Meşale Derneği ile bağlantımız yok!
18 Ocak, 2023, Çarşamba 23:46AdminMalatya ilim havzasında yetişen, kendisini yetiştiren, geliştiren, ilmî vukufiyete sahip değerli bir âlim ve mücadele adamı...
Hakkı haykıran, bu hususta korkmayan, cesur, muhakeme gücü çok kuvvetli, düzenli bir fikir müktesebatına sahip, meseleleri derinliğine inceleyen, araştıran ve sorgulayan bir şahsiyet... 28 Şubat mağdurlarından, Malatya'nın kanaat önderlerinden Ramazan Keskin'den söz ediyoruz. Malatya Time Genel Yayın Yönetmeni, deneyimli gazeteci-yazar Murat Çetin “Çarşamba Sohbetleri”nde bu hafta Ramazan Keskin Hoca'yı ağırladı...
Yeniliğe, değişime ve eleştirilere açık, yaşadığı toplumu ve uluslararası sistemi iyi tanıyan, kıymetli bir âlim. Halkın derdiyle dertlenen, davet edildiği her düğünde ve duyduğu her cenazede hazır bulunan ve orada “aşır” okuyarak tebliğ yapan, hastaları ziyaret eden, gücü oranınca hatta fazlasıyla ihtiyaç sahiplerinin maddî ve manevî yardımına koşan bir halk adamı...
RÖPORTAJ: MURAT ÇETİN
HERKESE EŞİT VE KUŞATICI...
İslami çalışmalar ile yakın diyaloglar kuran, herkese eşit mesafede “kuşatıcı” olarak yaklaşan, İslam'ın din olarak hayata hâkim olması ve İ'lâyı kelimetullahı yüceltmek için gayret eden, ilmiyle amil ve ihlâs sahibi bir değer... Said Ertürk (Topal Said) ve Mehmet Said Çekmegil Hocalar ile 1970'lerde tanışan Ramazan Keskin Hoca, Malatya ilim havzasının bereketinden ve feyzinden genç yaşlarda faydalandı.
MÜCADELESİNDE ŞİDDETE YER YOK
Malatya'nın ilçeleri, köyleri, yurtiçi ve yurt dışında birçok seminere katıldı, vaaz verdi, sohbet etti ve nasihatte bulundu. Ömrünü kelama ve kaleme -1999'da, Malatya'da Medeniyet Gazetesi'ni de çıkardı- adadı. Onun mücadelesinde şiddete yer yok.3 Mayıs 1952'de Malatya Uluköy Budak mezrasında doğan Ramazan Keskin Hoca'yı dinlemek, 28 Şubat'ı müşahede etmek isteyenlerin mutlaka okuması gereken bir söyleşi...
MERHUM DERVİŞ HOCAMIZIN YANINDA EĞİTİME BAŞLADIK
Dini anlamdaki eğitiminiz nedir? Hangi medresede yetiştiniz ve ne gibi derler aldınız?
İlkokul öncesi Kur'an kursuna gittim. O günün şartlarında Müslümanlar, mevcut sistem ile aralarına mesafe koyduklarından, çocuklarını okula göndermiyorlardı. 1950'ye kadar okula giden öğrencilerin çoğu solcu olarak yetişti. Malatya'da Mehmet Erol, Hasan Begeç, Hüseyin Karatay Hocamız o yıllarda okumuş ve daha sonra İslam ile tanışmışlardı. Merhum Derviş Tekin Hocamızın yanında eğitime başladık. Daha sonra Melekbaba'da Trabzonlu bir hocamız vardı. Sancaktar Camimizde Mehmet Hanifi Hocamız, “Taştepe Fatma Bibi” değimiz, iki gözü görmeyen hafız bir hocamız vardı. Bu hocalarımızdan ders aldık. Yeni Cami ve Söğütlü Cami arasındaki Çınarlı Cami'de“hücre” denilen bir odada Nevzat Hocamız ders veriyordu. Çok güçlü bir hafızdı. “İlkokul diploması olanlar parmak kaldırsın” dedi. O zaman diplomamız olmadığı için hoca “Ders veremem” deyince ağlayarak eve geldik.
“SURDA BİR GEDİK AÇTIK MUKADDES Mİ MUKADDES”
“Tevhidi mücadele”nin temelini atan İsmail Hatip Erzen Hocamız, babamı(Ebuzer Keskin) beni okula göndermesi için ikna ediyor. 1960'da, Hidayet İlkokulu'nda öğrenime başladım. Malatya İmam Hatip Okulu'na, 1965'te imtihan ile girdim. Şehirde okumamı “nimet” olarak görüyordum. Okulu bu sayede kazandım. Ortaokul 4, lise 3 seneydi. İkinci mezunlarız.O vakitler köklü bir medrese ve Arapça eğitimi yoktu.Tüm medreseler Kur'an kursuydu. Necip Fazıl'ın dediği gibi; “Surda bir gedik açtık mukaddes mi mukaddes. Ey rüzgâr artık ne yandan esersen es...” Ondan sonra milletimiz bir nefes almıştı.
DENİZ OLAN BİR ŞEHİRDE OKUMAK İSTİYORDUM
Bizi üniversiteye almadıkları için dışarıdan lise bitirme imtihanlarına girdik. 1 sene içinde de alt dersleri verdik. Erzurum Kazım Karabekir Eğitim Enstitüsü'ne müracaat ettik. Yazın 45 gün kadar gidip eğitim görüyorduk. İzlediğimiz filmlerin etkisinden olsa gerek ben hep, deniz olan bir şehirde okumak istiyordum. Gaziantep'te sınava girdim; ama olumlu olmadı. Daha sonra birkaç arkadaş ile birlikte İstanbul'a gittik. İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü'ne başvurmuştuk. Hocamız Ali Özek Bey de vardı. Rabbim ona da rahmet eylesin. Hem Arapça'da hem de Kur'an-ı Kerim'de yeterli bir not almıştık. Diyarbakırlı birkaç kardeşimiz, sıkıntılarını dile getirmişti. Sonuçlar açıklandı, biz yedekdeydik. İçimde bir ukte kaldı. oglum Davut, benim okuyamadığım okulda“ilahiyat”ı bitirdi.
80 DARBESİNDEN SONRA AVRUPA'YA GİTTİM
1973'te Diyanet'te bir imtihana girmiştim. “İmam Hatip” olarak göreve başladım. Erzurum Kazım Karabekir Eğitim Enstitüsü'nü de bitirdim. Derken, Adana Ticari İdari İlimler Akademisi'nin Malatya'da açılan şubesine müracaat ettim.80 darbesinden ardından okumayı bıraktım. Elazığ Karakoçan İmam Hatip Lisesi'ne “Türkçe öğretmeni” olarak atandım. 12 Eylül 1980'den sonra araya mesafe koydum. Avrupa'ya gittim. Orada birçok “Milli Görüşçü” kardeşlerimiz ile mescitlerde konferans ve sohbetler verdik.
HACCA GİTMEK RÜYALARIMA GİRDİ
1974'te hac arzusu oldu, rüyalarıma girdi; ama imkânım yoktu. Diyanet'te hac seferberliği vardı. Ona müracaat ettim. İmtihana girdim, kazandım ve belgemi aldım. Çocuklarımdan, babamın 3. torunu olan Nusret, bir yılını doldurmadan vefat etmişti. Memur olanlara bundan dolayı para veriyorlardı. Bununla ve Davut'un annesinin mehirinden aldığım bir miktar ile hacca gittik. Keban Turizm vardı. Seyrettiğim bir filmde, Müslümanların birçok dalda bilgi sahibiydi. Ata binmeyi bulunduğumuz ortamda, yüzmeyi de Müslüman olduğum için öğrendim. Aynı zamanda iyi ok atarım. Söylediklerim bugün gülünç gelebilir; ama o günün şartlarında araba kullanmayı bilmem gerektiğini kavradım. 1975'te “Hacı Murat” aldım. 1976'da merhum babam, merhum Abdullah amcamın yanı sıra, Hacı İsmail ve Mustafa Karabey Hocamız ile birlikte otomobille hacca gittik.
EZHER ÜNİVERSİTESİ'NDEKİ KAYDIM, 93'E KADAR DURDU
1980'den sonra Suriye'de Furkan Medresesi'nde dinleyici olarak bulunduk. Şartlar iyi olmadığı için geri döndüm. “Kur'an kursu öğretmenliği”ni kazandım. Avrupa'ya gitmeyi de, Mısır Ezher Üniversitesi'nde okumayı da düşünüyordum. Kararlaştırmaya çalışırken önce görevi bıraktım, sonra Avrupa'dan vazgeçtim. Merhum annem Ayşe hastaydı ve müsaade etmedi. Kahire'deki Ezher'den gelen arkadaşlara diplomamı verdim. 1993'e kadar kaydım silinmemişti. Ben 1994'te gittiğim için okuma şansımı kaybettim; ancak Mısır'ı gezme imkânı buldum.
MESCİDİMİZİ ZORLA ELİMİZDEN ALDILAR
Malatya'da “El- Medine Neşriyat” diye bir kitapevi açtık. 7 kişi olarak Cuma namazına başladık. Bu sayı yüzlere, binlere kadar ulaşınca birilerinin gözüne battı. Rektör Ömer Şarlak bizi hep işaret etmeye başladı. Fahri imamlık- parasız- yaptım. 17 sene sonunda mescidimizi zorla elimizden aldılar. Hayatımızı ticari olarak ifa etmeye çalıştık.
ERKEKLER 17, KIZLAR 20 YAŞINA KADAR EVLENMELİ
17'sinde evlendim. Bana göre; erkeklerin 17 yaşında, kızların ise 17-20 arasında evlenmeleri gerekir. 25'inden sonrakilere “Artık evlenmen gerekmez!” diyorum. Gecikme, Batı'nın tesiri altında kalmaktan... Bu, bizim toplumumuza vurulan en büyük darbe. 2-3 evladımı çok küçük yaşta kaybettim. İnşallah Peygamber Efendimizin de müjdesiyle; Allah bize onlar ile beraber cennete girmeyi nasip etsin. Onlar masum ve günahsız. Müslüman olanların ve olmayanların da çocukları, Araf'ta belki bir müddet bekleseler de cennete girecek. 4 kızım, 6 oğlum var. Hepsi evli.
BİLDİKLERİMİZİ SÖYLERKEN BEDELLER DE ÖDEDİK
Ramazan Keskin hangi gruba, cemaate mensup? Değilse kendisini nereye yakın görüyor?
Rabbimizin en büyük nimetlerden biri akıl, diğeri de insanlardan birisini Peygamber olarak seçmesi. Biz İslam'ı, ilk olarak evde öğrendik. Okula gittiğimizde de bunların yanlış olduğunu fark ettik. Okuduğumuz kitaplarda okuldakilerin bir kısmının da yanlış olduğunu gördük. Kendimizce bir yol izledik. Allah bize Kur'an-ı Kerim indirdi. Hz. Muhammed (SAV) de bize Kur'an'ı öğretti. Allah'ın kitabı ve Peygamber Efendimizin sünneti doğrultusunda hareket etmeye çalışıyoruz. Bütün Müslümanlara yakınız; ama herhangi bir grupla alakamız da yok. Doğru bildiklerimizi söyleme gayretindeyiz. Bunlar için bedeller de ödedik.
BİRÇOK İSLAM ÂLİMİNDEN YARARLANDIK
Konuşma, duruş, fikri eksen ve tebliğ tarzınızda en çok kimin/kimlerin etkisi oldu? İsmail Hatip Erzen, Said Ertürk, Said Cekmegil, Zeki Baba?..
Özellikle İsmail Hatip Erzen... Said Çekmegil, Said Ertürk (Topal Said), Atik Hocamız var. Ulaşabildiğimiz, geçmişte ve günümüzde yaşayan birçok İslam âliminden yararlandık. Hepsini tek tek saymak da mümkün değil. Kızlarım Suriye El Fetih'te okurlarken gelip bir şeyler söyledi. ”Yanlış” dedim. “Bütün kitaplarda doğru ya da yanlış şeyler var” karşılığını aldım. Taşlardan dolayı bulgur ve pirinçleri atamayız. Elimizden geldiği ölçüde ayıklamak, görevimiz olmalı. Malatya İmam Hatip Okulu'nda Fikri Yavuz'un Kur'an-ı Kerim meali vardı. 1960'lardan önce ve bizim dönemimizde fazla kitap yoktu. Hamdolsun bütün eserlerden de istifade ettik; ister sağdan ister soldan...
1986'DAN SONRA İRAN'A OLAN BAKIŞIMIZ DEĞİŞTİ
1990'larda Akpınar Cemaati'ne mensup insanlar ve bununla birlikte “Külliye” diye bir mescit vardı. Bunlar Malatya halkının ıstılahında “Humeynici” diye geçiyordu. Daha sonra “Meşale” ve “Boğaziçi” çıktı. 90'lı yıllardaki yanlış bir algı mıydı?
İmam Humeyni'nin İran'da bir devrim gerçekleştirdiğini duyduk. Merak ettik ve 1981'de ben İran'ı ziyaret ettim. Belki de ilklerin arasına girdim. Gördüğümüz güzel şeyler bizi heyecanlandırdı. “İran İslam İnkılâbı” sözü bizi etkilemişti. İran'ın “takiye” mezhebini tam bilmiyorduk. İran'dan döndükten sonra Suriye'de 1982 olayları yaşandı. Bugünkü gibi iletişim araçları yoktu. Suriye'dekiler bile 1 ay sonra haberdar oldu. Muhammed Sat El Buti'nin evinde de dinlenme imkânımız oldu. Bugün İran, Amerika'ya karşı mücadele verirse biz onların yanında yer alırız. Diğer araştırmalarımız ile 1986'dan sonra İran'a olan bakışımız değişti. Kardeşlerimizin birçoğuna anlatmamıza rağmen pek kabul görmedi. O gün İran'a küfreden bazılarının İran'a biat ettiğini söylediler. İran'a tekrar gittiğimde İran'ın kimseden biat istemediğini gördüm.
ZAMANLA “İRAN Şİİ İSLAM İNKILABI” OLDUĞUNU ANLADIK
İran'a karşı sempatimiz vardı. Sorguladıkça bunun bizimle ilgili olmadığını gördük. Birilerinin bize “İrancı” dediğini duyarım. İlk yıllarda “İran İslam İnkılâbı” olduğu için desteklemiş olabiliriz; ama zamanla bunun “İran Şii İslam İnkılâbı” olduğunu anladık. “El sünnet” denilen Müslümanlar ve “Şia” denilen Müslümanlar olarak tarihte ikiye ayrıldılar. “Ehli sünnet” camiası ve Suriye- Mısır- Irak'taki Müslüman kardeşler, 1982'ye kadar “İran İslam İnkılâbı”na taraftardı. Ta ki “İran Şii İslam İnkılâbı” olduğunu duyana kadar. Arap Müslümanlar ve Türkiye'deki Müslümanların sempati duyan yüzde 95'i,İran'ın 1982'deki tutumundan dolayı fikirlerini değiştirdi. Tasavvufun herhangi bir prensibinin yanlış olduğunu söylediğinizde ise ”vehabilik” damgası vurdular. Bazı saplantılara karşı durduklarından dolayı “vehabi” dediler; ancak bize diyemediler.
YANLIŞLARI SÖYLEYEN SAİD HOCALARA ‘VEHABİ' DENİLDİ!
Malatya'da Said Çekmegil ağabeye ve Topal Said'e (Said Ertürk),tarikatın yanlışlarını söylediklerinden dolayı “vehabi” diyorlardı. Topal Said Hocamız bazen argo konuşurdu. Bir takım badirelerden geçtikten sonra gerçek tevhidi anlayan Timurtaş Hocamız bir vaazında diyor ki; “Eski Malatya'da Hacı Ali diye mecnun bir insan vardı. İnsanlar Malatya'ya kum taşıyordu. Birileri orada kabirleri ziyaret ettiğinde Hacı Ali ‘Buraya neye geldiniz, kimse kalmadı.Hepsi 1974'teki Kıbrıs Barış Harekâtı'na katıldı' dedi.” Topal Said(Said Ertürk) Hocamız da bunları işitince “Mescid-i Aksa işgal altındayken oraya gitmeyip de Kıbrıs'a giden evliyayı…”diyor. Hocalarımıza bu şekilde karşı çıkıyorlardı. O günkü Malatya müftümüz ve diğer imamlar olsun... Merhum Bahattin Bilhan Hocamız vardı. İslam'ı ve tevhidi bilen bir kardeşimizdi. Hiçbirisi Said Çekmegil Hocamızın karşısında tezlerini savunamıyordu. Sırf onları etkisiz hale getirmek için “Bunlar vehabidir” diyorlardı. Said abi bazen imamlara “Vehabilik nedir?” derdi.“Biz de bilmiyoruz” diye karşılık verilince “Bilmediğiniz bir şey için neden başkasını yargılıyorsunuz?” diye cevap verirdi.
BİZ, İYİLİK VARSA BİRLEŞİRİZ DÜŞMANLIKTA BİRLEŞMEYİZ
İslami Dayanışma (Meşale) Vakfı ile müşterek bir hareketiniz oldu mu?
Olmadı. 1980'e kadar Malatya Milli Türk Talebe Birliği içinde görev yaptık. Darbeden sonra bir birlikteliğimiz olmadı. Akıncılar Derneği'ni açtık. Din Görevlileri Derneği ve Malatya İmam Hatipliler Derneği'nde görev aldım. 1980'den sonra mescidimizde müstakil çalışmalarımız devam etti. Müslümanlar gayret etti. Biz şu ayet doğrultusunda hareket ediyoruz:-Önce Arapçasını okuyor-“İyilik ve takvada birbirinizle yardımlaşın; günah ve düşmanlıkta ise yardımlaşmayın.” Biz, iyilik varsa birleşiriz, düşmanlıkta birleşmeyiz. Bahsettiğiniz Müslümanlar bizim kardeşimiz; ama siyasi bağlılığımız yok. Mescidimizdeki Cuma namazlarını bu kardeşler bizimle kılıyordu. Daha sonra Hanımın Çiftliği'nde, külliye yapılınca, bizden ayrı bir Cuma namazı kılmaya başladılar. Biz orada halen namaz kılıyoruz. Cuma namazından yarım saat önce sohbet ediyorduk. Orayı kapatmaya çalıştılar. Yararlanma hakkını Diyanet'e verdik.
“EVREN'İN İMZALATTIĞI METİN DİNDEN UZAKLAŞTIRIR” KANAATİ...
Kenan Evren bir metin imzalattırdı. Bunun, insanı dinden uzaklaştıracağı kanaati vardı. O günün şartlarında mescitlerde Cuma namazı kılınmıyordu; ama biz değişik yerlerde kıldık. Mescidimizde,1983'ten sonra ara vermeden namazlarımızı eda ettik. İslam âlimleri diyor ki;“Bir İslam memleketi fiili işgal edilir ya da mürtetler –Müslüman görünüp sonra dinden çıkanlar- işgal ederse, gayri İslam'ı kanunları dayatırlarsa Müslümanlar kendi aralarında bir araya gelip Cuma namazlarını kılabilirler / kılmalıdırlar.” Biz de bu fetva gereği Cuma namazlarımızı kıldık.
MÜSLÜMANLAR, 1 MART 1924 İTİBARIYLA BAŞSIZ KALDI
Nurcusu, Süleymancısı, tarikatçısı...Hepsi de üçer, beşer, yirmişer kola ayrılmış. Bunu nasıl yorumluyorsunuz? Doğru buluyor musunuz?
Zaruri görüyorum. Doğru bulmuyorum. Bir aile düşününün; reisi vefat ederse, çocuklar kendi aralarından birini babalarının yerine getirmezse o aile zamanla dağılır. Biz taziyelere gittiğimizde “Başınız sağ olsun” dediklerinde alay ederdik. “Baş” kelimesini “kafa” zannederdik. Sonra öğrendik ki “Yönetiminizin başında olan kimse sağ olsun” demek isteniyor. Müslümanlar 1 Mart1924 itibarıyla başsız kaldı. Halifelik kaldırıldı. Dini duyarlılığı olan mütedeyyin insanlar; Bediüzzaman Said Nursi, Süleyman Hilmi Tunahan gibi alimler vardı. Müslümanların abdest almayı, namaz kılmayı öğretmek amacıyla gayretleri oldu.
ERBAKAN HOCA İLE MÜTEDEYYİN BİR GRUP OLUŞTU
Biz “Kur'an ve sünnete bağlıyız” diyoruz. Ama bağlı olduğumuz bir mercinin olması gerekiyordu. Aksi halde herkesin söylediği kendisine kalıyordu. Yani bu bir zorunluluktu. Şu anda, bizim dönemimizdeki insanlar Türkiye'yi idare ediyor. Mesela; Cumhurbaşkanımız 1952 doğumlu. Bizim gibiler okurken iki hareket vardı; solculuk ve sağcılık... Erbakan Hoca'nın çıkışıyla Türkiye'de mütedeyyin bir grup oluştu. O zamana kadar üniversiteler aşk yuvasıydı. İnsanların gayr-i İslami bir yaşamı vardı. Türkiye genelinde İmam Hatip mezunları olunca üniversitelerin rengi değişti.
“İTTİHAT” İÇİN BÜYÜK BİR PASTA YA DA BÜYÜK BİR KILIÇ LAZIM
Ayrı ayrı statülerle ittihat mümkün mü?
Değil... Söyleyeceklerim farklı anlaşılabilir. İttihat için ya büyük bir pasta veya büyük bir kılıç lazım. Osmanlı bunu kılıç ile Emeviler ise pasta ile halletti. Müslümanlara karşı yapılan haksızlıklara direndiği için halkımız, Ak Parti'yi 18 yıldır iktidarda tuttu. Bunun nedeni, bir pastanın olmasıydı. Ama sıkıntıların çıkması ve bazı prensiplerden vazgeçilmesi, diğerlerinin de kendilerini hükümet ortağı olarak görmelerine sebep oldu.
İSLAMİ OLMAYAN YÖNETİMDE GRUPLARIN OLMASI TABİİDİR
Nurcusu sadece Risale-i Nur okuyor, Süleymancısı hafızlığa önem veriyor. “6666 ayette Allah ne murat istiyor?”diye bir gayreti yok! Medreselerde sadece “Arabi İlimler” ile uğraşılıyor. İlahiyat Fakülteleri de dahil, niçin kitap ve sünnetin esası okutulmuyor? -Tilaveti ile okunan Kur'an'dan bahsetmiyorum- Neden tefsirlerden istifade edilmiyor ve Kur'an dersi verilmiyor? İslami olmayan bir yönetimde bu grupların olması tabiidir. Bir üst mercii gerekir. Bu olmadığı için insanların çeşitli yerlere neden gittikleri de sorulamaz. Bu zaruretten doğan bir şey. Gayr-i İslami toplumlarda, bu şekilde öbek öbek olunmasında sakınca görmüyorum. Hatta 2000'li yıllara kadar da bu faydalıydı. Ama “vahdet”in önünde bir engel olmaya başladı. Bu engellenemez. Hamdolsun ki, camilerimizde her düşünceye sahip olanlar bir arada. Diyanet'in birlikteliği de olmasaydı “A şahsın camisi”,“B şahsın camisi” olacaktı. Yurt dışında örneklerini gördüm. Cemaat ayrılmıştı.
ÇÖZÜM İÇİN İSLAMİ BİR ORTAM OLMALI
Peki, neden Kur'an ve hadis okumuyorlar?
Okumazlar. Çünkü göz doktoru kalp ile ilgili bilgileri okumaz. Kalp doktoru ise “dahiliye” ile uğraşmaz. Bunlar birer realitedir. Biz realiteyi görmeden gelemeyiz. Ne zaman üst mercii olursa; her kim konuşuyorsa, yazıyorsa, söylüyorsa bunlar bir araya getirilir, yanlış ve doğrular ortaya konularak çözüm üretilir. Bunun için de İslami bir ortam olmalı.
28 ŞUBAT'TA BİZİ HEDEF SEÇTİLER
28 Şubat sürecinde Malatya'daki kilit isimlerden biri oldunuz. Suçlandığınız konu neydi? Özel bir mescitte namaz kıldırmanız, vaaz vermeniz mi? Başörtüsü eylemlerine desteğiniz veya başka nedenler mi?
28 Şubat sürecinde üniversitede başı örtülü öğrenciler derse alınmadı. Sonra Akpınar'daki adliye kavşağında otobüsten inince, Akpınar Meydanı'na kadar sessiz bir yürüyüş gerçekleştirdiler. Kendilerine baskı uygulanınca yine aynını yapacakları sırasında, bu kız kardeşlerimizden 53'ü karakola alındı. O esnada Malatya'da belediye seçimleri olmuştu. Biz de başkan ile görüşmüş, geliyorduk. Bir-iki kız öğrencinin Esnaf İş Hanı'ndaki çay ocağında bekletildiklerini, eve gitmelerine izin verilmediği, kimisinin yaralı oldukları söylendi. Onların sağlık kabinine gönderilmesini istedik. Bu sırada polis ile karşı karşıya kaldık. Faturayı birilerine kesilecekti. Bizi hedef seçtiler. Bizim bu olaylarda etkimiz yoktu.
BİZ, KİMSEYE DEĞİL YANLIŞLARA KARŞIYIZ
Malatya da hemen her İslami çizgi temsil ediliyor. Bu gruplar ila diyalogunuz nasıl? Ayırımsız taziyelerinde bulunduğunuzu, sohbet ettiğinizi biliyoruz...
Biz kimseye değil, sadece yanlışlara karşıyız. Rabbimiz bize öyle emretti. İllaki aynı dernekte ve vakıfta olmamız gerekmiyor. Biz, güzel şeyleri destekleriz. Düğünlerine çağırırlarsa gideriz. Taziyelerine davet beklemeden yanlarında oluruz. Kardeşlerimiz arasında sevgiyi geliştirmeye çalışırız. Biz uygulamayız; ama bize ambargolar da kendilerine dönmüştür. Doğru bildiklerimizi söyleriz.
1978'DEN SONRA SİYASET İLE ARAMA MESAFE KOYDUM
Siyasete bakışınızı öğrenebilir miyiz?
1978'de olup bitenler karşısında siyaset ile aramızda mesafe koyduk. 1969'da Milli Nizam Partisi'nde yer aldık. Milli Selamet Partisi'ni de fiilen destekledik. Bütün imkânlarımızı hatta canımızı da ortaya koyduk. Diğer partilerde bulunanların hepsi de bizim arkadaşımız.
PARTİDE YER ALANLARIN MENFAATLERİ OLABİLİR!
Oy vermenin “şirk” olduğunu söyleyenler/savunanlar, özellikle AK Parti'de vaziyet alınca bu söylemlerini unutarak en hızlı parti savunucuları oldu.Bu değişimi neye bağlıyorsunuz?
28 Şubat süreci katı uygulama yapınca Müslümanlar zorunlu olarak bakışlarını biraz yumuşattı. Diğer taraftan menfaatleri de olabilir! Pastadan yararlanıyor da olabilirler! Allah sıhhat ve afiyet versin; Hasan Mezarcı kardeşimizi ilk defa Malatya'ya getirdik. Sonra kendisini ziyaret de ettik. Milli Selamet Partisi'ni Savcı Vural Savaş kapatmıştı. Hasan Mezarcı'nın çok güzel bir sözü vardı:“Vural Savaş'ın iki dudağı arasında kapanacaksa, ben parti kurmam.” Türkiye'de gerçek manada insan hakları ve düşünceyi özgürce ifade etmek yoktur. Demokrasi olmuş olsa ne Müslümanların, ne sağcıların, ne solcuların -hatta bağışlayın-ne de dansözlerin sıkıntısı olmaz! Memlekette demokrasi yok!
AHLÂKLI BİR MÜSLÜMAN KİTLE YETİŞTİRİLEMEDİ!
Müslümanların, dindarların; iktidar ve servet ile imtihanda çözüldükleri, sınıfta kaldıkları şeklinde yaygın bir görüş var. Katılır mısınız?
Katılıyorum. Maalesef Müslümanlar; malı, mülkü, parayı, pulu, makamı, mevkiyi yönetemediler. Biz küçükken “Sonradan görme” denilirdi. Müslümanların bir kısmı bunu içselleştiremedi. Ahlâklı bir Müslüman kitlenin yetiştirilmesini sağlayamadık. Solcuların ve sosyalist geçinenlerin, elinde olmayanlara karşı olduklarını gördüm! Türkiye'de şu anda solculuk diye bir şey yok. Solcu kapitalistler var. Ne yazık ki Müslümanların bir kısmı da solcular gibi elde edemediklerine karşılarmış! Elde ettikten sonra, karşı olma durumunun ortadan kalktıklarını görüyoruz. Acı; ama gerçek.
TEKRAR AĞLAMAK VE AĞLATMAK İSTEMEM!..
Saygıdeğer eşinizi bir süre önce kaybettiniz. Ardından cesur, ezber bozan yazılar yazdınız? Ramazan Keskin için “eş” ne anlama geliyor?
Evlendiğimizden vefat ettiği güne kadar kendisinin çok büyük emekleri oldu. Ailemin küçük çocuğu olmam nedeniyle anne ve babam ile beraber yaşıyordum. Babamın Kâhta'dan ve Urfa'dan gelen misafirleri olurdu. Allah ondan razı olsun. Mesela; bir çayı sevabını Allah'tan bildiği için içtenlikle demlerdi. Tekrar ağlamak ve sizleri de ağlatmak istemem…
BİR KELİME – BİR CEVAP:
Malatya: Çok güzel bir şehir.
Akpınar: İsmi ile müsemma, Malatya'nın kalbi.
Ebuzer Mescidi: Ecdadını hatırlamak adına yapılmış bir imaret.
Akpınar'daki mescit: Müslümanların mescidi.
Gazetecilik: Sonraki mesleğim.
Akıncılar: Dünyaya İslam tebliğini götüren insanlar. Onlara selam olsun.
Siyaset: Siyaset ikiye ayrılır.“Siyaset-i zalime” ve “Siyaset-i adile”… Ben kendimi bildiğim günden “beri siyaset-i adile”nin içerisindeyim. Ölünceye kadar da devam ettireceğim.
Kitap: İnsanı Rabbine, ailesine ve topluma karşı dünya ve ahiret saadetini temin eden, bir ilahi nizamın içerisinde yer aldığımız saftır.
Cemaatçilik: Tefrikaya dönüşmediği müddetçe zorunludur. İslam'da tefrika yoktur, cemaatçilik vardır. İslam bireysel değil, toplumsal bir hayattır.