Ubûdiyet-i Külliye
07 Ocak 2022, Cuma 11:05Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyla...
Cenâb-ı Hakk'a sonsuz hamd-ü senâ, Râsûl-ü Kibriya Efendimiz'e sonsuz salât ve selâm olsun.
İstikâmet; sırât-ı müstakîmdir. Bu yola yalnızca Allah için çıkılır.
Farklı bir ivaz garaz, menfaat maslahat güdülmez. Bunlardan herhangi biri olsa; "O" vuslat olmaz. Aşık ile maşuk arasında yabancı istemez. Allah tekaddes hazretlerine ancak Allah ile erişilir. Halk sevgisi, Hakk sevgisine üstün, mâsiva hakîkâte baskın olduğu müddetçe yakınlık yani kurbiyete ulaşılmaz. Maddeden mânâya, cesetten ruha geçilmez. Bir yanda isteyen, bir yanda istenen olmaz; bu yüzden aradaki kendinden de geçmedikçe de bunların hiçbiri anlaşılmaz.
Sende var olan cüz'î irâde bunun için.
Cenâb-ı Hakk'tan yardım dileyerek ve O'nun inâyeti ile nefsini tezkiye etmen, arındırman, kalbine yerleşen putları çıkarman için.
Allah'ın dışındaki her şeyi tahkîk ettiğinde ancak kavrayabilirsin; bütünü de, zerresi de hiçtir O'nsuz. Fânilerden fâni ol ki; O'ndan başka hiçbir varlık olmadığı hakîkâti tahakkuk etsin sende.
Münezzeh olan; her şeye Kâdir ve Kerîm'dir. O'nun Kerîm'liği her şeye kâfi olacak kadar azametlidir. Bunu idrâk edebilecek vasıf; basîrette gizlidir ve bilen kişi bilmeyen gibi değildir.
Zira Allah buyurur ki; "De ki: Bilen kimselerle bilmeyen kimseler bir olur mu!?" [Zümer, 9.]
"Ya da karanlıklar (zulumât) ile aydınlık (nûr) bir olur mu?"
Hiç şüphe yok ki ilim sonsuz bir nûr; cehâlet sonsuz karanlıktır. Nitekim Aleyhi's salâtü ve's-selâm Efendimiz, sonsuz azamet sahibi Rabbi'nden rivayet ettiği bir hadîs-i kudsîde şöyle buyurur: "Ben bilgi sahibiyim (Âlim); bilgi sahiplerini severim!" Dolayısıyla ilim öğrenmeyen ve ilme meyletmeyen bir kalpte hayır yoktur. Zira kendini bilmeyen Rabbini bilemez.
Râsûl-ü Zişân Efendimizin ikâzınca; "Bizim bir emrimize istinad etmeyen her iş; merduddur."
Velîlerden Hz. Sîdî Bûsîrî de, Kasîde-i Bürde'sinde der ki: "Asla göremezsin, yardım görmemiş bir velî ve ne de kırılmadık bir düşman; O'nun sayesinde ve daha nicesi..."
Çünkü O en güzel rehbere tâbî olmak; görülen her şeyde Allah'ın esmâ ve sıfatlarını seyr-ü temâşa etmektir. Buna da ancak hakîkât ehli tanıklık eder. O'nu seyretmeyi engelleyen vehim perdelerini yırtarak; kesrette vahdeti görmek ile...
Şayet vehim perdesi bir aralansa; varlıkların, eşyaların ve varlık iddia edenlerin yokluğu ayân beyân aşikâr olur. Yakîn nûru tüm kâinâtı kaplar ve ispatlar ki: Allah'tan başka hiçbir şey yok!
Ubûdiyet-i külliyeyi müşâhede, kalp gözü (basîret) ile olur, varlıkların müşâhedeye engel teşkil ettiğini varsayan kimsenin, hakîkâtle bağı kopmuştur. Çünkü müşâhedeyi engelleyen vehimdir. Vehimden arınıldığında ancak her şey Allah'a ulaştıran bir köprü, bir vesile olur. Ki O'nun, kendi zâtından başka hiçbir vesilesi yoktur. O ancak O'nunla tanınır, O'na ancak nefsin ölümüyle vâsıl olunur.
Nefsin ölümüne gelince, o kendisine muhâlefetle, onun iğvâsını tamamen terk etmekle ve Muhammedî Ehl-i Sünnet'e (r.a.) tâbi olmakladır.
Nûrâniyeti, zulmâniyete teslim etmemek için; Allah'ın yasaklarından, haram ve mekruhlarından olanca güç ile kaçınmakladır. İnsan nefsi toprak gibidir; salah ekilmezse fesad biter.
Zira kim kötülüklerden uzaklaşırsa; güzelliklerle bezenmiş olur. Kim kötü, yerilmiş ahlâktan arınırsa; övülmüş, yüce ahlâkla ahlâklanmış olur.
Allah ile yetinmenin, O'na teslimiyetin hikmetlerinden kuvvetli delil mi vardır?
Ki, o teslimiyete ermiş biri; kaybettiğinde kavuşur, zillette izzeti bulur, fakirlikte zenginliği, zaafa düştüğünde kuvveti, acze düştüğünde azizliği, darlıkta genişliği bulur, hüzünde neşeyi hâkezâ ve hâkezâ...
O'nunla iktifâ etmeyi terk edene bakılınca; tam tersi.
El-Hikemü'l-Atâiyye'de bu durum şöyle özetlenir: "Hârikulâdelikleri esas kendi nefsinde yaşamalısın. Aksi halde onlarla buluşamazsın."
Yine devamında: "Kalp, aynadaki görüntüsüne uygun mevcûdâtın resmini nasıl ortaya koyabilir? Yahut şehevâtıyla kuşatmışken, Allah'a yürüyüşünü nasıl gerçekleştirir? Gaflet pisliklerinden temizlenmeden, Allah'ın huzuruna girmeyi nasıl isteyebilir? Günahlarına tövbe etmeden, esrârın inceliklerini anlamayı nasıl bekleyebilir?"
Hangi halde olursa olsun, kalp cevheri sağlam olan; nûrluğunu, olmayan ise; nârlığını izhâr eder.
Herkes marifeti kadar nefsine hakim olur, nefsine hakim olduğu kadar da Cenâb-ı Hakk'ın azamet ve yüceliğini idrâk eder.
Marifeti kadar Allah'a kulluk eder, kulluğu miktarınca rubûbiyet sırrına vakıf olur.
Marifetince hakîkâte meyleder, meylettiğince O'nun ihsân, ikrâm ve övgüsüne mazhar olur.
Sahip olduğu marifet kadar teslimiyet yaşar, teslim olduğu kadar da her şeyi O'nun irâdesine teslim eder. O'na sığınıp güvendiği kadar kudretini kavrar.
Ne mutlu böyle kalplere.. Sayıları az, kıymeti paha biçilmez gönüllere!
Ne mutlu; gaflete düşenlerin rağbet ettiği şeylerden yüz çevirenlere!
Ne mutlu; gayb âlemlerinin sırlarını kalp gözüyle temaşa edenlere!
Ne mutlu; ruhları melekût âlemini gezerken, sırları özlerinde, özleri de Rabb'lerinde saklı olanlara!
Ne mutlu; O'nunla her şeye var olup, O'nsuz cennete dahi yok olanlara...
Ne mutlu; karanlığı aydınlatan, arzın her yanına dağılan, her ne var ise hatrına yaratılan sonsuz nûra ve o nûrlu yolun yoldaşlarına!
Vesselâm...