Söylenip durmayın. Bi bildiğimiz var!
17 Ekim 2021, Pazar 13:48Rahmetli Mehmet Akif Ersoy, her hafta birkaç saat diğer şair üstatlarla şiir üzerine sohbet ederlermiş. Genç bir şair bu sohbete katılabilmek için uzun süre Mehmet Akif’e dil dökmüş. Mehmet Akif genç şairin bu kadar istekli olması üzerine, hevesini kırmamak için sohbete katılmasına müsaade etmiş. Yalnız bir şartla:
-“Kenarda oturacak ve sadece dinleyeceksin. Hiçbir şekilde söz almayacaksın” demiş. Genç şair; “Üstatların sohbetinde bulunmak bile büyük şereftir” deyip şartı kabul etmiş.
Sohbet başlamış. Bizim genç kenarda ahşap sandalyenin üstünde pür dikkat üstatları dinliyor. Onların bu edebi sohbetlerinden büyük haz alıyordu. Bir ara nasıl olduysa gaz kaçırdı. Bunun sesinin duyulmuş olması ihtimali bile rezil olması ve bir dahaki sohbete katılamaması demekti. Çıkmış olan sesi kamufle etmeliydi. Oturduğu sandalyeyi biraz esnetti. Hafif bir “garç” sesi çıktı. Sesin sandalyeden geldiği izlenimi oluşturmak için sandalyeyi birkaç kere daha sağa sola esnetti. Evet! Bu sesler iyi olacaktı. Tam o arada çoğalan “garç-gurç” seslerinden rahatsız olan Mehmet Akif gence dönerek:
-“N'apıyorsun evladım, birinci mısraına kafiye mi arıyorsun?”
Merhaba sevgili Malatya Time okurları.
Bir pazara daha ulaştık. Sizi bilmem ama bizde pazar kahvaltısı özeldir. Ben hazırlarım, biraz ondan dolayı özeldir. Kahvaltının adı “Baba kahvaltısı”dır. Evde çalışan ben olmama rağmen pazar keyfi yaparak geç kalkanlar; evin hanım ve çocuklardan oluşan ahalisidir. Erken kalkan ben olunca kahvaltıyı zevkine göre hazırlayacak olan da benim.
Buzdolabındaki malzemelere bakıp; onu şununla, şunu da bununla karıştırıp sırayla ocakta işlemden geçirince ortaya güzel bir kahvaltı çıkarırım. Malzemelerin ocaktaki son haline yetişen hanım;
-“Hiç onunla şu birlikte pişer mi? Olmaz!” dese de masada tadına bakınca “fena da olmamış” dediği çok olmuştur.
Velhasıl makalemden sonra harika bir kahvaltı için mutfağa geçeceğim.
Makaleme “giydirme ve laf çakma” nın en edebi örneği ile başladım. Mehmet Akif Ersoy çok muazzam bir şairdi. Lafı gediğine oturtmasını da iyi bilirdi. Sevenleri olduğu kadar sevmeyenleri de vardı.
Bir toplantıda bir genç Mehmet Akif’i küçük düşürmek için;
-“Affedersiniz, siz veteriner misiniz?” diye sordu. Mehmet Akif’in cevabı;
-“Evet, bir yeriniz mi ağrıyordu?”
Lafı gediğine oturtmak sadece edebiyat üstatlarına mı mahsus? Bunu sporda da görmüştük:
80'li yılların sonlarında bir Beşiktaş-Boluspor maçı Boluspor ’un 1-0’lık üstünlüğü ile devam ederken hakem Beşiktaş’ın net 2 golünü vermez, Boluspor’a da kafadan bir penaltı verir. Maç çığırından çıkmıştır. Beşiktaşlılar neredeyse sahayı terk etmeyi bile düşünürler. Boluspor 2. golü de bu uydurulmuş penaltıdan atar.
Beşiktaş’ın santra vuruşuyla maça devam etmesi gerekirken Metin Tekin santrayı yapmaz, bekler. (Santra vuruşu rakip oyuncuların tamamının kendi sahasına geçmiş olması şartı ile yapılabilir) Bolusporlu futbolcuların tamamı kendi sahasındadır. Hakem düdüğü bir daha çalar. Ama metin hala topa dokunmaz. Hakem:
-"Metin neden başlamıyorsun? Bak kart çıkartırım" der. Metin cevap verir:
-"Hocam sahanıza geçin de başlayalım"
Velhasıl sporda bile olan bu ince sanat en çok da ekranlarda gerçekleşmiştir. Unutulmaz “Lafı gediğine oturtma” lardan biri Show Tv’de gerçekleşmişti.
Show TV’deki “Ateş Hattı” programında Reha Muhtar o günlerde çok yaygın bir dedikodu olan; “Prens Charles'ın Müslüman olduğu” yönündeki söylentileri eleştirmektedir. Konuyu telefonla bağlandığı Diyanet İşleri Başkanı ile tartışmaktadır:
-“Efendim, Prens Charles'ın Müslüman olduğunu söylüyorlar. Peki, ama öyle bir adamdan Müslüman olur mu?”
-“Olur tabi neden olmasın?”
-“Ama efenim nasıl olur?”
-“Reha bey siz Müslüman mısınız?”
-“Tabi Müslüman'ım efendim.”
-“Siz namaz kılıyor musunuz?”
-“Hayır.”
-“Oruç tutuyor musunuz?”
-“Hayır.”
-“İçki içiyor musunuz?”
-“Evet.”
-“Ee sizden nasıl Müslüman oluyorsa, ondan da en az sizin kadar Müslüman olur.”
Şimdi “Ersoy Baba gene makaleyi anılarla, tınılarla doldurdu, kahvaltı hazırlamaya gidecek” dediğinizi duyar gibiyim. Ama herkesin kaldırabileceği bir yük vardır. Gereksiz abartmamak, okuyucuyu yormamak lazım.
Köyün birine yeni imam tayin edilmiş. İmam Cuma vaazına çok iyi hazırlanmış. Muazzam, ilgi çekici, harika vaazı köylüye sunabilmek için de zamanından çok önce kürsüde yerini alıp cemaatin gelmesini beklemeye başlamış. Lakin içeriye sadece orta yaşlarda bir adamın girdiğini, başka kimsenin vaaz dinlemek için camiye gelmediğini görünce üzülmüş. Gelen köylüye dönerek:
-“Çok güzel bir sohbet hazırlamıştım. Ancak sadece sen varsın. Bir kişi için vaaz vermek…”
Camide tek kişi olan adam:
-“Hocam. Ben köyün hemen dışındaki at çiftliğinde bakıcıyım. 14 tane atımız var. Yem vereceğim saatte ahıra girdiğimde 13 at kaçmış olsa, sadece 1 at kalmış olsa o ata gene de yem veririm”
Hoca mesajı almış. Başlamış vaaza. Konuştukça coşmuş. Coştukça anlatmış. Ezan saati geçtiği halde vaazı kesememiş. Anlatmaya devam… Camideki tek kişi olan adam hocanın sözünü keserek:
-“ Hocam. Dediğim gibi. Ben at çiftliğinde bakıcıyım. Yem vereceğim saatte 14 tane attan 13’ü kaçmış olsa, sadece 1 at kalmış olsa o ata gene yem veririm. Ama 14 atın yemini de bir ata vermem!
Hoca geç de olsa mesajı almıştır. Ben bu mesajı zaten bildiğim için ayarında gidiyorum. Onun için gıyabımda söylenip durmayın.
Kalın sağlıcakla…