Vay Halimize...
17 Kasım 2022, Perşembe 11:22
Merhaba dostlar,
Bu hafta hoşgörü konusunda sizlerle dertleşmek istedim. Farkında mısınız? Git gide tahammülsüzleşen bir topluma dönüştük. Hoş görüyü bir kenara bıraktık. Önceliğimiz nefsimiz oldu. Her şeyi kendi nefsimize uydurmaya yöneldik. Kendi benliğimizi her şeyin üstünde tutar hale geldik. Cümlelerimizin içerisinde en çok ‘’BEN ‘’kelimesi yer tutmaya başladı.
Geçen hastanedeydim, orada karşılaştığım ve beni üzen durumlardan bahsetmek istiyorum. Hastanelerde muayene sırası beklerken, hastalar bir birleri ile çok didişiyor. Bazıları sırası hemen gelmediğinde doktora çatıyor. Diğeri sırasını kaçırıyor, doktor onu tekrar sıraya ekleyince ötekiler tepki gösteriyor. Bazıları kendini ifade edemiyor, kendisine anlatılanı anlayamıyor, bunun faturasını hasta kabul sekreterine kesiyor, bağırıp çağırıyor. Bazısı ömrü hayatında doğru dürüst hastane yüzü görmemiş belki, hastaneye geldiği için bunu hastane personeline bir lütuf sayıyor, hastane kurallarını hiçe sayarak öncelik istiyor, hastanede Devlet Başkanı gibi karşılanmayı umuyor. Hastane personelinden, doktordan kendisine ayrıcalıklı davranmalarını bekliyor. Beklentisi karşılık bulamadığında da doktora, görevlilere bağırıyor, çağırıyor, hakaret ediyor. Dahası bunu kendine hak görüyor. En meşhur cümle de ‘‘Maaşınız benim vergilerim ile ödeniyor, mecbursunuz, bakacaksınız’’. Bu memlekette başka bir meslek gurubuna bu muamele yapılamaz. Hiç kimse gidipte depremde yıkılan binaların hesabını muhatabına soramıyor. Hiç kimse sokaklarda, okullarda zarar verilen kamu mallarının hesabını muhatabına soramıyor. Sokakta mahallenin çocukları kamu mallarına, ağaçlara, çimenlere zarar veriyor, çevredekiler gördükleri halde sessiz kalıyor. Okullarda öğrenciler sıraları karalıyor, duvarlara zarar veriyor, çöp kutularını kırıyor, akıllı tahtalara zarar veriyor, sıralara dezenfektan döküp yakmaya çalışıyor. Lakin ailesi çocuğuna sormuyor hesabını, ‘’Bizim vergilerimizle yapılıyor bunlar, bir Türkiye’nin hakkı var, sen zarar verme sakın, zarar verene de engel ol.’’ diye çocuğunu tembihlemiyor. Ama doktora gelince herkes aslan kesiliyor. Bir tek hastanede sıra beklerken mağdur oluyormuş da, geri kalan her yerde he şey dört dörtlükmüş gibi sessiz kalıyor. Doktorun maaşını diline pelesenk etmiş, doktorun okumak için harcadığı çabayı, uykusuz kaldığı geceleri o seviyeye gelmek için harcadığı emeği göz ardı ederek aldığı ücreti onlara na-hak görüyor. Bir tek doktor günde 90-100 hastaya bakıyorsa, her bir hasta ile de en az 6-7 dakika görüşüyorsa nice olur o doktorun hali, o doktor ne kadar verimli olabilir? Muayene sırası için huysuzluk etmeden önce bu konuda empati yapılmalı. Yüz kişinin her birinin derdini sorup tahlil isteyip, diğer birimlere yönlendirmek, bazılarına ameliyat, bazısına yatış yaptırmak, herkesle birebir görüşerek teker teker laf anlatmak zor bir iş ve bunu her gün yapmak daha da zor bir iş. Buna rağmen her hastayı aynı saygıyla, sükûnet ve güler yüzle karşılamak, onların güvenini kazanarak tedavinin başarısını sağlamakta ayrı bir meziyet, lafı geçmişken tüm doktorlarımıza teşekkür ediyorum.
Toplum olarak çoğunluğumuz nezaketi unuttuk, saygıyı unuttuk, sabrı unuttuk, hoşgörüyü unuttuk, sevgiyi unuttuk en mühimi de empati kurmayı unuttuk. İstediği olmayınca edepsizlik yapan şımarık çocuklar gibi davranıyoruz birçoğumuz. Karşımızdakini dinlemeyi bilmiyoruz bu nedenle anlayamıyoruz. Anlamadığımız için de anlaşamıyoruz.
Geçen marketteyim, orta yaşlı bir adam, kasada kasiyer yok diye epey homurdandı. Kasiyer fazla personel olmadığından, müşteri mağdur oluyor diye boşta kaldığında manav reyonundaki müşterilerin aldığı ürünleri tartıyordu. Kasada bekleyen adam, kasiyer hemen gelmeyince daha yüksek sesle söylenmeye devam etti. Kasiyer kız koşarak geldi, özür dileyerek ve açıklama yaparak yerine geçti. O sırada adamın telefonu çaldı, telefonda konuştuğu kişiye de bağırıp çağırdı. Telefonu kapattı bu defa kasiyere ürün fiyatları nedeniyle çattı. ‘’Halde her şey buranın yarı fiyatına, burada halkı göz göre göre kandırıyorsunuz.’’ diye sataştı. Kasiyer, "Beyefendi ben yapmıyorum, ben çalışanım ‘’diyerek bir açıklamada bulundu. Adam daha da hiddetlenerek sözlerini hakaret boyutuna varacak seviyelere taşıdı. Tam o esnada ödemeyi yaptı ve hesaptan kalan 10 kuruşunu istedi, bir de bunun için kasiyere bağırdı. Ben tavrından o kadar rahatsız oldum ki artık dayanamayıp müdahale ettim. Gülümseyerek ‘’Beyefendi biraz agresifsiniz galiba, biraz fazla tepki veriyorsunuz sanki ‘’ diyerek ortamı yumuşatmaya çalıştım. Bu defa da bana sesini yükselterek ‘Paramızın üstünü de mi almayak, parayı yoldan mı topluyuz, on kuruş on kuruştur ‘’diyerek çıkıştı. Bende ‘’Para üstü için demedim, telefondaki kişiye bağırdınız, kasiyere bağırdınız, sesiniz beni gerdi. Ondan dolayı müdahale etme ihtiyacı hissettim’’ dedim. Baktım ki dinlemiyor, hala para üstü isteme hakkından bahsediyor, ödememi yaparak oradan uzaklaştım. Demoralize olan kasiyer kendisini kurtardığım için sessizce teşekkür etti. "Düşündüm, bu kadar gerginliğe gerek var mıydı?" diye. Neden empati kurmayı bilmiyoruz? O kızcağız tek başına bir kasaya, bir tartıya koşturup duruyor. Mesai arkadaşlarının bazıları aşağı çay, sigara molasına inmiş. Elbette ki dinlenmek ihtiyaç, lakin bunu yaparken market yoğunluğu göz önünde bulundurularak hareket edilmeli. Diğer çalışanlarında mesai arkadaşlarının hakkına saygı göstermesi gerekir. O da ayrı bir bencillik örneği. Eleman az ise herkes sıra ile çıkar molaya. Ama nedense personelde kendi önceliğini herkesin hakkının üstünde tutuyor demek ki.
Yani diyeceğim o ki; hangi ara bu derce bencilleştik, nezaket kurallarını bu derece hiçe sayan bir toplum olduk, bilmiyorum. Selam vermeyi unuttuk, teşekkür etmeyi unuttuk, rica etmeyi unuttuk. Kendi hayatımızda uyguladığımız kuralları, anlatarak öğretemediğimiz için de yeni nesillere güzel örnek olamıyoruz maalesef. Z kuşağı diye hep eleştirip kusur buluyoruz genç nesillere, lakin kendimizi sorgulamıyoruz hiç.
Ve bu gün ki yazımı Victor PAUCHET’in güzel bir sözü ile noktalamak istiyorum.
‘’ Nezaket Hiçten Gelir; Fakat Her Şeyi Satın Alır.’’
‘‘Ne kadar bilirsen bil, söylediklerin karşındakinin anladığı kadardır.”
Anladığınız kadarız…