Açlık yaşadık, yine de yılmadık
19 Ocak, 2023, Perşembe 13:24AdminBabası Malatya'dan İstanbul'a ikinci kez 1973'te geldiğinde iflas etmişti. Önceleri müreffeh bir hayat sürüyorlardı. Sonradan açlığı yaşadı, yoksulluğu gördü. Sermaye olmadığı için, soluğu Tahtakale'deki “Cam-dekor atölyesi”nde aldı. Çalıştığı ortamda gelecek görmediği için kardeşleriyle birlikte ticarete atıldı. Karaca Züccaciye'nin temelleri bu zorlu şartlar altında atılmış oldu. Gece-gündüz demeden çalışarak, bugün sadece pazarlama grubu olarak 2 bin 400 kişiyi istihdam eden büyük bir şirketin sahibi oldu. Karaca Yönetim Kurulu Başkanı Arif Karaca'nın hayat hikayesinin özetiydi yukarıda okuduklarınız.
1956 yılında Malatya'da dünyaya geldi. Aslen İzollu'dandır kendisi. Sokakta hiç oynamadı. Top koşturup, çember çevirmedi. Zamanının çoğunu, babasının kırtasiye dükkanında geçirdi. Kitapların içinde büyüdü. Daha ilkokulu bitirmeden, Kemalettin Tuğcu'nun bütün serilerini ezberlemişti... Ortaokulda Tolstoy okumaya başladı. Bir öğretmeni ona “Sana ‘Ne olmak istiyorsun?' diye sormayacağım” dedi. Sebebini merak ettiğinde “Edebiyatın ve resmin iyi. Büyük ihtimalle gazeteci olursun” cevabını almıştı. Hayatındaki en büyük “Keşke”si de bu oldu... Hayatı boyunca üç prensibi benimsedi... “Dürüstlük, sabırlı olmak ve hesabını bilmek” benimsediği prensiplerden taviz vermedi. Kriz dönemlerinden dahi, hep kârlı çıkmayı başardı. “Biz kazanacaksak bu ülkede kazanacağız. Batacaksak da bu ülkede batacağız” anlayışıyla ticaret yaptı. Malatya Time Genel Yayın Yönetmeni, deneyimli gazeteci-yazar Murat Çetin sordu, duayen iş insanımız Arif Karaca tüm samimiyetiyle cevapladı...
RÖPORTAJ: MURAT ÇETİN
Sayın Karaca, öncelikli olarak bizlere vakit ayırdığınız için teşekkür ederim. Elbette iş dünyasında tanınan bir insansınız. Bir de kendi sözlerinizle Arif Karaca'yı tanımak isteriz?
İzollu (Kale)'ya, 300 yıl önce Adıyaman Gerger'den göçmüşüz. Gerger'den ilk İzollu'ya gelen ise İbrahim... Ben onun 10. nesilden torunuyum. Soy ağacımızı da eksiksiz sayabilirim. Dedem, Cumhuriyetin ilanında İstanbul'daymış. Çemberlitaş'ta bir helvacının yanında çalışmış, sonra ortak olmuşlar. Babam 1945'te İstanbul'a gelmiş, ardından Malatya'ya dönerek kırtasiye dükkanı açmış. 1973'te başka işlerden uğradığı zarar sebebiyle iflas edince İstanbul'a taşınıp, ticarete yeniden başladık. Züccaciye sektörüne geçtik. 1973'ten bugüne kadar iyi işler yaptık. Şu anda sektörümüzde lider konumdayız.
KONUMUMUZ, BÜYÜK BİR ÖZVERİNİN ÜRÜNÜ
Cam atölyesinde başlayan “Karaca hikâyesi”ne değinebilir misiniz?
1973'te İstanbul'a geldiğimizde babam iflas etmiş durumdaydı. Sermayemiz olmadığı gibi, borcumuz vardı. O tarihlerde sermayesiz yapılacak tek iş, cam-dekor atölyesiydi. Azmettik, gece-gündüz, bayram-seyran demeden çalıştık. Gezmeyi, tozmayı, lüksü hayatımızdan çıkardık. Sadece kazanmaya odaklandık. İşe başladığımda liseyi yeni bitirmiştim. Çalışma ortamının iç açıcı olmadığını gördüm. Kardeşlerim ile ticarete başladık. Önümüze hedefler koyduk. Zor şartlarda başlayıp da bulunduğumuz konuma gelmek... Bugünkü konumumuz, büyük bir özverinin ürünüdür.
İSTANBUL'A GELDİĞİMİZDE “AÇ KALDIK!” DİYEBİLİRİM!
Kardeşlerinize abi, baba, patron oldunuz. Malatya'da yoksulluk çekmediniz. Ancak “İstanbul'a geldiğimizde her şey bitmişti, tükenmişti” dediğiniz süreci anlatır mısınız?
Babam çok iyi bir esnaftı. Adana'dan Malatya'ya günlük gazeteyi ilk getiren adamdır. İşleri çok iyiydi. Hiç yokluk çekmedik. Hatta çok müreffeh bir hayatımız vardı. Babam bana hazır ayakkabı almazdı. Kışla Caddesi'nde bir yer vardı, orada özel yaptırırdı. Pantolonumu ve gömleğimi diktirirdi. Kendisi de aynı şekilde giyinirdi. Ailesine çok düşkündü. Fakat iflastan sonra İstanbul'a geldiğimizde inanın “Aç kaldık” diyebilirim. Yoksul günlerimiz oldu. Varlıklı iken İstanbul'da bu sıkıntıları yaşamak çok zordu.
KEŞKE ÜNİVERSİTEDE OKUYUP, İYİ BİR GAZETECİ OLSAYDIM
Hayatınızda bugüne kadar “Keşke” dediğiniz oldu mu?
İlkokul, ortaokul ve lisede, resim ile edebiyata çok ilgim vardı. Hep babamın kırtasiyesindeydim. Resim ve edebiyata zaman ayıramadım. Ekmek parasının peşine düştük. Keşke üniversiteyi okuyup iyi bir gazeteci olsaydım.
230 YILLIK ALMAN MARKASINI SATIN ALDIK
Karaca şu anda hangi noktaya ulaştı?
Biz yıllardır Almanya'da, Hollanda'da, Belçika'dayız. Bir Alman çift, bizim Frankfurt'taki mağazamıza giriyor ve porselen bir yemek takımı beğeniyor. “Bu ne malı?” sorusuna “Türk malı” cevabını alınca vazgeçiyorlar. “Biz, Erdoğan'a para kazandırmak istemiyoruz” diyorlar. İşte Almanlar, böyle ırkçı bir millettir! Ardından Alman İmparatoru tarafından 1790'da kurulan 230 yıllık Alman porselen markası Weimar'ı satın aldık. Almanya'da da yapılanıyoruz. Türkiye'de yeteri kadar tanınıyoruz. Dünyada bilinen bir marka haline gelmek istiyoruz. Şu anda birçok ülkede varız ve sektörümüzde iyi bir yerdeyiz. Sadece pazarlama grubu olarak 2 bin 400 kişiyiz.
ÖZAL'LA ÜLKE VE MİLLET OLDUĞUMUZU ÖĞRENDİK
Sizinle daha önceki yapılan görüşmelerde “Rahmetli Turgut Özal'dan sonra ithalatı öğrendik” şeklinde bir cümle kullanmıştınız. Bizi biraz daha maziye götürür müsünüz?
1970-80'li yıllarda özellikle züccaciye mağazalarında satacağınız bir şey yoktu. Küçük dükkanlar yetiyordu. Az sermayeyle yapacağınız bir işti. Doğru düzgün porselen yoktu. Elektrikli ev aletleri yoktu. Melamin vardı mesela. Beyazıt'ta “Küllük” diye bir kahve vardı. Önünde “Ramazan amca” çakmak doldururdu. Arkada bir deposu mevcuttu. Orada yurt dışından gelen ütüler, mikserler, blenderler vardı. “Ramazan amca bize bir tane Rowenta ütü lazım” derdik. Gider, poşetin içinde getirirdi. Biz de kârımızı koyup satardık. Sıkıntılı bir dönemdi. 1983'te iktidara gelen merhum Özal ile birlikte, daha önce bilmediğimiz ithalat ve ihracat yapmayı, vergi ödemeyi de öğrendik. Avrupa'nın tanınmış markaları Türkiye'ye geldi. Özal'la ülke ve millet olduğumuzu öğrendik.
ÇİN'DE YAŞANAN DURUM, KARACA'YI ETKİLEMEZ
Dünyada çoğu ürün Çin'den ithal ediliyor. Virüs salgınının olumsuz etkileri, ticari olarak ülkemize, özellikle de Karaca markasına yansır mı?
Bir süre bocalama olacaktır. Çin'den hammadde ithal eden yerler var. Mesela tekstil ürünleri Çin'den gelmediği takdirde ihracat yapılamayacaktır. Bizim üretimimizin yüzde 60'ı yerli. Geriye kalan yüzde 40'ı ise “Bunun çoğunluğu porselen” Mısır, Tunus, İran ve Bangladeş gibi ülkelerden gerçekleştiriliyor. Zaten şu anda dünyanın en iyi porselenleri de bu ülkelerde üretiliyor. Çok az miktarda Çin'den aksesuar getiriyoruz. Çok önemli değil, ithal etmesek de olur. Yani Karaca, ciddi bir sıkıntı yaşamaz...
ÜÇ ALTIN KURAL: SABIRLI OLMAK, DÜRÜST OLMAK VE HESAP BİLMEK
Rakipleriniz küçülüp biterken, Karaca'nın başarılı olmasında ne gibi faktörler etkili oluyor. Krizlerde daha çok büyüdük. Çünkü geri adım atmadık. Eleman sayısını ve cirolarımızı artırdık. Bu dönemleri iyi değerlendirdik. Herkes çekildiğinde satışlarımızı yükselttik. Ticareti kuralına göre oynadık. Doğru olanı uygulamaya çalıştık. Şu 3 kuraldan hiçbir zaman taviz vermedik: “1- Sabırlı olacağız, 2- Dürüst olacağız, 3- Hesabımızı iyi bileceğiz” Bunlardan bir eksik olursa başarıya ulaşamazsınız. Çok daha iyi yerlere geleceğimize inanıyoruz. Yapacağımız çok işler var. Amerika'yı ve Uzak Doğu ülkelerini dolaşıyoruz. Bir Türkiye'deki züccaciye mağazalarına gidin bir de Fransa'dakilere. Bizim göze de hitap eden gösterişli ve çok kullanışlı ürünlerimiz var. Avrupa'dakiler çok sıradan. Beğenmiyorum. Bize gelenler hayran kalıyor. Biz onlardan daha iyiyiz. Yurt dışında da önümüz açık...
AVRUPA VE BALKANLAR'DAKİ HER ÜLKEDE OLMAK İSTİYORUZ
Orta Doğu ve Balkanlar'da büyüme hedefleniyor. Potansiyeli yüksek bir diğer lokasyon da Avrupa... En çok odaklandığınız ülkeler hangileri?
Avrupa ve Balkanların hemen her ülkesinde olmak istiyoruz. Kişi başına düşen milli gelirleri gördüğümüzde şaşırıyoruz. Mesela Polonya, bu alanda Türkiye'yi ikiye katlamış durumda. Özellikle Avrupa Birliği (AB)'ne girdikten sonra büyüyorlar. Bence biz, Avrupa'da çok iyi işler yaparız. Beğenmediğimiz Moğolistan'da bile... Bankacılık sıkıntıları var; ama halkta para var. İnsanlar kendi aralarında ticaretlerini altın ve gümüşle yapıyor. Yeter ki biz gidip kapıları zorlayalım. En büyük hedefimiz; Avrupa, Balkanlar ve Amerika'da iyi cirolar yakalamak.
AİLE ANAYASAMIZ, OLMAZSA OLMAZIMIZ
Karaca'da dördüncü kuşağı da yetiştiriyorsunuz. “Aile anayasanız”da hangi maddeler yazıyor?
Aile anayasamız olmazsa olmazımız. Kurumsallaşmak için bu önemli. Bu konuda da taviz vermiyoruz. Gereği neyse yapıyoruz. Sürekli de güncelliyoruz. Atladığımız şeyler veya yeni gelişmeler olabiliyor. O sorunları çözüp ilave ediyoruz.
ASIL TEŞVİK, DEMİR YOLUYLA HAMMADDEYİ BEDAVA TAŞIMAK
Malatya, Eski Gümrük ve Ticaret Bakanı, Sayın Bülent Tüfenkci'nin gayretleriyle teşviklerinden istifade ediyor. “6. Bölge”nin cazip getirileri var. Sadece 2019 yılında, Malatya'da 20'ye yakın fabrika açıldı. Size göre başka neler yapılmalı?
Bülent Bakanımız çok çalışkan, özverili ve alçak gönüllü. Bu meseleyi kendisiyle de konuşmuştuk. Devlet Demiryolları zarar ediyor. Kâra geçirmek mümkün. Özellikle, Anadolu'ya yatırım yapan insanların hizmetine sunulmalı. Kaynakları diğer teşviklere değil, Devlet Demiryolları'na aktaralım. Hammaddeyi, fabrikaların bulunduğu şehirlere bedava götürsün. Ürünleri de oradan alsın pazarına ücretsiz taşısın. Bunun ülkeye büyük bir yükü de olmaz. İtalya'da bir tren istasyonuna gidin. İnanın, lokomotifin arkasına 100'e yakın vagon takılı. Bizde ise 3 tane... 30 tane, 50 tane tak. Bunun zararı nedir?
BİZİ YÖNETENLER TÜCCAR GİBİ DÜŞÜNÜRSE, ÇÖZÜM ÜRETİLİR
“Biz Organize Sanayi Bölgesi (OSB)'nde bedava arsa veriyoruz. Adam gidip Trakya'da 3-5 milyon dolara alıyor” diyorlar. Evet doğrudur. Çünkü, Trakya'da fabrikasını kurup 25-30 sene üretim gerçekleştiriyor. Ardından araziyi 30 milyon dolara satıyor! Malatya'ya yatırım yapsa 30 yıl sonra bu parayı geri alamaz. O zaman bu bir teşvik değil! Şu anda lokomotifler boş. Bu lojistik desteği verilmeli. Diğer teşviklerden kesin, Devlet Demiryolları'nı vatandaşın ve sanayicinin hizmetine verin. Sonra insanlara bakın. Malatya'da fabrika kuruyorlar mı, kurmuyorlar mı görün! Kriterlerine uyan sanayicinin hammaddesini bedava taşı. O zaman bak bakalım; Anadolu'ya sanayi gidiyor mu gitmiyor mu? Şu an gidenler de şikâyetçi. Bizi yönetenler ancak tüccar gibi davranırlarsa çözüm bulabilirler. Hep bürokrat gibi düşünüp bize hitap etmiyorlar.
KAYISININ REKLAMINI İYİ YAPTIĞIMIZI ZANNETMİYORUM
“Malatya” denilince akla ilk olarak “Kayısı” geliyor. Sizce neden kayısı hak ettiği değeri görmüyor?
Malatya'ya senede 5-6 kez gidiyorum. Kayısı ve ceviz bahçem var. Tarım yapıyorum. Hem Malatya'da hem de İstanbul'da Hünnap ağacı diktim. Malatya'daki, İstanbul'dakinin en az 4 katı. Çok güzel gelişiyor. Malatya'dakinin lezzetini İstanbul'dan alamıyoruz. Bence Malatya, kayısıdan sonra hünnapa önem vermeli. Bu çeşitlilik Malatya'da olabilir. Kayısının reklamını iyi yaptığımızı zannetmiyorum. Yıllardır Malatya'da fuara katılıyorum. Kayısı ikram ediyorum. Millet yemiyor! Oysa kayısı, zekâyı açan bir özelliğe sahip. Bir örnek vermek istiyorum... Pakistan- Afganistan sınırında bin 800 veya 2 bin rakımda yaşayan bir Türk kabilesi var. Aşağılardaki arazilerinde bol miktarda kayısı yetiştiriyorlar. Bu insanlar 140-145 yıl yaşıyor. 100 yaşında ölenlere “Genç yaşta gitti” diyorlar. “Bunu neye borçlusunuz?” diye sorduğunuzda ise “Kayısı” diyorlar. Hemen her yemeklerinde kayısı ve kayısı çekirdeği kullanıyorlar. Çok zeki ve uzun ömürlüler. Malatya'da da çok akıllı insanlar çıkıyor. Malatya'da da yaşam süresi uzun. Eşimin halası 122, babası 90, amcası 93 yaşında vefat etti. Kayısının Malatya'ya çok katkısı var. Ama bunu anlatamıyoruz. Yüzde 50'si Türkiye'de tüketilmeli.
MALATYA “ORGANİK TARIMIN PİLOT BÖLGESİ” OLMALI...
Hayâlimden biri de Malatya'nın, organik tarımın pilot bölgesi olmasıdır. Bu proje, bütün ülkede uygulanmalı. Türkiye organik tarıma geçmeli. Organik tarımda kullanılacak ilaçlar geliştirilecektir. Bu alana yönelirsek işler, daha profesyonel bir şekilde yapılacaktır. Toprağımızın kıymetini bilmiyoruz. CİMER'e yazdım. 6 milyon ton gübre üretiliyor. Bir o kadar da ithal ediliyor. Araziler ölüyor. Kimyasal gübre fabrikaları kapatılmalı ve yurt dışından alım olmamalı. Zaten organik ürünleri hak ettiği değere satarak kazanacağız. Malatya'daki arazimin tamamına “organik” sertifikası almaya çalışıyorum. Ben kullanmıyorum; ama kimyasal gübre kalıntıları çıkıyor. İstanbul'da yaşadığım yerde önceden ev yoktu. Kuyudan su örneği alıp incelettim, “amonyum” çıktı. Etrafımda ev olmadığını ve dağda yaşadığımı, bu sonucun nasıl olabileceğini sordum. “En az 50 yıldır bulunduğunuz bölgede buğday tarımı yapılıyor” dediler. Buraya amonyum sülfat gübre atılıyor. “Yerin 285 metre altına mı gitti?” dedim. “Evet” dediler. Ne kadar korkunç bir şey olduğunu düşünebiliyor musunuz?
TATİL İÇİN EGE VE AKDENİZ'E DEĞİL, MALATYA'YA GİDERİM
Memleket sevginizden söz edebilir misiniz?
47 yıldır İstanbul'dayım. Son 30 yıldır Kurban Bayramı'nı Malatya'da geçirdim. Akrabalarım, köylülerim, hepsi Malatya'da. “Tatil için nereye gidersin?” dediğinizde “Malatya” derim. Ege ve Akdeniz'e değil... Malatya'yı çok seviyorum. Biz kalabalık bir aileyiz. Kurbanımızı Malatya'da kesiyorum. Kendi ellerimle dağıtıyorum. İstanbul'da yaşayan Malatyalılar zekâtlarını ve sadakalarını kendi memleketlerinde veriyor. Hemşerilerine sahip çıkıyorlar. Bunu “Siz de böyle yapabilirsiniz” diye teşvik etmek amacıyla söylüyorum. Ben elimden geldiğince destek veriyorum. Malatya'da Adıyamanlısı, Urfalısı, Diyarbakırlısı var. Malatya'ya herkes gıpta ederek bakıyor.
TÜRKİYE'DEKİ STK'LARIN BİRÇOĞU, SADECE TABELADAN İBARET!
Malatyalı İş İnsanları Derneği (MİAD) yönetim kurulundasınız. Ayrıca İzollu Vakfı'ndasınız. STK'ları ve özellikle MİAD'ı nasıl görüyorsunuz?
MİAD çok iyi ve ben MİAD'ın daha da iyi olmasını istiyorum. MİAD daha yukarılarda olan adının bulunduğu yerlerde değil. MİAD ismiyle müsemma değil. Türkiye'deki STK'ların birçoğu, kusura bakmayın ama, sadece tabeladan ibaret. STK'lar siyasi kurumların diliyle konuşuyor. STK “Toplumun gerçeklerini, sıkıntılarını dile getiren kuruluşlar” demektir. Kendi sektörümle ilgili bir şey söyleyeyim... İlçe kaymakamlıkları, il valiliklerinde tüketici hakem heyetleri var. Öyle insanlar var ki, hiçbiri konusuna vâkıf değil. Ama buralarda görev alıyorlar. Bir kadın müşterimiz, bizden bir tencere aldıktan sonra “Pişirmiyor” diyerek şikâyet etmiş. Haklı bulunmuş ve bize “Parasını iade edin” deniliyor. Hangi bilgi veya beceriyle bu kararı veriyorlar? Mevcut STK'lar doğru çalışmıyor. Hatası olmayan bir ürünü nasıl iade alalım?
SUÇLU, BU ÜLKEYİ YÖNETENLER DEĞİL!..
Mağazamızdan yemek takımı alıp misafirini ağırladıktan sonra ürünü iade eden tüketiciler var! Tüketici hakem heyetleri bu işi doğru yapmıyor. Orada işi bilen, adaletli insanların bulunması lazım. Bu ciddi bir sorun. “Ben şirketimdeki insanlarla baş edemiyorum; Sayın Recep Tayyip Erdoğan ne yapsın?” diyorum. Suçlu, bu ülkeyi yönetenler değil!..
CEBİNE 1.000 EURO'YU KOYAN, TÜRKİYE'DE KRAL!
İstanbul'da yaşam standardı biraz yukarıda. Dolayısıyla Anadolu'dan gelen insanlar, hayatlarını İstanbul'da devam ettirirken zorluklar çekiyor. Bu hususu nasıl değerlendiriyorsunuz?
İtalyanların para birimi eskiden “Liret”ti. 60-70'li yıllarda, bizim çocukluğumuzda “Cebine Türk Lirası koyup İtalya'ya gittiğinizde 1 hafta 10 gün, krallar gibi yaşarsın” derlerdi. Şimdi aynı şey, Türkiye'ye 1.000 Euro ile gelen birine söyleniyor. TL'nin değerinin düşmesi sıkıntısı var. Kim ne derse desin; İstanbul'da 20 milyon kişi yaşıyor. Yönetilmesi zor bir şehir. Mesala; ben Beylikdüzü Tapu Dairesi'ne gidiyorum. Hiç aklınıza gelmeyen ülkelerden insanlar görüyorum. Mesela Bangledeşliler. Dünyanın en fakir ülkesinin vatandaşları burada daire alıyor. Suriyelilerin bazıları çok lüks yerlerde oturuyor; iyi para harcıyor. Hakikaten sıkıntılı bir süreç.
TÜRKİYE'DE İŞSİZLİK DEĞİL, İŞ BEĞENMEMEZLİK VAR!
Türkiye'de işsizliğin olduğu koca bir yalan. İş beğenmemezlik var! Yabancı ülkelerden gelenler çalışıyor. Bizim insanımız neden iş bulamıyor?
“Türkiye'de işsizlik problemi var” diyen siyaset yapar. Adam üniversiteyi bitiriyor, zannediyor ki bütün iş yerleri onu bekliyor! Sonra hayâl kırıklığı yaşıyorlar. Çünkü bomboş tam takır yetişiyorlar! Ticaret lisesi mezunlarının, işletme fakültesini bitirenlerden daha bilgili olduğunu görüyoruz. Biz hergün 50-60 tane kalifiye personel arıyoruz. Neden? Çünkü sistemin hatası. Ara eleman yetişmiyor. İşe yaramayan bir sürü lise var. Hepsinin meslek lisesine dönüştürülmesi gerekiyor.
OKULLARDA “EDEP, ADAB VE SEVGİ DERSİ” KONULMALI...
Özellikle son zamanlarda boşanmalar artıyor. Türkiye'de gençlik neden bir yuva kuramıyor?
Ben bu konuyla alakalı da CİMER' e yazdım. Okullarda “Edep, adab ve sevgi dersi” konulmalı. Adabını ve edebini bilmeyen bir nesil yetişirse boşanmalar oluyor. Sevgi dersi yurt dışında birçok yerde var. Yani kişi sokaktaki lambayı, kaldırım taşını, belediye otobüsünü, metroyu, ağacı, kediyi, köpeği sevecek. Tabiatımızda var. Bir insan sevdiği hiçbir şeye zarar veremez. O halde yeni nesillere sevgiyi aşılamalıyız. Türk ve İslam gelenek ve göreneklerini öğrenmeleri lazım. Türkiye'de her yıl 600-700 bin civarında evlilik yapılıyor. Yaklaşık 150 bin de boşanma oluyor. Bu ülkeyi yönetenler, şapkayı önüne koyup düşünmeli. Yaranın üstünü kapatırsak kangren olur. Geçen gün bir adam, feryat figan edip evine gidemediğini söylüyordu. Malatya'da arabada yatıyordu mesela...
ZIVANADAN ÇIKMIŞIZ!
Avrupa'da kadına verilen değer ile bizi kıyaslayan bir paylaşım yaptım. Hiç alakalı olmayan yerlere çektiler. “Neden bu kadar zorunuza gitti?” dedim. Akıl almaz bir tepki gördüm. Oysa ki dinimizin ve ahlâkımızın kadına değer verdiğini söylemiştim. Zıvanadan çıkmışız! Bu toplumu ayakta tutan aile. O da yavaş yavaş Avrupalılaşıyor. Avrupa'ya 50 yıldır gider gelirim. İlk gittiğimizde bize “Avrupalılar evleniyor; ama bir çocuktan fazlasını yapmıyor” derlerdi. Aradan 10-15 sene geçtiğinde şu söylenmeye başlandı: “Avrupalılar evleniyor; ama çocuk yapmıyor.” Şimdi “Avrupalılar evlenmiyor” deniliyor. Türkiye'de aynı şeylerin yaşanacağından korkuyorum. Gün gelecek, erkekler kadınlardan kaçacak!..