diye beni motive etmek için yorum yazan birkaç okuyucum. Hepsine de selam ve sevgilerimi gönderiyorum buradan. Biri sözle, diğerleri de yazarak beni onurlandırıyorlar.
Gelelim yazımın başlığındaki konuya;
“Siz bu yazıyı okurken ben çok uzaklarda olacağım.”
Arkadaşlar aradı. “Ersoy senin Adana uçak biletini alacağız. TC kimlik numaran lazım” dediler.
-“Hayırdır? Adana nereden çıktı? En son 22 sene önce gitmiştim. O da Mersin’e geçerken lastiğe hava vurmak için benzinlik aradığımda.”
-“Kebap yiyecez dönecez” dediler.
-“Akşama döneriz inşallah."
Yok ki şöyle: “Ersoy baba, Malatya biletini gönderiyorum. Gel Gırık yiyek, Banık yiyek, Nahna kuftesi yiyek” diyen birileri çıkmadı. Biz de Adana kebapları ile yetineceğiz mecburen.
Çoh önemli not: Biletimi alırsanız “Gidiş-dönüş alın. Cepte dönecek metelik yok. Galırın başınıza”
Siz sağlıcakla kalınız.
Ersoy Baba