Tevhîd-i Hakîkî
10 Aralık 2021, Cuma 06:36Bismillâhirrahmânirrahîm...
Kalp hususunda vârid olan imâni ölçülere riâyet etmenin alâmeti; sadâkât ehli ve takvâ sahibi olmak, ihlâsla yaşayıp gafil olmamak, vakarlı ve heybetli olmak, yalanı, hasedi ve kini terk etmek, tevekküle sarılmak, her ân Allah'a teslim olmak ve murakabe etmektir.
İnsanın vücudunun azâlarından sudur eden en alâ fiil; kalptir.
İtiibahı tesir etmesiyle gafletten arınarak özüne kavuşur.
Allah tekaddes hazretlerine her cihetten teslim olmakla, Rabbanî tecellilerle hemhâl olup, ihlâs ile ahlâklanmasıyla vuku bulur. Tâ ki o kalpte, Allah'tan başka hiçbir şeyin izi kalmayıncaya dek...
Gönülde, Rabbü'r Rahîm'den başka hiçbir şeyin izi kalmadığında o nûrun alâ nûrdan gelen akisler zevk edilmeye başlar. Veya fenâ ve bekâsı nisbetince o nûrdan nasibince tadar.
Hiç üzümün mânâsını ve tadını bilmeyenin, üzümü dalından koparıp eline alarak bakmasıyla aldığı lezzet ile üzümü yiyen kimsenin tattığı lezzet bir midir? Üzümü dalından kopararak seyreden kimse, üzümün lezzet ve tadını anlatmak için sayfalarca izâhlar yazsa; üzümü yiyerek tadını zevk edenin zevkini zerre hissedebilir mi?
Bunun gibi... Bir şeyi temâşa eden iki kişinin zevk ve lezzet alma bakımından aralarında ciddi farklar vardır. Birisi şuuruyla gördüğü şeyde hakikâtin açılmasını seyir ve zevk ederken; diğeri abes ile iştigal olarak baktığı şeyde hakîkâti görememesinden hüsrâna uğrar.
Eşref-i mahlûkât olan yaratılmışların en şereflisi insanı, esfel-i safîlin olan yaratılmışların en aşağısına indiren; kalbinde bulunan bunca mânâları görmesi mümkünken körleşmesidir.
Sebepler âleminde zahîri ve batîni mücahadeye insanı yönlendiren; kalbin kemâlat yolculuğundaki ihtimamı, nefsi yenik düşüren, irâdeyi taçlandıran istikâmetidir.
Neticesinde; eşyanın hakikâtine iktiza eden gerçeğe binaen, o gönül sahibinin, hâl lisânıyla varlığının fenâ bulması ve eşyanın birbiriyle ittihasıdır. Böyle gerçekleşmesi de o gönül sahibinin idrâkinde tevhîd ile birlikte hiçbir şeyin varlığının mevcûd olmaması, dava edilmemesidir.
Tevhîdin tevhîd olabilmesi buna bağlıdır. Yani varlıkta açığa çıkan hiçbir şeyin Allah'ın zâtı, sıfat ve fiillerine eş, benzer ve ortak olmaması hakîkâtidir.
Hatta varlıkta açığa çıkan şeylere de bir vücûd verilmemesi, müstakil olmaması ve Allah'ın isim ve sıfatlarının tecellîleri olduğunun tasdîk edilmesidir.
Bu incelikleri ancak; Allah ve Râsûlü'nün yolunda ve istikâmetinde ittibâ edenler, Allah ve Râsûlü'nün bildirdiklerine muhalefet etmeyecek tarzda idrâk edenler anlayabilir.
Cenâb-ı Hakk; "Yeryüzünde ne varsa hepsini sizin için yarattım" diyor.
Hayır; "Âlemde hiçbir şey yoktur, yalnızca Allah mevcuttur" ya da "O, âlemin bâtınında ve zâhirinde görünmektedir" denilebilir mi? Varlık; ancak Allah'ın sıfat ve isimlerinin tecellîleridir. Dolayısıyla âlemde Allah'ın; "El Bâtın" isminin tecelîsi bâtıni ve "Ez Zâhir" isminin tecellîsi zâhiri olmak yönüyle, âlemin bâtınî ve zâhirî özellikleri, o isimlerin bizzat hakîkâtidir.
Bu sebepledir ki, esmâlar Ulûhiyet makâmında her biri, bir diğerinin aynıdır. İşte bu cihetle "Vahdet-i Vücûd" olarak tanımlanmıştır. Ubûdiyet makâmında, her yapılan fiilde Fâil-i Hakîki'nin müessir olduğu müşahade edilir ve Hakk'ın tüm varlıkları irâdesi altında tutan olduğu bilinerek, tasdîk ve takdîr edilir.
Hz. İbrahim aleyhissâlatû vesselâm'ın bu makâmdaki tasdîği, Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle buyrulur; "(O Rabb)ki beni yaratan ve bana doğru yolu gösterendir. Bana yediren, bana içiren O'dur. Hastalandığım zaman bana şifa veren O'dur." (Şuâra, 78-80.)
"Hesap günü hatalarımı bağışlayacağını umduğum yine O’dur." (Şuâra, 82.)
Kalbin tevhîd-i hakîkâtle çarpmasının tek kantarı; dünyada iken bildirilen salih amelleri işlemektir. Ancak o amelleri kendi nefsine nisbet etmekten sakınmalıdır. Zira ameller nefse nisbet edildiği ânda amellerin ruhu olan ihlâs bozulur. Ihlâssız amelin ise Allah katında hiçbir değeri yoktur.
Dolayısıyla hakîkî tevhîd, Cenâb-ı Hakk'ın kullarına verdiği en büyük sermâye olan nûr-u Muhammedî'dir. Marifet, o nûr ile filizlenen üç yapraklı yonca gibidir. Bu yapraklar; tevhîd, tecrid ve tefriddir. Yani ikrâm, ihlâs ile her hâl ve şart karşısında, O'ndan başkasından yüz çevirip, yalnız O'na râm olmakladır.
Yol, iz, işaret olmaksızın O'na kavuşmak, sözsüz, sessiz, dilsiz O'nunla konuşmak, gözsüz O'nu seyretmek, koşulsuz ancak O'na bağlanmaktır.
Müşahadenin özü ise fuaddır. Nitekim Cenâb-ı Hakk, bu hususu Kur'ân-ı Kerîm'inde şöyle zikretmiştir: "Gözleriyle gördüğünü kalbi (fuadı) yalanlamadı." (Necm, 11.)
Nûrun madeni ise sadr'dır.
"Allah kimin gönlünü (sadrını) İslâm'a açmışsa o, Rabb'inden bir nûr üzere olmaz mı?"
(Zümer, 22.)
Sonsuz kudreti ve yüceler yücesi azâmeti karşısında en güçlü kimselerin âciz kaldığı Allah tekaddes hazretlerini nefesler adedince tenzih ve tesbih ederiz.
Vesselâm...