Tecde de kış anıları
14 Aralık 2023, Perşembe 12:32Yıllardır gurbette olunca insan, memleket özlemiyle çocukluğunda yaşadığı mevsimleri de unutamaz oluyor. Hele benim gibi 70 yıl öncesine özlem duyuyorsa, dün gibi geçiyorsa gözlerinin önünden yıllar öncesinin yaşamı, düşündükçe sızlıyordur yüreği mutlaka.
Her mevsimi bir başka güzeldir Tecde’nin. Yazı başka, kışı bir başka. İlkbaharda yemyeşil bir cennettir, kokusu sarar her yanı mor menekşenin, sümbülün. Bahçelerden menekşe toplar minik eller, bir demet sunmak için ilkokul öğretmenine. Hele bir de mişmişler çiçek açınca gör, en güzel tablosu ortaya çıkar doğanın. Ayva çiçeği kar beyazıyla, şeftali çiçeği pembesiyle, mişmiş, erik ve kiraz çiçekleri doyumsuz albenisiyle cezbederler arı ve kelebekleri. Uçuşurlar ağaçtan ağaca, daldan dala. Şaşırırlar hangi çiçeğe konacaklarına.
Sonbaharında solsa da rengi, yaprağını dökse de kavaklar, gazeller örtse de toprağı yorgan gibi, kulağa hoş gelen bir melodidir üzerinde gezindikçe çıkan “Hışırtı”sesleri.
Yaz geceleri kerpiç evlerin toprak damlarında yatmak ne güzeldir değil mi? Ay gülümser siz ona baktıkca, bazen dolunay, bazen hilal.Yıldızlar göz kırpar insana. Derken dalarsın en tatlı rüyalara. Horoz sesleri böler sabah rüyalarını.Yorganı çekeriz başımıza, sus ne olur bölme çocuksu rüyalarımızı diye…
Size, Tecde’nin yıllar öncesinin kışını anlatacağım. Lapa lapa kar yağardı geceler gündüzler boyu. Şimdileri hiç yaşayamadığımız, diz boyu karlarla kaplı, bembeyaz gelinliğini giydiği günlerini anlatacağım.
Gecenin karanlığında gaz lambası aydınlatırdı odamızı. Lambanın solgun ışığı altında doluşurduk bir odaya. Ortaya konulurdu kış gecelerinin en güzel çerezi olan dut pestili, ceviz, kesmece.
Hepsi de kendi ağacımızın, kendi emeğimizin ürünleri. Zaten herkes ihtiyacını kendi bahçesinden karşılar, parayla satılmazdı bunlar.
Ne güzel olurdu ocak başında, rahmetli babaannemden masallar dinlemek. Perdahlanmış kerpiç duvarları mis gibi kokan odadaki ocak önüne sıralanırdık. Alevlerin ışığı oynaşırdı solgun yüzümüzde. Masala başlardı Zöhre Babannem: “Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde, kalbur saman içinde…” diye.
Ocağın ateşi dışımızı, masallar içimizi ısıtırdı. Bitmesini istemezdik. Bunu bilen babaannem uzattıkça uzatırdı masalı. Masal bitince ısrarımıza dayanamaz, bir daha, bir daha anlatırdı. Bilinen masallar bitince başlardı kendince uydurduğu masalları anlatmaya. Can kulağıyla dinlerdik O’nu. Bazen de bizi anlatırdı. “Bir varmış bir yokmuş bir evin beş çocuğu varmış, küçük yaşta yetim kalmış...” diye. Hemen itiraz eder, hüzünlü bir masal dinlememek için, bizi anlatmasını istemezdik. Uykumuz gelince girerdik hepimiz bir yer yatağının içine…
Sabah uykulu gözlerle çıkınca eyvana, avludaki diz boyu kar şaşırtırdı bizleri. Ne çok kar yağardı o zamanlar bir bilseniz. Bir gecede beyazlara bürünürdü Tecde’nin her yanı.
Küreğini kapan, hemen işe koyulurdu. Avludan başlanarak karları yara yara yol açılırdı sokağa kadar. Hatta herkes kendi evi önündeki sokağın da karlarını temizler yürüyüş için yol açardı.
Tahta okul çantası elimizde, karlarda düşe kalka yürürdük Alibey Sokağından köyün tek okuluna doğru. (Tecde o zamanlar köy statüsündeydi) Teneffüslerimiz kartopu oynamakla geçerdi. Okulun bahçesine kocaman bir kardan adam da yapardık. Okul çıkışı sokağımızın başındaki yokuşa gelince kaymaya başlardık iniş aşağı. Tahta okul çantamızı kızak yapıp bir bıraktık mı kendimizi, yolun ta aşağısında zor dururduk. Tabi kayış sırasında düşüp kalkmalar, karda buzda yuvarlanmalar sürüp giderdi.
Hemen hemen her çocuklu evin bir kızağı olurdu kaymak için. Herkes kendi kızağını kendi yapardı. Önüne de bir ip bağlanırdı düz yolda çekilmesi için. Ayağımızdaki lastik ayakkabılar karlara battıkca içine kar dolar, ıslanırdı ayaklarımız. Elde ne eldiven var, başta ta ne şapka. Bir süre sonra kızarırdı soğuktan ellerimiz, ayaklarımız. Kendimizi zor atardık evdeki ocağın önüne. Çıkarırdık ıslak çoraplarımızı, sokulurduk iyice ateşe. Sıcağı görünce soğuktan uyuşan el ve ayak parmaklarımız sızlamaya başlardı. Ovuştururduk yavaş yavaş sızısı geçsin diye.
Akşam olmadan damlar mutlaka kürünürdü. Kürünmezse şayet, onca karın ağırlığı ahşap tavandaki hezenlere zarar verebileceği gibi, gecenin ayazıyla karlar donar ve birdaha kürünemez olurdu. Bu karlar eridiğinde de dam akabilirdi. Şehirde bu işi yapan dam kürüyücüleri vardı. Kar yağışı kesildi mi başlarlardı “Kar kürüten, kar kürüten” diye bağırarak sokak sokak dolaşmaya.
Karları kürümek için tahtadan yapılmış büyük bir üçgen şeklinde, uzunca bir ağaç sapı olan kürüme aracı kullanılırdı. Sapından bir kürek gibi tutularak karlar sıyırılıp biriken karlar damın saçaklarına zarar vermeden yola veya evin avlusuna, bahçesine boşaltılırdı.
Dam karlardan iyice temizlendikten sonra, sıra toprak zemini sıkıştırarak damın akmasını önlemeye gelirdi. Bunun için dam loğlanırdı. Loğ, taştan yapılmış büyükçe bir silindirdi. Silindirin iki yanının tam ortasında birer delik vardı. Çok ağır olan bu loğ taşını, damın üzerinde yuvarlayarak gezdirip toprağı presleyebilmek için, yanlarındaki deliklere takılan özel çekme ağacı kullanılır, bu ağaca da kalın ip bağlanarak çekilirdi.
Damın üzerinde boydan boya birkaç kez gidip gelinir, gevşek olan dam toprağı, bu şekilde sıkıştırılarak preslenirdi. Bu işlem yapılırken, bolca da saman serpmek gerekirdi. Saman, yaş toprağın loğa yapışmasını önlediği gibi, toprağın sertleşmesini de sağlardı.
Daha sonra sıra sivigleri (saçakları) presleme işine gelirdi. Bunun için de sivigler bol saman serpilip “Köpüç” tahtası ile “pat pat” vurularak saçaklar köpüçlenir, bu şekilde işlem tamamlanır, damın akması da önlenmiş olurdu.
Her kar yağışından sonra mahallede aynı manzara yaşanırdı. Damlarını kürüyen komşuların loğ seslerinin gıcırtısı, köpüç tahtasının pat pat sesleri birbirine karışır, damdan dama sohbetler yapılırdı. Kürünen karlar yol kenarlarında kocaman yığınlar oluşturur, bazen çocuklar damdan bu karların üzerine atlayarak oyunlar oynardı.
Şimdi bu karlar yağmaz oldu. Evlerin damları çatıyla kaplandı. Kerpiç evler, toprak damlar da kalmadı. Tütmez oldu bacalardan odun ocaklarının dumanı. Anlatılmaz oldu ocak başı masalları.
Hani nerede dam kürüyücüleri?
Hani nerede loğ seslerinin gıcırtısı, nerede köpüç sesleri?
Nerede lastik ayakkabılı, ıslak çoraplı, kızak kayan çocuklar?
Zor şartlarda yaşanmış olsa da, yine de özleniyor o eski kışlar…
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.
Yorumlar
İsmail Metin
21-12-2023 14:2660lı yıllar çocukluk günlerimi hatırladım Kalemine sağlık??♂️??❤️