Sonsuz Safsata: Evrim
20 Ocak 2023, Cuma 10:54Evrim hurafesi/safsatası; sahte bir bilim ve modernizm görüntüsü altında, şeytanlar ve nefs-i emmareler tarafından insanlığa yutturulmak istenen sonsuz bir ahmaklıktan, cehâletten, sonsuz bir alçaklık, ihânet ve zilletten başka bir şey değildir.
Gerçek mânâda insan aklının bu hurafeleri analiz ederek ispatlı bir şekilde kabullenmesi sonsuzun ötesi imkansızdır.
Allah’ın varlığının, birliğinin, Kur’ân’ın bizzat Allah’ın kelâmı olduğunun ve Hz. Muhammed (s.a.s.)’in Allah’ın Râsûl’ü olduğunun delilleri ve ispatları sonsuzdur.
İnkârın ise hiçbir delili yoktur. Ve bu sonsuz kere sonsuz kesindir.
Evrim; maddi veya manevî/ruhânî bir varlığı asla olmayan bir şeye hem fizikî veya ruhânî bir varlık verip hem de ona Allah’lık vermektir.
O zaman ya her atom ilâh diye kabul edilir ya da hiçbir maddi veya ruhânî bir varlığı olmayan “zaman”, ilâhi bir varlık olarak ilân edilmiş olur.
Ve bu ilâhın adına da “evrim” denilmiş olur.
Yani her atomu zorunlu olarak “Allah” olarak kabul etmeye mahkûm olunur. Aynen bunun gibi, evrim iddiası güden bir kimse de inkâr ettiği Allah’ın ilâhlığını Rabb’liğini, Mâbudiyet ve Hâkimiyet’ini evrime vermeye mahkûm olur. Ve bunun adı da kahpeliktir!
Eğer evrim varsa kastî bir şekilde atomları dizayn edip ‘yapmak’ vardır.
Bu da Allah’ın sıfatlarıyla muttasıf olmak demektir. İlim, irâde kudret gibi…
Bütün mahlukâtta mutlak bir mükemmellik ve bu mükemmellikte mutlak bir kararlılık vardır. Tesadüf ve evrim (zaten olmayan bir şey) asla mükemmellik tanımaz.
Bu sonsuz karalılığın karar vereni kimdir? Ya şuursuz atomlar? Ya kör tesadüfler? Ya olmayan evrim? Ya da kaçışı yok; ALLAH’tır! (c.c.)
Evrim safsatasını savunan ahmaklar, onu ilim adına yutturmaya kalkanlar, buyursunlar yaşadığımız bu yüzyılın bütün fen ve teknolojik imkânlarını kullanarak reaksiyonları/tepkileri hızlandırsınlar.
Maddelerin tesadüfen karışması yerine kendileri en hassas ölçülerle saf maddeleri toplasınlar.
En modern laboratuvarlarda, elektron mikroskoplarıyla istedikleri kadar uğraşsınlar, bir tek ‘canlı’ hücreyi yapamayacaklarken; bugünkü bu devasa imkânlarla bir tek hücreyi inşa edemeyenler, nasıl olur da dünyanın ilk yaratıldığındaki akılsız şuursuz sebeplerin ve kör ölü atomların ilk canlıyı tesadüfen meydana getirebileceğine inanırlar!
Bir yandan Allah’a inandıklarını söylerken diğer yandan savundukları bu evrim safsatası ile atomlara ve maddî-ruhanî bir varlığı olmayan zamana ilâhlık vermiş olurlar.
Bütün ilimlerin o sonsuz kudreti, o her şeye Kâdir olanı haykırdığı, her şeyin apaçık delilleriyle karşımızda durduğu zamanımızda, hakikâtleri kendi bozuk anlayışlarına göre işine geldiğince yorumlamanın adı hiçbir zaman ne bilim ne de ilim adamlığı değildir, olamaz.
Evrimcilerin büyük bir hırsla sarıldığı ‘mutasyon’ denilen biyolojik olaylar da sadece hücre etrafında ve onların nükleuslarındaki/çekirdeklerindeki harika DNA programı üzerindeki değişiklikler kat’iyyen tesadüf kabul etmeyen reaksiyonlar neticesinde ortaya çıkar.
Evrimci geçinenler ise bunu göz boyamasıyla faktörü olarak gösterir.
Oysa vücuda ait hiçbir sistem, organ veya hücre, bütünüyle tesadüfi bir program değişikliğine maruz kalmaz. Evrimcilerin alçakça bahanelerine kalkan olarak kullandıkları mutasyon ismini verdiği DNA programındaki değişiklikler de ancak milyonda bir hücrede meydana gelir ve zaten bunların da %99,9’u zararlıdır.
Haliyle evrim asla bilim değildir. Bilim olsaydı; mutlak formülü olması gerekirdi. Bu formülün de zaman=değişim olması gerekirdi. Ve bunun tesiri, tüm canlılarda sürekli olarak anlamlı, anlamsız değişimi gerektirirdi. Anlamlı bir değişim dediğiniz ânda da atomlara hükmeden onları dizayn eden bir ilim ve irâdeden bahsediyorsunuz demektir.
Kat’î bir gerçektir ki; yeryüzünde ve bütün varlıkların her zerresinde (ister insan, ister hayvan, ister bitki olsun) bilerek, görerek, kastî bir şekilde irâde ederek ‘mutlak bir gaye, hikmet ve amaç için yapılmışlık’ vardır.
Bu mutlak yapılmışlık zorunlu olarak; bilmenin, görmenin, irâde etmenin, kast, şuur ile akletmenin tezahürüdür.
Bu bütün mahlûkatta tezahür eden sıfatlar; Hayy (diri) olan Allah’ın sıfatlarıdır. Asla mutlak bir şekilde kör, ölü, cahil, şuursuz, kendinden bile haberi olmayan atomların değildir.
Öyle ki; göz mutlaka görmek içindir! Göz kapakları göz değildir; ama bizzat göz içindir! Kirpikler ve kaşlar göz değildir; ama kat’iyyen göz içindir! Göz çukurları göz değildir; ama hiç şüphesiz ki göz içindir!
Bu inkâr edilemeyen gerçekler; gözün varlığını ve gözün görmek ‘için’ olduğunu daha kat’î gösteriyor.
Bütün hayvanlardaki (en güzel görüneceği ve en mükemmel vazife göreceği yerlerine konan) simetrik gözler; gözün sonsuz kastî bir şekilde bilerek, görerek, irâde ederek yapıldığını kat’iyyen ispat ediyor.
Bakınız; kanatlar mutlaka uçmak için… Kalp mutlaka kan pompalamak için... Kulak mutlaka duymak için... Burun mutlaka koku almak için… Ciğer mutlaka hava almak için…
Damarlar mutlaka kanın cevelanı için… Yüzgeçler mutlaka yüzmek için… Balıkların solungaçları mutlaka sudaki oksijeni almak için… Meyveler mutlaka yemek için...
“İçin, için, için…” Daha saymakla bitmez!
Oysa bir ateist evrimci asla; “için” diyemez. Dediği zaman onun için evrim ve tesadüf o ânda bitmiş olur. Çünkü “için” dediği ân bizzat; görerek, bilerek, akıl ve irâdeyle kastî bir şekilde yapılmayı kabul etmiş olur.
Evrim tezini savunan bir ahmağı karşınıza alarak ona şunu sorun: “Söyle bakalım!
Göz; görmek için mi, değil mi? Kulak; duymak için mi, değil mi? Kalp; kan pompalamak için mi, değil mi? Akciğer; nefes almak için mi, değil mi? Kanatlar; uçmak için mi, değil mi?”
Bu sorulara cevaben kaçınılmaz olarak mutlaka; “için” diyecektir. Yani, “Evet, göz; görmek ‘için’, kulak; duymak ‘için’, kalp; kan pompalamak ‘için’, akciğer; nefes almak ‘için’, kanatlar; uçmak ‘için’...” diyecektir.
Eğer ‘için değil’ derse, yani “meyveler; yemek için değil, göz; görmek için değil…” derse, başta tıp olmak üzere bütün bilim dalları mutlak gayeler için yapılmışlığı dava ederek onun bu koskoca yalanını yüzüne tükürerek çarpacaktır.
Bir resmi meydana getiren ressam, o resmin boyaları olmadığı gibi; insanı meydana getiren de o insanın atomları olamaz.
Nitekim kat’î olarak ‘görmek’, ‘bilmek’, ‘irâde etmek’, ‘kastetmek’ dirilere mahsustur. Evet, sonsuzlarca kez öyledir.
Çünkü bilen; diridir, gören; diridir, konuşan; diridir, irâde eden; diridir, şuur; dirilerde olur, kast; dirilerin işidir…
Bu fiil ve sıfatlar mutlak bir şekilde Hayy (diri) bir Zât’ın varlığını zorunlu olarak gerektirir.
Şimdi bu bilerek, görerek, irâde ederek, kastî bir şekilde yapan kimdir?
Ya atomlardır ya tesadüftür ya da evrimdir?
Yani ‘için’ dediği ânda ya Allah’ın yaptığını kabul edecek ya atomları ilâh edecek ya da ne maddî ne de manevî bir varlığı olmayan zamanı yani evrimi ilâh edinecek? Asla kaçış yoktur!
Çünkü yapılmanın dışında, tesadüfte; asla ‘için’ denilemez!
Eğer tesadüf diyorsa (tesadüfen görmek için oluşum, duymak için oluşum, kan pompalamak için oluşum diyorsa) bu nasıl bir tesadüftür ki; hep gerekli olanlar olmuş ve milyonlarca, milyarlarca defa gereksizler yığını olması gerekirken, hem hiçbir şeyin hiçbir şey olması da gerekmezken, hiç gereksiz bir şey olmamış?
Olduysa dahi onlar atılmış ve gerekli olanlar kalmıştır.
Peki onları şimdi kim gerekli hâle çevirdi?
Kim gereksizleri attı da yerine gereklileri koydu?
Atomlar mı? Evrim mi? Hangisi?
Yani tesadüfen görmek için tam yerinde göz ve gözün parçaları oldu; başka hiçbir şey olmadı? Tesadüfen duymak için kulak ve kulağın parçaları oldu; başka bir şey olmadı? Tesadüfen kan pompalamak için kalp oldu; başka bir şey olmadı?
Nasıl tesadüfsüz bir tesadüfse; hep tam, en güzel görünüp en mükemmel vazife göreceği yerinde gerekli olanlar oldu öyle mi?
O zaman buna kim karar verdi?
Yani misâl; bir mühendis olmadan tesadüfen arabanın motoru oldu, tesadüfen motorun aksamı oldu, tesadüfen direksiyonu oldu, tesadüfen teker oldu?
Ve tesadüf bu ya(!) hiç gereksiz bir şey de olmadı?
Arabayı meydana getiren atomlar mı veyahut da maddî, manevî/ruhanî bir vücudu olmayan bir varlık, yani evrim dediğin bir zaman mı?
Oysa tesadüf dediğin şey gaye, hedef, kararlılık diye bir şey gözetmez.
Her bir zerre, her bir atom veya hücre; her şeye dönüşebilir veyahut hiçbir şey olması gerekmez. Tesadüfe göre bütün olanaklar o ân için her şey olabilme imkâniyetindedir. Bu da aslında şu demektir; her şey bozulmaktan başka hiçbir şey olamaz.
Bütün bu mahlûkat/varlıklar üzerindeki bu mutlak sıfatlar ve fiiller tesadüf safsatasını sonsuz ötesi reddeder...
Çünkü şu evren hikmetli/gayeli, ölçülü, intizamlı ve mükemmel kanunlar ve fiiller manzumesidir. Kanun ise; Hayy (diri) bir emir ve irâdenin, ilimle nevlere/türlere olan tecellîsidir ve asla tesadüf tanımaz.
Tesadüf de asla kanun tanımaz. Asla gaye ve hikmet de tanımaz.
Şu evren, kanunlar manzumesi olduğuna göre; asla tesadüf yoktur.
Tesadüf yoksa; bilerek, görerek, kastederek yapmak vardır; yapan da Allah (c.c.) olur!
Şimdi, bütün organları özellikle de gözü, görmesi için; bilerek, görerek, akıl ve irâdeyle kastî olarak yapan sanatkâr atomlar mıdır?
Eğer bunu yapan atomlarsa, atomlara ilim, irâde, kudret, hayat gibi sıfatlar zorunlu olarak verilmeye mecbur olunacaktır. Atomlara bu sıfatlar verildiği takdirde ise bütün atomlar birbirlerinin en küçük atom altı parçacığına kadar hem birbirlerine Hâkim-i Mutlak (sonsuz hükmeden) hem de aynı zamanda hepsi birbirine mahkûm-u mutlak (başkasının hüküm ve irâdesi altında bulunan) olacaktır.
Yani evrendeki her atom, kendi gibi diğer atomlara ‘hükmeden’ olacak; aynı zamanda aynı atom diğer atomların mahkûmu olup onların hükmüne tâbi olacak.
Aynı ânda hepsi birbirine karşı hem Kâdir-i Mutlak (sonsuz kudret sahibi) hem de âciz-i mutlak (sonsuz aciz) olacak?
Her bir zerre aynı ânda hem Âlim-i Mutlak (sonsuz ilim sahibi), aynı ânda hem de cahil-i mutlak (sonsuz cahil) olacak?
Her atom diğerlerine karşı aynı ânda hem Sanî’ (sanatkâr) hem de masnu (sanatlı yapılmış bir eser) olacak?
Hepsi birbirine karşı hem Mâlik (mülk sahibi), hem de memlûk (köle ve hizmetkar) olacak?
Yani her biri bir diğerine hem Âmir (emreden) hem de memur (emredilen) olacak; hem Hâlık (yaratan), hem mahlûk (yaratılan) olacak; hem kul hem de ilâh olacak; hem Rahîm (merhamet eden), hem de merhum (merhamet edilen) olacak; hem Kerîm (ikrâm eden), hem de ikrâm edilen olacak?
Bu elbette ki sonsuz bir safsatadır!
Şimdi sen bir insanı karşına alıp da ona; “Sen bundan sonra benim kölem olacaksın, ben de senin efendin olacağım” desen, o kişi bunu kabul eder mi? Elbette etmez.
“Senin benden ne farkın var? Sen benim kölem ol, ben senin efendin olayım” demez mi?
Öyleyse şimdi kimi atomlar; “Biz insan olacağız” dedi, kimi atomlar da; “Biz eşşek olacağız siz de bize bineceksiniz, ‘çüşşş(!)’ diyeceksiniz” mi dedi?
Halbuki değişmez kaidedir; bütün maddî varlıkların, kendilerinden meydana gelen atomların beş mutlak sıfatı vardır. Bunlar:
1-Acz-i Mutlak (Mutlak aciz, hiçbir irâdeye güce sahip değil)
2-Fakr-ı Mutlak (Mutlak fakir, kendine bile sahip değil)
3-Cehl-i Mutlak (Sonsuz cahil, hiçbir ilmi irâdesi yok)
4-Camid-i Mutlak (Biyolojik anlamda mutlak cansız, yani mutlak mânâda sonsuz ölü)
5-Zaaf-ı Mutlak (Mutlak mânâda zayıf, kuvvetsiz, vücudu dahi kendinden olmayan)
Bundandır ki, kudret, ilim, irâde, hâkimiyet gibi sıfatlar Allah’a verilmezse o takdirde atomlara hem sonsuz kudret, hem sonsuz acziyet, hem sonsuz ilim, hem de sonsuz cehâlet verilecektir. Böyle sonsuz zıtlıkların bir arada bulunması gerekir.
Bu ise sonsuz muhâldir/imkânsızdır.
Öyle ki, sonsuz karanlığın aynı ânda sonsuz aydınlık olması gibi...
Nasıl olur da sonsuz aciz ve güçsüz atomlar aynı anda sonsuz Kâdîr olur?
Sonsuz cahil aynı ânda sonsuz Âlim olur? Sonsuz mahkûm aynı anda sonsuz Hakîm olur? Sonsuz ölü aynı ânda sonsuz diri olur? Böyle bir şeyi tahayyül etmek sonsuzlar ötesi muhâldir.
Çünkü şu evren hikmetli (gayeli), ölçülü, intizamlı ve mükemmel kanunlar manzumesidir. Kanun ise; Hayy bir emir ve irâdenin, ilimle nev’lere olan tecellisidir ve asla tesadüf tanımaz. Tesadüf de kanun tanımaz. Şu evren, kanunlar manzumesi olduğuna göre, asla tesadüf yoktur.
Tesadüf yoksa; bilerek, görerek, kastederek yapmak vardır; yapan da ALLAH olur! Çünkü eserlerin mükemmelliği, bu eserleri yapanın mükemmel olmasını gerektirir.
Nitekim mükemmel insanlık vasıflarıyla donatılmış olmasının, bizzat yaratılmış olduğunun açıkça gösterdiği insanlık soyunu, mesnetsiz ve hiçbir delili olmayan bir evrim teorisine dayandırmak, bu sebeple de inkâr bataklığına sapmak ve saptırmak, bu insanların ne denli akıldan uzak hareket ettiğini göstermektedir.
Şu fikre, şu evrim zırvasına, şu alçaklığa bak ki; teoriye önce tesadüfle başlıyor, sonra tesadüfü sonsuz reddediyor. Ve atomlara ilâhlık verip, bizzat bilerek yapılmayı kabul ediyor. Sonra bunu da sonsuz reddedip, hiçbir maddî manevî vücudu olmayan zamanı ilâhlaştırıp mevhum bir ilâh meydana getiriyor!
Mesela, “kuşlar, kendilerine uygun gagalar ve kanatlar inşa ettiler” diyor.
Şu saçmalığa bak! Sen, insan iken, bu muazzam, müthiş, uzayı keşfeden aklınla ve bu kadar sanatları yapan ilminle, bir sivrisinek kadar olamıyor musun ki; binlerce yıldır hâlâ kanatların yok?
Ki kanatlı olup, uçmayı insandan başka isteyen bir canlı var mı?
Bir tırtıl kelebeğe dönüyor, eğer o küçücük, bir gram bile olmayan beyniyle bunu kendi beceriyor da; sen, koskoca beyninle, değil kendini bir şeye çevirmek, bir beyaz kılını siyaha çeviremiyor musun, hayret!
Hem söylesene bir tırtılın, mükemmel bir kelebeğe dönmüşken kelebek olarak devam etmeyip tekrar tırtıla dönmesi hangi evrim zırvasıyla açıklanabilir?
Hem milyonlarca yıldır denizlerde yaşayan bu balina ve yunusların solungaçları nerede? Milyonlarca belki milyarca yıl bunların solungaçlarının oluşmasına yetmedi mi?
Yoksa evrim bu denizin sultanlarını unuttu mu?
Kaplumbağalardan tut ıstakozlara kadar daha saymakla bitmeyen deniz canlılarının solungaçları ve yüzgeçleri nerede? Hem bir kurbağa yavrusu (kocabaş) su içinde yüzgeçliyken ortama göre daha da gelişip solungaçlı olması gerekir iken neden o yüzgeçler de kaybolup yüzgeç yerine ayakları çıkıyor?
Bugün bazıları hem Allah’ı hem de evrimi kabul etme gibi garip bir çelişki içine girerlerken, bazılarının da evrim hurafesinin bazı yönlerinin doğru olabileceği gibi bozuk fikirlere sapmış olduklarını görmekteyiz.
Halbuki temeli maddeciliğe ve tesadüf zırvalarına dayanan sapkın düşünceler ile kudreti sonsuz olan Allah’ın (c.c.) bizzat ispat ve delilleriyle apaçık olan hakikâtleri asla bağdaşamaz!
Bununla birlikte evrim teorisindeki bazı hususlar yaratılış mucizeleriyle benzerlik gösteriyorsa; “Hayatı olan/canlı olan her şeyi sudan yarattık. Hâlâ inanmayacaklar mı? (Enbiya, 21/30.)
Andolsun ki biz insanı kuru bir çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan yarattık. (Hicr, 26.)
Şüphesiz Rabbiniz Allah, gökleri ve yeri altı günde yarattı. (A’raf, 54.)
Ve önce bitkilerin, sonra hayvanların ve sonra insanın yaratılması gibi vs..’’ bunlar evrim safsatasının olmayan kerâmetini değil; bilâkis, bizzat Kur’ân’ın ayan beyan mucizeliğini gösterir!
Dolayısı ile Allah’a inanan profesörlerin, araştırmacıların görevi; evrim zırvasına bir mânâ vermeye çalışıp, Kur’ân’ın da buna nasıl uydurulacağına kafa yormak değil, Kur’ân’daki eşi benzeri olmayan yüce hakikâtlerin müsbet ilim yolunda, ehli sünnet ışığında nasıl anlaşılabileceği ve anlatılabileceği anlayışı/idrâki olmalıdır.
Vesselâm!
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.
Yorumlar
Erkan Ökten
31-01-2023 07:03Yazılarınız tam bir ilim deryası. Ne mutlu size, ne mutlu sizi yetiştirenlere! Allah razı olsun.
Kübra
21-01-2023 09:27Allah razı olsun canım kardeşim. Rabbim ilmini artırsın.